dostoyevskinin en güzel eserlerinden biridir. kitabı okurken bir bakarsınız dalıp gitmiş kendinizi, etrafınızı sorgulamaya başlamış olarak bulursunuz kendinizi. kitapta yazan her bir cümle ayrı ayrı alınıp üzerine düşünülesidir.
--spoiler--
Aslınsa benim ne istediğimi biliyor musun? Hepinizin canı cehenneme! Rahatlık, sakinlik istiyorum! Kendi huzurum için bütün dünyayı beş paraya satarım ben. Beni kıyametin kopmasıyla çaysız kalmam arasında bir seçime zorlasalar, dünyanın batmasını umursamaz, çayımdan vazgeçmeyeceğimi haykırırdım.
--spoiler--
--spoiler--
Yağmur yağarken böyle bir saray yerine, bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için oraya sığınırdım. Ama kümes beni yağmurdan korudu diye de ona minnettar kalıp, saray gibi görmem doğrusu. Bana gülerek, böyle bir durumda kümesle sarayın arasında bir fark olmadığını söyleyeceksiniz. "Evet, yaşamda tek amacımız ıslanmamak olsaydı, söylediğiniz doğru olurdu." diye cevap veriyorum size.
--spoiler--
--spoiler--
insanların çoğu, en iyi arkadaşını alçalmış görmekten mutlu olur. Genellikle arkadaşlıkların bu temele inşa edildiğini de söylemek abartı olmaz. Bütün düşünen insanlar, bu eski gerçeği bilir.
--spoiler--
--spoiler--
"Dünya mı yıkılsın yoksa bir bardak çay mı içersin?" deseler...
"Ben çayımı içtikten sonra dünyanın canı cehenneme" derdim.
--spoiler--
--spoiler--
Geçmişe baktığım vakit, boşa harcadığım tüm anları, yaşam hakkındaki bilgisizliğim yüzünden yanılmalarla, yanılgılarla, önemsiz işlerle yitirdiğim tüm anları düşündükçe bir kan damlası yüreğimi kaplıyor. En iyiye ulaşmak için değiştireceğim kendimi. Tüm umudum bundadır.
--spoiler--
--spoiler--
Siz insanların çıkarlarının yalnızca doğal, olumlu konularla ilgili bulunduğunu, yani refahın insan çıkarlarıyla ilgili olduğunu niçin bu kadar kesinlikle düşünüyorsunuz? insan aklının çıkarlarla ilgili konularda aldandığı olmuyor mu hiç? Belki de insan yalnızca refahtan değil, acıdan da aynı ölçüde hoşlanıyor. Hatta acının mutluluk kadar yararlı olduğu bile düşünülebilir. insanın yeri geldiğinde acıyı, tutkuya varan derecede sevdiği bir gerçektir. Bunu anlamak için insanlık tarihine bakmaya gerek yok, yaşamın ne olduğunu bilen bir insansanız kendi kendinize sorun yeter. Benim kişisel düşünceme göre, yalnızca refahı sevmenin biraz ayıp yanı bile vardır.
iyi mi kötü mü olduğunu bilmem ama bazen bir şeyleri kırıp dökmenin bile kendine özgü bir tadı olabiliyor. Bu açıdan, ben ne yalnız başına refahı, ne de yalnız başına acıyı yeğlerim. Ben kişisel kaprisimden, onu istediğim anda tatmin edebilme olanağımın olmasından yanayım. Komedilerde acının yerinin olmadığını biliyorum. Acı, camdan saraylara ise tümüyle yabancıdır. Acı, kuşku demektir, yadsıma demektir. içimizde kuşku uyandıran bir camdan sarayı düşünemeyiz bile. Bununla birlikte insan gerçek acıyı tatmak istediğinden, çevresinde bir kargaşa yaratmak, yok etmek, dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz. Bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi?
--spoiler--
--spoiler--
"iki kere iki dört çekilmez bir şey. iki kere iki dört, bana sorarsanız, bir küstahlıktır. iki kere iki dört, ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükürük atan bir külhanbeyinin ta kendisidir. iki kere iki dördün yetkinliğine inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da, iki kere ikinin beş etmesidir. "
--spoiler--
--spoiler--
'' Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız. ''
--spoiler--
--spoiler--
Acaba yaradılış sebebim, varlığımın bir yalandan ibaret olduğunu anlamak mıdır? ... Kırk sene yeraltında sesimizi çıkarmayız ama bir fırsatını bulup yeryüzüne çıktık mı kimse bizi susturamaz
--spoiler--
--spoiler--
Ve kim bilir insanın ulaşmak için çabaladığı şey, hedef dediğimiz, aslında yalnızca bu hedefe ulaşmak için yürümek yani sürekli bir harekette bulunmaktan ibarettir, yani gidilen bu yol hayatın ta kendisidir
--spoiler--
--spoiler--
Nasıl yaşadığıma gelince, sizin kendi yaşamınızda yarıda bıraktığınız şeyleri ben sonuna kadar götürdüm. Üstelik sizler ödlekliğinizi ölçülü davranış sayarak kendi kendinizi aldatıp avunuyorsunuz. Bu duruma göre, ben sizden daha canlı bir insan olmuyor muyum?
Şöyle bir daha, dikkatlice düşünün! Biz bugün "canlılık" denen şeyin nerede bulunduğunu, neyin nesi olduğunu, hangi adla çağrıldığını bile bilmiyoruz. Elimizden kitaplarımızı alsalar, bir anda neye uğradığımızı şaşırırız. Artık hangi yolu seçeceğimizi, kime tutunup kimden kaçacağımızı, neyi sevip neden nefret edeceğimizi, neyi sayıp neyi hor göreceğimizi bilemeyiz. insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. "Soyut insan" diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. Biz ölü doğmuş kişileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor, bundan zevk almaya başlıyoruz. Nerdeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız.
--spoiler--
kitabın incesi makbuldür. kalınlardan daha çok şey anlatır genelde, çünkü yazarın kalın bir kitap yazma gayesi yoktur; kafasından geçeni yazmış geçmiştir. işte o kafasına göre yazan dostoyevski olduğu için manyak bir kitap!
--spoiler--
keşke boş duruşum aylaklığım yüzünden olsaydı. tanrım, o zaman kendime ne büyük bir saygı duyardım! hiç olmazsa tembelliğim güvenebileceğim belirli bir özelliğim var diye kendime en büyük saygıyı beslerdim. birisi benim için "kim bu adam?" diye sorunca "tembelin biri!" karşılığını verirlerdi. böyle bir söz duymayı çok isterdim. benim de belirli bir niteliğim, hakkımda söylenecek bir söz olacaktı. ne demek efendim "tembelin biri!" şaka değil bu bir unvandır, bir mevkidir, kusursuz bir meslektir! alay etmeyin, bu böyledir! O zaman haklı olarak birinci sınıf bir derneğe üye olur, kendi kendimi saymaktan başka bir iş tutmazdım.
--spoiler--
fyodor mihailovic dostoyevski'nin kitabıdır.
bazı cümleler insana bazı şeyleri anımsatıyor. yanımdan ayırmadığım topu topuna 144 sayfa olan eserdir.
--spoiler--
ben, kötü bir adam değildim; daha doğrusu hiçbir şey olamadım ben: ne aksi ne iyi, ne alçak ne namuslu, ne kahraman ne de korkak. Şimdi, kendi köşeme çekilmiş, akıllı olanların hayatta bir iş tutturamayacakları, tutturanların ise aptal oldukları gibi kin dolu ve saçma sapan avuntularla ömrümü geçiriyorum. Evet, 19. yüzyıl insanı en baştan iradesiz olmalıdır, böyle olmak onun için bir zorunluluktur. Çalışkan, iradeli bir adam, dar kafalıdır.
--spoiler--
--spoiler--
Gitmekle kalmak arasında bir fark yok benim açımdan.
--spoiler--
--spoiler--
yemin ederim ki, hayattaki her şeyin tam anlamıyla farkında olmak bir hastalıktır. Her şeyi ile gerçek anlamda bir, hastalık.
--spoiler--
aşık olmayı denedim, hem de bir kez değil iki kez. inanın bana korkunç acılar çektim. ruhumun derinliklerinde, çektiğim acı ile alay eden bir ses işittiğim halde acı çekmeye devam eder, üstelik deli dolu aşıkmışım gibi kıskançlık krizleri geçirirdim. bunların hepsinin sebebi can sıkıntısıydı baylar, emin olun can sıkıntısı..
yıllar geçtikçe, kafa yapınız değişip yıllandıkça, ömrün belirli dönemlerinde açıp açıp okunacak kitaptır.
örneğin sana maymunlardan geldiğimizi tanıtlamışlarsa suratını buruşturmadan kabul edeceksin bu gerçeği. vücudundaki tek bir yağ damlasının senin için yüz binlerce soydaşlarınınkinden daha değerli olması gerektiğini; erdem, sorumluluk, öteki saçma sapan boş inan denen şeylerin hep bu sonuca göre çözümlenebileceğini tanıtlamışlarsa, sen gene olduğu gibi kabul edeceksin bunu.
çünkü 2 kere 2 gibi kesin bir matematik sonuç vardır bunlarda.
isterseniz itiraz edin.
hemen "rica ederim, nasıl buna karşı çıkarsınız, bu, 2 kere 2nin 4 ettiği gibi bir gerçektir!" diye bağırırlar. "doğa size soru sormaz, onun için isteklerinizle, ya da yasalarının sizin hoşunuza gidip gitmemesiyle işi yoktur. doğayı olduğu gibi, tüm sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız. duvar, duvar demektir; duvar vardır... vb vb."
hey tanrım, eğer herhangi bir nedenle doğa yasalarıyla 2 kere 2nin 4 ettiği benim hoşuma gitmiyorsa, bana ne bu yasalardan, bu matematikten?
kuşkusuz duvarı delebilecek gücüm olmasa, mutlaka deleceğim diye üstelemem, ama önümde yıkmaya gücümün yeteceği bir taş duvarın bulunmasına da razı olamam doğrusu...
Tartışmasız Dostoyevski'nin en iyi kitaplarından biri, hatta belki kimine göre en iyisi.
Ben o kısmi geçeceğim, bilindik şeyleri tekrar yazmaya gerek yok.
Beni asıl merak ettiren, neden kitabı okuyan herkes "aa, tıpkı beni anlatmış!" diyor?
Madem herkes kitapta bahsedilen adam kadar engin bakış açısına sahip, madem herkes bu adam kadar geniş ve detaylı düşünüyor, madem herkes bu adam kadar felsefik yaklaşıyor olaylara, madem herkes bu kadar bilgi deposu, madem öyle nerde lan bu adamlar? Ya da ben mi hep 'standart' insanlarla karşılaşıyorum.
Tamam herkes içindekileri düşünceleri, birikimleri vs. dışa vuramayabilir. Ama arkadaşlar, kusura bakmayın da, burda anlatılan adamın onda biri kadar özelliği bünyenizde barındırsanız bi tarafınızdan belli olurdu.
Neyse, ben özür diliyorum, hepimiz Dostoyevskiyiz, hepimiz niçeyiz! Alayına isyan ulen!
Kitabın başında şöyle diyor dostoyevski; Benim bütün istediğim, pek yakın bir zaman öncesinin tiplerinden birini herkesin gözü önüne daha açık olarak sermektir. Ama geçmişten birini değil her an yanımızda, odamızda, ruhumuzda olan birini anlatıyor. Yirmi birinci yüzyılın bilgi kirliliği içinde kaybolan, sürekli bir şeyler için koştururken kendini kaybeden sonra da kendini değersiz, işe yaramaz, rezil bir durumda bulan bireylerin toplumdaki yerlerini görmelerini, bazen de bulundukları yerden endişe etmelerini sağlıyor.
--spoiler--
Aslında benim ne istediğimi biliyor musun?
Hepinizin canı cehenneme! Rahatlık, sakinlik istiyorum!
Kendi huzurum için bütün dünyayı beş paraya satarım ben. Beni kıyametin kopmasıyla çaysız kalmam arasında bir seçime zorlasalar, dünyanın batmasını umursamaz, çayımdan vazgeçmeyeceğimi haykırırdım.
--spoiler--
"benim kimseyi sevmem mümkün değil. çünkü benim için sevgi demek zulmetmek ve karşımdakinden üstün olmak demektir. hayatım boyunca başka türlü bir sevgi düşünemedim. şimdi bile bazen düşünüyorum da sevgi, sevdiğin kişiye, onun da rızasıyla ve haklı bulmasıyla zulmetmektir. en gizli hayallerimde bile sevgiyi mücadelesiz kabullenemedim. daima sevgiye nefretle başlayıp hükmüm altına almakla bitirdim. daha sonra da hükmüm altına aldığım kişiyi ne yapacağımı bilemedim. sonunda ahlâksızlığa vardığımda, "gerçek hayat"la ilişkimi kaybettiğimde asıl inanılmaz olan, birkaç saat kadar önce "dokunaklı konuşmalarımı" dinlemeye geldiği için onu aşağılamayı düşünmüş olmam ve aslında dokunaklı konuşmalarımı dinlemek için değil, beni sevmek için geldiğimi tahmin edemememdi."
çoğu toplumsal aksaklıkları, bozuklukları ve yanlışları birey bünyesine indirgeyerek işleyen başka bir kitap okumamıştım. Yapılan ironilerle gerçeği yansıtan dostoyevski'nin bu harikulade eseri tavsiye edilecek kitaplar listesinde tartışmasız ilk üç basamakta yer bulur kendine...
"Baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık. Değil fazlasıyla bilinçli olmak, bilincin her türlüsü hastalıktır."
"insanoğlunun gözü mutluluğunu görmez de hep üzüntüleri üzerinde durur. oysa mutluluktan da payımızı aldığımızı görmek için bir an doğru düşünmek yeter." (sayfa 116)
--spoiler--
Gerçek hayattan kopmuş biri olarak kendi köşemde, ruhen çökmüş kendi yer altımda, kendi yarattığım nefreti içime akıtarak, hayatımı nasıl perişan ettiğimi anlatmamın hoş bir yanı olabilir mi? Ayrıca romana bir de kahraman gerekli. Oysa benimkinde tam aksi; bir kahramanın karşıtı olan ne varsa özellikle bir araya getirilmiştir. Bu, bizim gibileri anlamanın en doğru yoludur.
--spoiler--