zen and the art of motorcycle maintenance

entry5 galeri0
    4.
  1. bugün aldığım kitap, okumak için sabırsızlanıyorum. sanırım sözlükten çok az kişi okumuş.
    0 ...
  2. 4.
  3. --spoiler--
    Varsayalım ki tüm duyulardan yoksun bir çocuk dünyaya geldi; görmüyor, işitmiyor, dokunamıyor, koku almıyor, tat almıyor -hiçbir duyusu yok. Dış dünyadan herhangi bir duyum almasının olanağı yok. Ve varsayalım bu çocuk damardan beslendi, her türlü bakım sağlandı ve on sekiz yıl yaşaması sağlandı. Şimdi soruluyor: On sekiz yaşındaki bu kişinin kafasında bir düşünce var mıdır? Eğer varsa, nereden gelir? Onu nasıl edinir? Hume, bu on sekiz yaşındaki kişinin hiçbir düşüncesi olamayacağı yanıtını verir ve bu yanıtı vermekle kendini, tüm bilginin yalnızca duyulardan geldiğine inanan bir ampirist olarak tanımlar. Bilimsel deney yöntemi, dikkatle kontrol edilmiş ampirizmdir. Başka kültürlerde ve başka zamanlarda çoğunluk başka türlü düşünüyor olsa da, bugün büyük çoğunluk Hume'u onaylayacağından, ampirizm sağduyunun kendisi halini almıştır. Eğer ampirizme inanılıyorsa, ampirizmin ilk sorunu "töz"ün doğası ile ilgilidir. Eğer tüm bilgimiz duyusal verilerden geliyorsa duyusal verileri çıkardığı düşünülen bu töz tam olarak nedir? Tözü, algılanan şeyler olmaksızın düşlemeye çalıştığınızda kendinizi hiçlik hakkında düşünüyor bulursunuz. Tüm bilgi duyusal izlenimlerden geldiğine ve tözün kendisine ilişkin hiçbir duyusal izlenim olmadığına göre mantıksal olarak bu, töz hakkında hiçbir bilgi olmadığına gider. O yalnızca, bizim düşlediğimiz bir şeydir. Tümüyle bizim kafamızdadır. Algıladığımız özellikleri veren bir şeylerin var olduğu düşüncesi, dünyanın düz olduğu ve paralel çizgilerin hiç birleşmeyecekleri gibi çocuksu düşüncelere benzeyen o yaygın sağduyu nosyonlarından bir diğeridir. ikincisi, tüm bilgimizin bize duyular aracılığıyla geldiğini öne süren birine, neden-sonuç ilişkisi konusundaki bilgimizi hangi duyu verisinden aldığımız sorulur. Başka bir deyişle, neden-sonuç ilişkisinin bilimsel ampirik temeli nedir? Hume'un buna yanıtı "hiçbir şey"dir. Duyularımızda neden-sonuçla ilgili hiçbir kanıt yoktur. Bir şeyin peşinden sürekli olarak başka bir şeyin geldiği zamanlarda, tıpkı töz gibi, düşlediğimiz bir şeydir. Bizim gözlediğimiz dünyada gerçek bir varoluşu yoktur. Hume der ki, tüm bilginin duyularımız aracılığıyla geldiği kabul edilirse bundan çıkacak mantıksal sonuç "Doğa"nın da, "Doğa yasaları"nın da bizim imgelemimizin ürünü olduğudur. Eğer Hume bu görüşü salt spekülasyon olsun diye savurmuş olsaydı, bu tüm dünyanın kafamızda olduğu düşüncesini saçma deyip bir yana atabilirdik. Ama o, bunu su götürmez bir sorun haline getirdi. Hume'un vardığı sonuçları bir kenara atmak gerekliydi, ama o, bu sonuca öyle bir tarzda varmıştı ki ampirik aklı bırakıp ampirik aklın ortaçağdaki öncüllerine çekilmeden bu sonucu çıkarmak olanaklı görünmüyordu. Kant bunu yapmaz. Böylece Hume, "Beni dogmatik uykumdan uyandırdı." diyen Kant'ın, bugün gelmiş geçmiş en büyük felsefi yapıtlardan biri sayılan ve çoğunlukla üniversitelerde tek bir dersin konusunu oluşturan Saf Aklın Eleştirisi'ni yazmasına yol açmıştır. Kant bilimsel ampirizmi, onun kendi kendini yok eden mantığının sonuçlarından kurtarmaya çalışır. ilk olarak Hume'un önüne koymuş olduğu yoldan harekete başlar. "Tüm bilgilerimizin deneyimle başladığı kuşku götürmez." der, ama tüm bilgi bileşenlerinin duyulardan, duyu verisi alındığı anda geldiğini yadsıyarak hemen bu yoldan ayrılır. "Tüm bilgilerimizin deneyimle başlamasına karşın bundan, deneyimden kaynaklandıkları sonucu çıkmaz." Her ne kadar, ilk bakışta laf dolaştırıyor gibi görünse de öyle değil. Bu farkın sonucunda Kant, Hume'un yolunun onu yönelttiği tekbencilik cehenneminin kıyılarından dolaşır ve kendi yepyeni, farklı yoluna ilerler. Kant, gerçekliğin, doğrudan duyularca sağlanamayan yönleri olduğunu söyler. Bunlara a priori (önsel) der. Önsel bilgiye bir örnek "zaman"dır. Zamanı göremezsiniz, üstelik işitemez, kokusunu alamaz, tadamaz ya da dokunamazsınız. Alımlanan duyu verilerinde zaman yoktur. Zaman zihnin duyu verilerini alırken sağlamak zorunda olduğu (Kant'ın deyişiyle) bir sezgidir. Uzay için de aynı şey geçerlidir. Algıladığımız izlenimlere uzay ve zaman kavramlarını uygulayamadığımız sürece dünya kavranabilir bir şey olamaz; renklerin, biçimlerin, gürültülerin, kokuların, acıların ve tatların anlamsız bir kaleidoskopik karmaşasıdır yalnızca. Uzay ve zaman gibi önsel sezgileri uyguladığımız için, nesneleri belli bir tarzda duyarız, ama saf idealist felsefecilerin savunduğu gibi bu nesneleri imgelemimizle de yaratmayız. Bu verilere, onları üreten nesneden alınır alınmaz uzay ve zaman biçimleri uygulanır. Önsel kavramların kökeni insan doğasıdır, bunlar ne duyulan nesne tarafından oluşturulur ne de onu oluşturur, ama bunlar, hangi duyu verisinin kabul edileceğini eleme işlevi sağlar. Örneğin gözlerimizi kapadığımızda duyularımız bize dünyanın yok olduğunu söyler. Ama bu elenir gider ve asla bilincimize varmaz, çünkü kafamızda dünyanın sürekliliği konusunda, önsel bir kavram vardır. Bizim gerçeklik olarak düşündüğümüz şey, önsel kavramların değişmez hiyerarşisinin öğeleri ile hep değişen duyu verilerinin sürekli bir sentezidir. Şimdi burada duralım ve Kant'ın ileri sürdüğü bazı kavramları bu garip motosiklete, bizi zamanda ve uzayda taşıyan bu yaratıma uygulayalım. Kant'ın bize açıkladığı biçimde, onunla olan ilişkimize bakalım. Hume, bu motosiklet hakkındaki tüm bilginin bana duyularım aracılığıyla geldiğini söylüyor. Öyledir. Başka bir yol yok. Eğer bunun metalden ve başka maddelerden yapılmış olduğunu söylersem, Hume "Metal nedir?" diye soracaktır. Eğer yanıt olarak, metalin sert, parlak ve dokununca soğuk olduğunu ve daha sert bir maddenin vurmasıyla kırılmaksızın biçim değiştirdiğini söylersem Hume bunların tümüyle görüntü, ses ve dokunma duyusu olduğunu söyleyecektir. Töz yoktur. Metali bu duyulardan ayrı olarak anlatmamı isteyecektir. O zaman ben de apışıp kalırım. Ama eğer töz yoksa algıladığımız duyu verisi hakkında ne söyleyebiliriz? Başımı sola yatırıp da gidon sapı, ön tekerlek, harita plaketi ve benzin deposunu gördüğümde bir duyu verisi örneği alıyorum. Eğer başımı sağa yatırırsam hafifçe farklı başka bir duyu verisi örneği alıyorum. Bu iki görüntü farklı. Metalin yaptığı düzlemlerin açısı ve kavisleri farklı. Gün ışığı, bunlardan farklı biçimde yansıyor. Eğer tözün mantıksal temeli yoksa bu iki görüntünün aynı motosikleti oluşturduğu sonucunun da mantıksal bir temeli yoktur. Şimdi düşünsel bir açmaz içindeyiz. Nesneleri daha anlaşılır kıldığı sanılan aklımız onları daha az anlaşılır kılıyor gibi görünüyor, akıl kendi amacına zarar veriyorsa bizzat akıl yapımızda bazı şeylerin değişmesi gerekmektedir. Burada Kant yardımımıza koşar. Der ki, bir "motosiklet"in ürettiği renkler ve biçimlerden ayrı olarak, dolaysız bir biçimde algılanamıyor olması hiçbir biçimde, motosikletin olmadığının kanıtı değildir. Bizim kafamızda zamanda ve uzayda süreklilik gösteren başımızı oynattığımızda görüntüyü değiştirebilen bir önsel motosiklet vardır ve bu nedenle aldığımız duyu verisiyle çelişmez. Hume'un hiçbir anlamı olmayan motosikleti ancak, daha önce sözü geçen, hiçbir duyu yeteneği olmayan o varsayımsal ağır hastanın birdenbire, yalnızca bir saniye içinde bir motosikletin duyusal verilerini alması, sonra tüm duyularını yeniden yitirmesi sonucu oluşabilir. Bu durumda sanırım onun kafasında, neden-sonuç ilişkisi gibi kavramların hiçbirisine kanıt oluşturmayan bir Hume motosikleti olacaktır. Ama Kant'ın dediği gibi biz, o kişi değiliz. Bizim kafamızda, varlığından kuşku duymamızın hiçbir anlamı olmayan, gerçekliği her an doğrulanabilecek, çok gerçek bir önsel motosiklet var. Kafamızdaki bu önsel motosiklet, yıllardır pek çok duyusal verilerle oluşmuş ve yeni duyusal veriler geldikçe de sürekli değişmeyi sürdürmüştür. Kullandığım bu spesifik önsel motosikletteki, örneğin yol ile ilişkisi gibi değişimler çok hızlı ve geçicidir. Ben onu, yolun virajlarında ve dönemeçlerinde sürekli kontrol eder ve düzeltirim. Gelen bilginin artık bir değeri yoksa hemen unuturum, çünkü izlenmesi gerekli pek çok yeni bilgi gelmektedir. Bu önseldeki öteki değişimler daha yavaştır: Depodaki benzinin yok olması. Tekerleklerdeki kauçuğun yok olması. Cıvata ve somunların gevşemesi. Fren pabucuyla kampana arasındaki aralığın değişmesi. Motosikletin öteki yönleri öyle yavaş değişir ki değişmiyor gibi görünür -boya, tekerlek rulmanları, kontrol kabloları- oysa bunlar da sürekli değişmektedir. Son olarak, çok uzun zaman için düşünürsek kasa bile yolun şokundan, ısı değişimlerinden ve tüm metallerde görülen iç yorgunluk gerilimlerinden ötürü yavaş yavaş değişmektedir. Bu önsel motosiklet tam bir motosiklettir. Uzun süre onu hiç düşünmeseniz bile onu temel bir şey olduğunu anlarsınız. Duyu verisi onu doğrular, ama duyu verisi o demek değildir. Kendi dışımda önsel olarak olduğuna inandığım bir motosiklet, bankada olduğuna inandığım para gibidir. Bankaya gidip de paramı görmek istediğimi söylesem bana biraz tuhaf bakarlar. "Benim param"ı, açıp bana gösterebilecekleri bir çekmecede saklamazlar çünkü. "Benim param", bir bilgisayar muhafazası içindeki bir teyp rulosu üzerinde duran demir oksitteki doğu-batı ve kuzey-güney manyetik alanlarından başka bir şey değildir. Ama bu benim için yeterli, çünkü inanıyorum ki paranın sağlayabileceği bir şeye gereksinim duyarsam banka, checking sistemiyle, onu alacak aracı bana sağlar. Aynı şekilde, duyu verilerim hiçbir zaman "töz" diye adlandırılabilecek bir şeyi üretemezlerse de duyu verilerinde, o tözün yapacağı düşünülen şeyleri başarabilme yeteneği olduğundan ve duyu verileri kafamdaki önsel motosiklete hep uygun olduğundan bu benim için yeterlidir. Yani bankada paramın olduğunu da, tözlerin, bindiğim motosikleti oluşturduğunu da söylememin nedeni konuşma kolaylığıdır. Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi büyük ölçüde, bu önsel bilginin nasıl edinildiği ve nasıl kullanıldığıyla ilgilidir. Kant, önsel düşüncelerimizin duyu verilerinden bağımsız olduğu ve gördüğümüz şeyleri belirlediği şeklindeki tezine "Kopernik Devrimi" adını verir. Kant bununla, Kopernik'in dünyanın güneş çevresinde döndüğünü belirten önermesini kasteder. Bu devrim sonucunda hiçbir şey değişmemiş, ama gene de her şey değişmiştir. Ya da Kant'a özgü terimlerle anlatırsak, duyu verilerimizi üreten nesnel dünya değişmemiş, ama onun bizdeki önsel kavramı tepetaklak olmuştur. Bunun etkisi çok büyük olmuştur. Modern insanı ortaçağdaki öncüllerinden ayıran şey, Kopernik devrimini kabul etmesidir.
    --spoiler--
    2 ...
  4. 3.
  5. hiçbir kitap sitesinde satışı yapılmayan kitap.. ya da ben bulamadım..
    1 ...
  6. 2.
  7. düz bir okumayla yolculuk ve motosiklet hikayesi...
    derine inilirse insanın kendini tanıma sürecini anlatan bir roman.
    yabancılaşmanın incelikli bir eleştirisi.
    kendini, kullandığı ve seçtiği şeylerle tanımlayan modern insanın
    ne yaptığını bilmeyişini, kendini tanımamaya bağlayan düşündürücü bir metin.
    kullanılan motosikleti tanımanın kendini tanımayla bağdaştırıldığı,
    yaptığımız herşeyin benliğimizle ilişkisini düşünmemizi isteyen bir yazarın eseri.
    yazar yetinmemiştir, sonrasında bu kitabın devamını da* yazmıştır.
    1 ...
  8. 1.
© 2025 uludağ sözlük