zaten iki tane kalmıştı onları da dün kestiler

entry1 galeri0
    1.
  1. Ben şimdi sizlere ne anlatacağım; ben şimdi sizlere hiçbir şey anlatmayacağım. Ben şimdi ne istiyorum biliyor musunuz; üç yaşında bir çocuk, kapağı açık kalmış bir yazı makinesinin tuşlarına nasıl pata küte basarsa; ben de makinenin tuşlarına öyle basmak istiyorum...
    Üç yaşındaki bir çocuk, bir anlamı sizlere iletmek için, basmaz yazı makinesinin tuşlarına. Ne bir anlam umurundadır onun, ne de bir anlamı bir makine aracılığıyla başka yaşayanlara iletmek... Sadece hoşuna gider bir makinenin tuşlarına pata küte basmak... Belki de en gerçek yazı, farkına varmadan onun yazdığıdır...
    Şu sırada beni anladığınıza o kadar inanıyorum ki...
    ***
    Onlar gerçekten yaşadılar mı, yaşamadılar mı, bilmiyorum. Onlar dediğim, iki tane yakışıklı çamla, bir tane atkestanesiydi...
    Üçü de benden önce doğmuşlardı. Üçüyle de oynamıştım. Üçüne de baltanın nasıl indiği anı gösterdi bana, yazgımın yazıyla iç içe geçmiş eşek kuyruğu parçası...
    iki gün önce geçebilirdim oradan, yahut beş saat sonra...
    Hayır öyle olmadı...
    Bir tanesini kesmişler, yıkmaya çalışırlarken, bir rastlantı olarak geçiyordum oradan...
    Bir ağıt yazmışım; anten anten kollarıyla, zor bela çökertilen çocukluğumun ilk salıncak arkadaşı, sessiz, anlayışlı ve yanındaki eşiyle, bozulmuş bahçelerde yapayalnız kalmış; canım ciğerim, babam, dedem, babaannem, cici annem, eski çama...
    ***
    O tarihlerde yazılarımı basarlar, ama adımı üstüne koymazlardı. Ayda yetmiş iki yazı yazardım evimi geçindirmek için. inanın, hepsini de elimden geldiğince özenli yazardım.
    O yazılar arasında, "Ege Ekspres" gazetesinde imzasız bir fıkra olarak çıktı; nasıl baltayla kesilip, yıkıldığını; yazgımın bana bir rastlantı olarak gösterdiği, eski akraba çam ağacı için, yazdığım ağıt... Ben yazılarımı saklamam. O yazı da kaynayıp gitti arada... Elime geçse altı ayda bir yeniden yayımlardım. O kadar içim kopa kopa yazmıştım...
    ***
    Bana kimse diyemez ki, insanlar açlıktan ölürken, sen eski köşklerin çam ağacı için ağıt yazmışsın...
    Çünkü ben o tarihlerde, benimle yaşayanların açlığı asla bilmemeleri için, ayda yetmiş iki yazı yazıyordum. Ve sanıyorum ki, imzasız yazıp, sonra kitaplarıma koyduğum yazılarımın sayısı, imzalılar kadardır. Açlık korkusu değil, muhtaç olma korkusu bazı insanlarda o kadar hışımlıdır ki, onlar hiç kimsenin mesleğinden, bedava avukatlık bile istemez.
    Yazarlar genellikle kimsenin kendilerinden bir şey istemediği zamanlar da savunurlar kitleleri... Ve kitlelerin bir bölümü, yazarları avukat gibi görme alışkanlığında; çam ağacı ağıtı yerine, et fiyatlarındaki artışın eleştirisini yeğlemeye kalktıkları zaman; şiirsiz bir politika darbukasının sığlığında, yoksulluklarına avuntu bulsalar da, gönüllerini zenginleştirmezler...
    ***
    Birinci çam öyle gitmişti...
    Dün de zaten yarısı kurumuş olan atkestanesiyle, eşini çoktan kaybetmiş olan ikinci çama balta inerken - nasıl oldu bilemiyorum - onların yanından geçmek zorunda kaldım.
    O atkestanesi benim için neydi; o çam ağaçları arasındaki salıncağım neydi; onları kolay anlatırım ama, tuşlara üç yaşındaki bir çocuk pata küteliğiyle basma özleminin, "anlam" dışılığı içindeyim.
    ***
    Sizin belleğinizde ilk salıncağınızın bir ağacı yok mudur?
    Ben belleğimin uyandığı yerlerden kopamadığım için, ağaç dedelerimin de tek tek ölümlerini izlemek zorunda kaldım. Dün de son ikisi gitti...
    Ben niye onların ölüm anında yanlarından geçiyordum? Bir gün önce, bir gün sonra, iki saat sonra, üç saat sonra da geçebilirdim. Yok öyle olmadı... ilki yıkılırken de oradan geçiyordum ve dün yine oradan geçiyordum ve balta sesleri, peşimi bir süre kovaladı...
    ***
    Bu bir romantizm değildir. Romantizm, enerji sıkıntısı çeken insanların, gözyaşlarıyla yapmak istedikleri havuzlarda, kendi nefeslerinden doğan dalgalardır.
    Bizim gibi, insan mutluluğunu matematikte ve matematiksizlikte aynı ölçüde kulaçlamak istemiş, çam ağacı ve atkestanesi torunları, romantizme gerek göstermeyecek kadar, okyanus dalgalarıyla da flört etmeye çalışmışlardır. En azından kimseye muhtaç olmamak için, askerlik arkadaşlarının Tanrı sayıldığı kurumlarda; ayda imzasız yetmiş iki yazı yazmış ve çok daha sıkıntılı yerlerde de, "Nar Çekirdekleri"ni yazmışlardır.
    Bu kitaplardan büyük bir bölümünün aslan payını ise; "bas bas tükenmez" ayıbını, firmalarına layık görmüş, ekmek içi suratlı insanlar yürütmüştür. Halen de yürütmektedirler. Bir gün belki bu dubarayı da bilen bir yaptırımcı dost çıkar:
    - Utanmıyor musun ulan bu adamın kitaplarını on beş yıldır çalmaya, der...
    Yahut çıkmaz...
    ***
    Çocukluğumun arkadaşı son atkestanesiyle, son çam ağacının da nasıl baltayla yıkıldıklarına, dün bir rastlantı olarak tanık oldum. Köklerinin kesik yerleri şu anda bembeyaz duruyor. Gövdeleri de budanıp üst üste konmuş. Kara kara uyuyorlar...
    ***
    Üç yaşındayım. Bir yazı makinesi var. Tuşlarına pata küte vuruyorum...
    Asıl yazmak istediğim de zaten budur.
    Benim fukara çam ağacıyla kimsesiz, yarı kurumuş atkestanesine de, zaten başka nasıl ağıt yazılabilir ki?

    çetin altan
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük