zapiski iz podpolya

entry170 galeri5
    170.
  1. pisat : yazmak.

    piski; yazıntı;

    za-piski; aslında gramerim çok iyi değil ama; bunu notlar(a) gibi anlıyorum ben. gavarit => ra-z-gavor gibi ama sanırım doğrusu.

    iz : ingilizcede bildiğimiz from, yani -den,-dan.

    pol : zemin; pod : altında; -ya; kelime nitelendiğinden ve dişi olduğundan bu eki alıyor diye düşünüyorum.

    bu arada za- prefixini, önekini araştırayım dedim; şu çıktı, korktum.

    http://www.semanticsarchi...emantics_of_Prefix_ZA.pdf
    3 ...
  2. 169.
  3. Şu kısa Roman Realizm Akımının Ve Üslubun zirvesidir. Üstat sanki beni yazmıştır. Üstad aslında benim gibi Kaybedenleri yazmıştır !
    (bkz: kaybedenler Klubü)
    2 ...
  4. 168.
  5. ne suç ve ceza ne de diğerleri. bir başkadır bu kitap.
    adamımız hastadır. aslında hasta değildir. çünkü sahip olduğu insanlık gururunu ayakta tutamayacak kadar güçsüz ve zavallıdır. güçsüzlüğünün acısını kendisinden çıkarabilecek kadar da mazoşisttir.
    ezilmek, dövülmek için can atar. sosyal statüsü kendisinden yüksek birine yol vermeyerek tatmin olur ve hatta bunu haftalar öncesinden planlarken içten içe bir deha olduğuna inanır. "herkes hayatının bir döneminde kendisini deha sanır" der pessoa.
    her şeyi anlamak aptallıktır diyen yeraltı adamının asıl derdi her şeyi anlamak değil de, kendini deha sanan o ortalama insan olduğunun ayırdına varmaktır. nesneyi kendisiyle ilişkilendirmeden düşünemeyen bir zihnin boyundan büyük laflar etmesidir bu.
    diğer insanlardan uzaktadır, bu yabancılığını, adlerci psikolojideki bu aşağılık duygusunu yine insanlardan ayrı kalarak ama bir yandan da onların üzerinde olduğunu düşleyerek telafi(compensate) etmeye çalışır. makam sahibi arkadaşlarına sesini çıkaramazken zavallı bir orospunun karşısında egosu büyüdükçe büyür, saatlerce nutuk çektikten sonra başından savar kadını. aşık olamaz, sevemez. kendi üzerine kapanıp düşünmekten dış dünyayı olduğu gibi algılayamaz hale gelmiştir. durmadan bir yorum katar dünyaya. şimdi dünya ona karşıdır, az sonra dünya onun yanındadır.
    elbette böyle bir adamın derdi mutluluk değil, hakikat olacaktır. acı çekerek doyum sağlayan bir insanın mutluluk peşinde koşması komik olurdu. hakikat dediği de varolacak bir durak değil, yolcuğun ta kendisidir. peki yolculuk nedir? acı çekmek. işte kendi içindeki kısır döngünün zavallı kahramanıdır yeraltı adamı.
    1 ...
  6. 167.
  7. Kısadır Lakin Şu Ana Kadar okuduğum En Sert Romandır.Bu Romanın sertliğini tasvir etmek için rahatlıkla Vodka Benzetmesi yapılabilir.Dosdoyevski'nin Birçok Romanını okudum Ve şunu düşündüm Acaba Üstad Hiç gülmüş mü.işin tuhaf kısmı ruslar Toplumsal olarak da Biraz daha karamsardırlar sanırım iklimden kaynaklı.Romanın En büyük özelliği Her cümlesi Tıpkı Hayat kadar gerçektir ve Samimidir.Bu cümleler Ölmeden önce Mutlaka okunmalıdır kanaatindeyim.
    0 ...
  8. 166.
  9. biran küfür var sandım. "sen kime 'anan' diyon oç?!" diyecektim, sakinim.
    2 ...
  10. 165.
  11. 164.
  12. ilk bölümü (Yeraltı) iç monolog olduğu için ağırdır. ikinci bölümü (Sulusepken e dair) ise efsanedir. inanılmaz etkileyicidir. Bence ikinci bölümü okuduktan sonra ilk bölümü okumak daha hoş olur.

    Asosyalizmin başyapıtı olarak değerlendirilebilir. Ömrümde hiçbir kitap beni bu kadar yakından anlatmamıştı.
    2 ...
  13. 163.
  14. --spoiler--
    ama yeter artık; "yeraltından" daha fazla yazmak istemiyorum.
    --spoiler--

    dostoyevski'nin kendi tarzını ortaya koyduğu ilk eseridir. kendi tarzından kastım başka yazarlardan etkilenmemiş biçimde yazmak.
    0 ...
  15. 162.
  16. Kitabı okuyan hemen herkese göre kitap kendilerini anlatmıştır. Aslında kendilerini degil,olmaya korktukları kişiyi,içlerinde bir yerde saklanan kişiyi,bastırdıkları,dışladıkları kişiyi anlatmıştır.
    1 ...
  17. 161.
  18. lisedeki arkadaşlarının hepsi mevki, makam ve şöhret sahibi olmuş, kendisi öğretmen olmuş bir kıskanç budalanın hikayesi.
    1 ...
  19. 160.
  20. 2 günde 3 kere okuduğum kitap. Özellikle ilk bölümü arada açıp okunmalıdır. Filmini izlemeseniz de olur.
    Okuduğum hiçbir kitapta bu kadar fazla not almamıştım.

    insan olmak, gerçek insan, etiyle kemiğiyle insan olmak bile ağır gelir bize. Utanırız bundan, insan olmayı yüz karası sayarız, benzeri olmayan toplumsal birtakım insanlar olmak için çabalarız. Ölü doğmuş insanlarız biz ve uzun zamandır canlı babaların çocukları değiliz, giderek daha çok hoşlanıyoruz böyle doğmuş olmaktan. Zevk duyuyoruz  bundan. Çok yakın bir gelecekte bir şekilde düşüncelerden doğmanın yolunu bulacağız.

    Evet efendim, ondokuzuncu yüzyıl adamı en başta karaktersiz olmalı, böyle olmaya manen mecburdur. Karakter sahibi, çalışkan bir insansa oldukça dar kafalıdır. Kırk yıllık bir ömrün sonunda bu inanca vardım.

    Uygarlık, insanı daha çok kan dökücü yapmadıysa bile, en azından, eskiden olduğundan daha iğrenç, daha kötü bir kan dökücü yapmıştır. Eskiden kan dökmede bir adalet arayışı vardı ve insanlar öldürmeleri gerekenleri vicdan rahatlığıyla yok ederlerdi. Günümüzde ise, kan dökmeyi iğrenç kabul etsek de, bu iğrençliği eskiden olduğundan daha çok yapıyoruz. Bu ikisinin hangisi daha kötüdür ?

    Çıkar! Nedir bu çıkar dedikleri? Peki, bir insanın çıkarının nerede olduğunu açıklamak sorumluluğunu üzerinize alabilir misiniz? Ya, bir insanın çıkarı kimi zaman (yalnızca belki değil, kesinlikle), kendi için kötü olanı istemesindeyse? Yalnızca, herhangi bir sınıflandırmaya değil, hiçbir sınıflandırmaya girmeyenleri yok mudur bu çıkarların?

    Mantıksızlık, ahlaksızlığın bir sonucudur.

    Bilinçli bir insanın kendine güvenmesi olacak şey midir ?

    iyiyi, "yüce ve güzel her şeyi" anladıkça bataklığıma daha çok batıyor, canlılığımı daha çok yitiriyordum.

    Her zaman sağlam kalacak olan, yani gizliden de olsa dilinizi çıkaramayacağınız, nanik yapamayacağınız sırça köşklere inanıyorsunuz siz. Oysa ben, belki de kristal oldukları, hiçbir zaman yıkılmayacakları ve onlara gizliden de olsa dilimi çıkaramayacağım için korkuyorum onlardan.

    Gördünüz mü işte: Sırça köşkün yerinde bir kümes olsaydı ve yağmur yağsaydı, ıslanmamak için o kümese girseydim, gene de, beni yağmurdan koruduğu için minnettarlığımdan, kümesin bir sırça köşk olduğunu söylemezdim. Gülüyorsunuz, hatta bu durumda kümesle saray arasında fark olmadığını söylüyorsunuz. O zaman, "Evet," diye karşılık veririm size, "yaşamanın amacı yalnızca ıslanmamak ise,haklısınız."

    Dilimi hiçbir zaman çıkarmak istemeyeceğim bir bina yapılacak olsa, yalnızca minnettarlığımdan, dilimi bile keserdim.

    Her insanın hatıraları arasında herkese anlatmadığı, yalnızca dostlarına açtığı şeyler vardır. Ama dostlarına bile açmadığı, yalnızca kendine (o da sır olarak) açtığı şeyler de vardır. Nihayet  bazı şeyler de vardır ki kendine açmaya bile korkar onları.

    "Kolay kazanılmış bir mutluluk mu, yoksa insan ruhunu yücelten bir acı mı? hangisi iyidir?"

    insanoğlunun gözü yalnızca acılarını görür, mutluluğunu hiç görmez. Ama gerektiği gibi görebilseydi, mutluluktan da payını aldığını görürdü.

    Mantık ancak insanın düşünme yeteneğinin gereksinimini giderir, oysa istek hayatın herşeyidir.

    insanoğlu yaratmayı ve yol açmayı sever, kuşku edilemez bundan. Peki neden aynı zamanda yıkmayı, kargaşayı da sever? Yıkmayı, kargaşayı içgüdüsel olarak sevmesinin nedeni sakın, yaratmakta olduğu yapıyı tüketmekten içgüdüsel olarak korkmasından olmasın? Nereden biliyorsunuz, o binayı belki kesinlikle yakından değil, yalnızca uzaktan seviyordur?

    insanoğlu hercai gönüllü, yakışıksız bir yaratıktır ve satrançta olduğu gibi tek istediği de hedefin kendisi değil, ona varmak çabasıdır.

    iki kere ikinin dört ettiği konusunda sizinle  hemfikirim, harikulade bir şeydir  bu. Ama övecek olduktan sonra, iki kere ikinin beş ettiği de kimi zaman son derece sevimlidir.

    Zaten iki kere iki, hayatın değil baylar, ölümün başlangıcıdır.

    Yemin ederim size baylar, fazla bilinçli olmak bir hastalıktır. (farkındalık, hastalıktır.) Sıradan bir bilinç, insanın yaşamı için fazlasıyla yeterlidir.

    Oysa çamura batmanın bile bir anlamı olmalıydı.

    Acı çeken insan, inlemekten büyük bir zevk duyar; eğer duymasaydı inlemesini rahatlıkla durdurabilirdi.

    Erkeklerinden hiçbirinin, kucağında çocuk olan bir kadına kötü gözle bakacağını zannetmiyorum.

    Kızının sevdiği erkek bir babaya her zaman için kötü görünür.

    Karıkoca birbirini seviyorsa, aralarında nelerin geçtiğini hiç kimse, hiç kimse bilmemelidir. Aralarında nasıl bir kavga geçmiş olursa olsun, öz annelerinden bile onlara hakemlik yapmasını istememelidirler. Kendi hakemleri kendileri olmalıdır.

    "Evet, her zaman istediğimi yapacağım. istemediğim bir şey uğruna hiçbir şeyi, en ufak bir hevesimi dahi feda etmeyeceğim.tüm içtenlikle istediğim şey ,insanları mutlu etmek.bu sayede mutlu olacağım. ben! durabiliyor musunuz beni , yeraltındaki kovuğunuzdan?"

    "Şurası kesindir ki, biz, acıyı tutkuya varan bir sevgiyle severiz. bunu anlamak için dünya tarihine başvurmaya gerek yok, eğer siz de bir insansanız, azıcık da olsa yaşamışsanız, kendinize danışın yeter."

    "hayallerde aşkı en güzel şekilde yaşamak bana yeter, gerçek hayatta bir sevgilimin olması benim için bir lükstür. evet lükstür."

    Peki, ne diye bazen içimiz içimize sığmaz olur, tersleşir, türlü tutkulara saplanırız? kendimiz de bilmeyiz bunun nedenini. eğer bu saçma sapan tutkularımız, isteklerimiz yerine getirilirse, bundan en çok zarar görecek olan gene biz oluruz. örneğin, bir deneme olsun diye, içinizden birine daha çok serbestlik tanıyın; ellerindeki bağı çözüp yaşama alanını genişletin, kimseye bir bağlılığı kalmasın. işte o zaman bakın, göreceksiniz ki bağlanmak isteyen gene kendisi olacaktır.

    iğrenç bir Petersbug gecesinde köşeme dönerken aşırı iğrenç, aşağılık, gizli bir haz duyuyor; ve o gün de bir alçaklık yaptığımı, yapılanı bir daha geri çevirmenin olanaksız olduğunu düşünüyor, içim içimi yiyor, bu yaptığım için gizliden, kendi kendimi dişlerimle kemiriyor, başımın etini yiyor, kanımı emiyor, bunda öylesine ileri gidiyordum ki, sonunda acı, içimde iğrenç, yüz karası, lanetli bir hazza, nihayet kararlı, ciddi bir zevke dönüşüyordu! Evet, zevke, zevke! Israrlıyım bunda! Başkaları da aynı zevki duyuyor mu?

    Bu zevk özellikle, alçalıp küçülmenin bilincine tam anlamıyka varmaktan geliyor; artık son duvara tosladığını hissetmekten, bunun iğrenç bir şey olduğunu, ama bunun başka türlü olamayacağını bilmekten; başka bir çıkışının olmadığını, ARTIK BAŞKA BiR iNSAN OLAMAYACAĞINI, biraz daha zamanın ve inancın olsaydı; değişmek isteseydin (istesen bile  bunun için bir şey yapmak istemezdin); çünkü olmak istediğin öyle birinin var olmadığını anlamaktan...

    En önemlisi nihayet gerçekleşen de, bütün bunların güçlü bir bilincin olağan, asıl yasalarına göre gerçekleştiği ve bu yasaların akışının doğrudan sonucu olduğudur. Dolayısıyla, burada değişme söz konusu olamaz. Daha doğrusu, elinizden bir şey gelmez.

    Söz gelimi, güçlü bir bilincin sonucu şöyle olur: Evet, bir alçaksın; bir alçak için de kendisinin gerçek bir alçak olduğunu hissetmek bir tesellidir.

    Doğrusunu isterseniz, öyle anlarım olmuştur ki, biri bana tokat attığında, buna sevindiğim bile olmuştur. Çok ciddi  söylüyorum bunu. Sanırım, bunda da bir çeşit zevk, yani umutsuzluk zevki buluyorum. ÇÜNKÜ UMUTUZLUKLARDA ZEVKLERiN EN YAKICISI BULUNABiLiR. Özellikle, durumunun çaresizliğinin tam anlamıyla bilincindeyse insan.

    Olağan bir insanı ölesiye kıskanırım. Evet, aptaldır, bu konuda sizinle tartışacak değilim, ama olağan bir insan aptal olmak zorundadır belki, nereden biliyorsunuz?  Belki çokta güzel bir şeydir bu. Kötülüğe ve kuşkuya inanmamın bir başka nedeni de, sözgelimi, doğanın bağrından zorlanarak doğmayan, imbikten geçirilmiş olağan insanın antitezi olarak kötülüğün, yani kuşkunun yaratılması ve imbikten geçirilmiş bu insanın, antitezinin karşısında kimi zaman çaresiz kalması, kendini bütün zekasıyla, içtenliğiyle birlikte, bir insan değil fare olarak görmesidir. Varsın güçlü bir bilinci olsun farenin, ama gene de bir fare değil midir? Oysa burada insan, dolayısıyla da... falan filan. Önemli olan, onun kendisinin de bir fare olduğunu kabullenmesidir. Bunu kimse istememiştir ondan. Can alıcı nokta buradadır işte. Şimdi bu farenin neler yaptığına bakalım.

    Tutalım ki o da gücenmiştir (aslında hemen her zaman gücenir)ve intikamını almak istemektedir. Onun içinde biriken hınç bir l' homme de la nature et de la verite'in içinde birikenden daha güçlü olur. Kendisini küçük düşürene aynı biçimde karşılık vermek için duyduyu iğrenç, aşağılık istek belki l' homme de la nature et de la verite'den daha çok kemirecektir içini. Çünkü  l' homme de la nature et de la verite doğuştan gelen aptallığı nedeniyle, intikam almanın doğal hakkı olduğunu düşünür. Oysa üstün bilinçli fare bu halkı yadsır. Sonunda sıra eyleme, intikam almaya gelir. Zavallı fare başlangıçtaki iğrençliğinden sonra çevresini ayrıca sorularla, kuşkularla, başka bir sürü iğrençliklerle kuşatmıştır.

    Bir soruya, cevabı olmayan öylesine çok soru eklemiştir ki, ister istemez, kuşkularından, heyecanlarından oluşan bulanık, pis kokan, çamurlu bir suyla kaplamıştır dört yanını. Bu pis kokan, bulanık çamurlu suyu onun üzerine dökenler, çevresindeki yargıçlar, müdürler, ona kahkahalarla gülen dürüst insanlardır. Kuşkusuz, farenin bu durumda yapabileceği tek şey, ayakçığını "boş ver" anlamında sallayıp, kendinin de inanmadığı yapmacık, küçümser bir gülümsemeyle, utançla deliğine sıvışmaktır. Orada, iğrenç, leş kokan berbat yeraltındaki yerinde bizim hakarete uğramış, aşağılanmış, alaya alınmış sıçanımızın içi kısa zamanda soğuk, zehirli, en önemlisi de hiç bitmeyecek bir kinle dolar. Uğradığı hakareti, yüz kızartıcı en küçük ayrıntısına varana kadar sürekli hatırlayacak, her hatırladığında da onlara yüz kızartıcı, olmadık ayrıntılar ekleyecek, kendi hayal gücüyle içini daha büyük bir öfkeyle dolduracaktır. Kurduğu hayallerden kendi de utanacak, ama gene de hatırlayacak, gözünde her şeyi canlandıracak, "Bunlar da olabilirdi," diye düşünerek aklına oladık şeyler getirecek ve hiçbirini affetmeyecektir. Belki öcünü almaya kalkışacaktır da, ama bunu, zaman zaman, küçük küçük, gizli gizli, öç alma hakkı olduğuna, öç almayı başarabileceğine inanmadan, üstelik  bu girişiminde kendisinin, öç alacağı insandan yüz kat daha büyük acılar çekeceğini, adamın kılının bile kıpırdamayacağını bile bile yapacaktır.Ölüm döşeğinde tekrar hatırlayacaktır her şeyi.

    Sözünü ettiğim o tuhaf zevkin özü buradadır işte: Özellikle, o iğrenç yarı umutsuzlukta, yarı inançta, kahrından kendini bilinçli olarak kırk yıl canlı canlı gömmede; zoraki yaratılmış, ama gene de bir ölçüde durumunun bu kuşkulu çaresizliğinde; tatmin edilmemiş, içine işlemiş isteklerin zehirinde; yıllarca alınan kararların hemen arkasından gelen pişmanlıkların sarsıntılı tereddüdünde. Bu öylesine ince, kimi zaman öylesine anlaşılmaz bir bilinçlenmedir ki, azıcık dar görüşlü, hatta sinirleri sağlam sıradan bir  insan hiçbir şey anlamaz ondan...

    Bir adam tanımıştım, sürekli olarak Lafitte şarabından iyi anladığıyla övünür dururdu. Bunun, kendisinin belirgin özelliği olduğunu söyler ve bundan asla kuşku etmezdi. Adamcağız sonunda sakin bir biçimde değil, kendisiyle gurur duyarak öldü. Bunda tam anlamıyla haklıydı da...
    2 ...
  21. 159.
  22. ilk okuduğum zaman bana sıkıcı gelen ama buna rağmen okumaya çalışıp bitirebildiğim roman.
    ama hedefim burdaki entrylerden de anlaşılacağı gibi bir daha okumam gerektiğini düşündüğüm kitap.
    1 ...
  23. 158.
  24. kitabın ilk cümlesi "ben hasta bir adamım" diyerek başlıyor..

    geriye kalan cümleleri dinlerken bu şekilde dinlemeyi tercih etmemiz isteniyor mu acep?
    0 ...
  25. 157.
  26. 156.
  27. "Kırkından fazla yaşamak ayıptır, aşağılıktır, ahlaksızlıktır." dedi dosto.
    4 ...
  28. 155.
  29. kendimi bulduğum kitap. yaşasa çok iyi kanka olurduk dedim bitirince.
    1 ...
  30. 154.
  31. "bir insan eğer alçak olduğunun farkında ise, bunu bilmek onu avutur. alçak olmaya hakkı olduğunu düşünür. bu onu rahatlatır."
    0 ...
  32. 153.
  33. psikiyatristlik olmamın sebebi. hayır kitap değil. içinde yazan konular
    7 ...
  34. 152.
  35. Bence hasta değil çok fazla derin ve ince düşünen bir adamın notları.
    (bkz: hasta bir adamım ben)
    1 ...
  36. 151.
  37. ''ben hasta bir adamım… kötü bir adamım. suratsız bir adamım ben. galiba karaciğerimden zorum var. doğrusu hastalığımın ne olduğunun da farkında değilim ya, hatta neremin ağrıdığını bile iyice bilemiyorum. tıbba ve doktorlara saygım olduğu halde tedavi olmuyorum ve asla olmayacağım. bir yandan da aşırı ölçüde, mesela tıbba saygı besleyecek kadar boş inançlara bağlıyım. (Boş inançlara kapılmayacak kadar tahsil gördüm, ama inanıyorum işte.).''

    her anlamda hastalıklı bir bireyin hayata tutunma çabası...
    3 ...
  38. 150.
  39. Dostoyevskinin insanlığa ayna tuttuğunu düşündüğüm kitabı.
    Yani söylediği ve size marjinal gelen şeyler aslında sizde de var..
    Sadece üstünü kapatmışsınızdır..
    2 ...
  40. 149.
  41. Bir süredir düşündüğüm kitap.
    3 ...
  42. 148.
  43. Daha geç okumalıydım. Bundan sonra okuduğum kaliteli kitaplar bile hafif geldi, basit kaçtı.

    Tam insanlardan nefret etmeye başlayıp soyutlanacağınız sıra; aniden kahpe hayata ve topluma inat, delicesine yaşama isteği uyandırmakta. Karamsarlıktan sevince, müthiş mutluluktan hüzne ani geçişler...

    Pişman olmazsınız ama bir süre tekrar açmak da istemezsiniz.

    Ama okuyun.
    6 ...
  44. 147.
  45. dostoyevski'nin ağır bir kitabıdır. sizi bilmem ben bitiremedim.
    1 ...
  46. 146.
  47. ergen ergen okunmaması gereken bir kitaptır.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük