belediye otobüslerinde sigara içmenin henüz serbest olduğu yıllardı.
çok küçüktüm..
biraz yaramaz, biraz sorumsuz, biraz da özgür çocuklardık.. ama yine de iyi çocuklardık. en azından kendimize yakıştırabildiğimiz yalnızca buydu.
her ufak çocuk gibi o yıllarda bizim de yaşama tutkularımız vardı. mesela;
mahalle maçları, çürük mandalin savaşları, çam kozalaklarıyla misket oynamalar, su şişelerinden gemiler yapıp derede yarıştırmalar..
ama hiçbiri arkadaşlığımızdan öte mutlu edemiyordu bizi. mahallenin en sıkı çocuklarıydık..
o yıllarda delikanlılık melikanlılık filan da olmadığı için;
birimize yanlış mı yapıldı?.. hiç düşünmeden 5 kişi birden girişirdik.
arkadaş grubumuza kimseyi dahil etmezdik, zaten pek katılmaya da can atmazlardı. bu ufak sorumsuzluklar ve özgürlük gün geçtikce bizi aykırı davranışlara sevk etmeye başlamıştı. artık elimizdekilerle yetinip eğlenemiyorduk. yoldan geçen araçlara kağıttan uçaklar fırlatıp kaçarken, şimdilerde ise arabalara sapanlarla taş atar olmuştuk. tanımadığımız insanların evlerinden içeriye torpil fırlatıp kaçıyorduk. aslında bu başıboşluğumuzun sebebi de belliydi;
annem şu anki kız kardeşime hamileydi ve ben o hamilelik döneminde yeterince ilgisiz kalmıştım. arkadaşlarımın bahaneleri de pek farksız sayılmazdı. kimisinin 7-8 kardeşi vardı, kimisinin babası ayyaşın tekiydi.. velhasılı kelam başıboş çocuklar olduğumuz bir gerçekti.
o gün hangi ayda olduğumuzu hatırlamasam da ramazan ayında olduğumuzu biliyorum. o yıllarda ramazan bizim için yalnızca sıcak pideyi temsil ediyordu. güneşin ağır adımlarla batmaya başldığı sırada, biz parkta iftarı miftarı dinlemeden oynamaya devam ediyorduk.
iftar vakti gelmişti ve evde olmamız gerekiyordu. ama bunu hiçbirimiz takmıyorduk bile.
partka 5 arkadaş yalnız başımıza oynarken karanlıktan 2 kişinin yaklaştığını gördük. iyice yaklaştıklarında artık bi anne ve çocuğu olduğunu anlayabilmiştik. dikkate almadan oyunumuza devam ettik. kimimiz salıncakta diğerini düşürüyor, kimimiz de kaydıraklardan diğerini itiyordu. buna karşın sıkıldığımız her halimizden belliydi. bu sırada o çocuğun biraz farklı olduğunu anlamıştık. kimi zaman durduk yere gülüyor, kimi zaman da çığlıklar atıyordu. annesinin ise bi gözü bizde, ne tepki vereceğimizi beklermiş gibi süzüyordu. ben yorulduğum için banklara oturmuştum. hemen önümde de arkadaşlarım yerde bağdaş kurmuş fısıldayıp gülüyorlardı. o kız çocuğundan bahsediyorlardı. hareketleri ilgimizi çekmişti. ben annesi rahatsız olmasın diye kaçamak gözlerle izlemeye çalışıyordum. ama bizimkilerin de bunu pek taktığı söylenemez. kendi aralarında seslice kıkırdayıp gülüyorlardı. derken ayağa kalktılar ve kızın kaydığı kaydırağa doğru yöneldiler. böylelikle o'nun yakınlarında olup daha çok gülebileceklerdi.
o hiçbir şeyden habersiz melek, biraz da kilolu olduğu için rahatlıkla kayamıyordu kaydıraklardan. bizim çocuklar bunu görüp kahkahayı bastılar. ben de gülümsüyordum ama neye gülümsediğimi bilmiyorum. emin olduğum tek şey o kıza gülümsemediğimdi.
o an annesi ağlayarak bağırdı;
''allah belanızı versin, defolun burdan. allah sizin de başınıza versin bir gün.''
bizimkiler bunları duydukça kahkahanın desibelini daha da arttırarak oradan uzaklaştılar. o'nlar kaçarken gülmeye devam ediyordu ama, benim yüzümde derin bi düşünce vardı;
ne yapmışlardı böyle? bizler hala iyi çocuklar mıydık artık? en kötüsü de; buna seyirci kaldığım için, 'biz' ne yapmıştık böyle.
daha da uzatmadan sonuca gelmek istiyorum artık;
evet, aradan onlarca yıl geçti. fakat o annenin söylediklerini hala dün duymuşum gibi kulaklarımda yankılanırken hissediyorum. ve en önemlisi;
dünyalar tatlısı bir kız kardeşim oldu. ama 2,5 yaşına kadar konuşmadığı için gitmediğimiz hastane, gitmediğimiz profesör kalmadı.
3 yaşında teşhis konulmuştu;
otizm..
tanrı böyle bir kardeş verdiği için bana asla isyan etmedim. aksine o'nu çok daha fazla sevdim. belki de normal bir çocuk olsaydı bu kadar sevemezdim. ama konumuz bu değil.
o annenin söylediklerinin kulağımda hala yankılanmasının sebebi bu belki de. tıpkı o'nun canından çok sevdiği kızı gibi benim kardeşim de zihinsel engelli doğmuştu. kardeşimi parka götürdüğümde o anneyi çok daha iyi anlayabiliyordum artık.
etrafta meraklı bakışlar, fısıldaşmalar, küçük çocukların yüzlerinde tıpkı o 5 çocuğun yaptığı gibi gülücükler..
ama ben, o annenin yaptığını gibi yapmadım. evet çok üzülüyordum, kimi zaman evde hıçkırarak ağlıyordum.
ama o çocukları biraz olsun eğitebilirsem ne mutluydu bana. bazen başardığımda o kadar mutlu oluyordum ki.
o küçük çocukları korkutmadan yanlarına gidip, o'nlarla tıpkı birer yetişkinmişler gibi konuşuyordum.
o'nun hasta olduğunu ve hiçbir şeyden haberi olmadığını izah ediyordum. dakikalar önce dalga geçip gülen çocuklar, şimdi o'nunla oyunlar oynuyorlardı. o'nunla iletişim kurmaya çalışıp sosyalleşmesine yardımcı oluyorlardı. zihinsel engelli çocuklarda tedavilerin sonuç vermemesinin en büyük sebebi de zaten toplumdan dışlanıp evde yalnlızlığa mahkum olmalarıdır. sonuç olarak evet, neticesinde hepsi birer çocuktu.. hepsi birbirinden masum.
iyi çocuklar ya da kötü çocuklar diye bir şey yoktu,
eğitilmiş ya da eğitilmemiş çocuklar vardı.
ve ben her gün tanrıya dua ediyorum;
kardeşimi lütfen bensiz bırakma.
aile bireylerimde olmayan, yakın akrabalarımda da olmayan durum, allah kimsenin evladına vermesin dediğim.
hep korku vardır içimde, bir gün otobüste, özürlü bir çocuğu ve annesinin kucağında sürekli ona soru sorarken gördüm, arada herkese gülücük de dağıtıyordu, anne bunalmış ama bunu belli etmemeye, dahası diğer insanları rahatsız etmenin ezikliğini çekiyordu, o gün gözlerim doldu bu yavrucağa, bu çocuklardan ne zaman görsem sokakta, parkta, markette, hep gözlerim dolar, yeğenlerim doğduğunda tek duam bu idi, en sonuncusu ise biraz farklı oldu, minicik bir şey, başı da minicik, henüz askerden yeni dönmüştüm, hareketleri hiç normal gözükmüyordu, belki benim kuruntum, günlerce çıkmadı aklımda ya bir şeyi varsa diye, allahtan hiç bir şeyi yok, her şeyi çok normal şimdi yumurcağın.
hep bir şüphe, "allahım ben naparım yoksa" dediğim zamanlar çok oldu. ne yapacağım, tabiki onu çok seveceğim, o yüzden kimse güvenmesin kendine, ne zaman bir tane görsem, sarılıp içime sokasım gelir bu çocukları. maalesef toplum acımasız, ama yazarın da belirttiği gibi farkındalık önemli, eğitmek önemli diğer bireyleri.
aslında sorun ailelerde,cocuklarını sadece herşeyin normal olanıyla tanıştırıyorlar...Ben çok şahit oldum bir çocuğun engelli bir çocuk gördüğünde, annesine neden o böyle dediğine..VE annelerde cevap genelde şu 'hasta anneciğim ' Bu ne saçma bir cevaptır.Verilmesi gereken cevap şu olmalı'bak anneciği senin saçların sarı benimkiler siyah,ben uzunum sen kısasın v.s..v.s..Onunda böyle bir farklılığı var anneciğim.Beraber oynayabilirsiniz saede ona karşı kibar olamaya çalış çünkü çabuk üzülebir..BEREBER OYUNLAR OYNAMAYA,PAYLAŞIMLARA alıştırmalıyız çocuklarımızı....zaman denen şeyin bizlere neler yaşatacağını bilmiyorsak, hayatın gerçeklerinden uzak durmadan yaşamayı öğrenmeli vede öğretmeliyiz.
Çocuklar doğaları gereği acımasız olurlar. Bu onların kötü niyetli olmalarindan değil, empati duygusunun olusmamasindan, toplumsal kurallarla baskilanmamalarindan, teorik düşünme yetenekleri gelismediklerindendir.
Bir arkadaşım ufak bir kız çocuğuna " gelme sen bizim yanımıza gelme iyi mi" dedi. Dedim ki seni anlamadı. Iki dakika,sonra cocugu annesi getirdi. Çocuk ağlıyordu, annesi " hanginiz benim kızıma gelme dedi" diye sordu.
Halbuki tam tersi manada söylenmişti o söz. Niye gelmiyorsun anlamında.
Çocukluğumda kiloluydum ve anne babamla yolda yürürken, sokağın karşı tarafında çocuklar " şişkooo şişkooo" diye bağırıp gulerlerdi. Utancimi anlatamam. Babamın bacağının arkasına saklanıp yürürdüm.
Maalesef çocuklar kötü niyetli olmasa da yapıyorlar bunları ama gerçekten çok can yakıcı oluyor.
bu ülkenin en büyük sosyal sorunlarından biridir engelli ya da diğer bir tabirle özürlü, sosyal dezavantajlı.. * kavramlarının ne oldugunu bılmemek ve bilinçlenmek için birşey yapmamak.