dostoyevski'nin sürgün yıllarındaki anılarını anlattığı kitabıdır[bu kitapta ayrıca[elinden incili hiç düşürmeyen] dostoyevski'nin kararsız yaradılışı ve sinirli yapısını bulabiliriz]
piyasada genel anlamda ''ölü evinden anılar'' ve ''ölüler evindne anılar'' şeklinde yer alır. ben bu kitabı adam yayınlarından okumuştum[ki adam da bildiğim kadarıyla bu işin hakkını vermeye çalışır] bunun dışında; iskele, bordo siyah gibi yayınevleri de ''ölü evinden anılar'' şeklinde çevirmiştir ama bu yayınevleri biraz sallama çeviri ypıyorlar fikrindeyim. ama şu da bir gerçek genel anlamda ölü evinden anılar şeklinde çevrilmiş. bundan dolayı belki de en mantıklısı orjinal ismini yazmak.[roman bir yana hatta şiir çevirilerinde de birebir tercih ettiğim adamdır; özellikle ilhan berk'in rimbaud çevirisi ile tahsin yücel'in boudelaire'in paris sıkıntısı'nı işinin ehli kişilere çevirtmiştir]
her dostoyeski biyografisinde yer alan baba katilliği kavramı bir inceden göstermiştir kendisini bu kitapta. ama daha korkar dostoyeski kendi şeytanından. birine baba katili damgası yapıştırır sonra geri alır. iyi ki de öyle yapar zira devasa romanları sıradadır ve bu olgu ( baba katilliği ) o dev sayfalarda tüm görkemi ile yerini almak için beklemekte ve gelişmektedir.bir de şu var bayram gününde mahkumların sanki bir şey olacakmış güzel bir şeyler olacakmış gibi beklemeleri ama akşamın daha önce binlerce akşam gibi sıradan oluşu karşısında hırçınlaşmaları hiç bir suçu olmadığı halde salt fakir olduklarından salt okumaya geldikleri şehirde bir tanıdıkları birikimleri olmadığından öğrenci yurtlarında kalmaya mecbur olanların bazılarının o ilk zamanlarda o kimsenin birbirini pek tanımadığı zamanlarda okuldan yurda dönüşlerinde yaşadıkları boşluk duygusuna benzer. kimse hırçınlaşmasa da..
bordo siyah yayınlarının ismini ölüler evinden anılar olarak çevirdiği Dostoyevski romanı. Dostoyevski'nin hapishane yıllarının, farklı bir yazar olmak için yaşanan denneyimler bütününe dönüşmesini birinci elden gözlemleyebileceğimiz anı-roman tarzındaki kitaptır. temel olarak gerçekleri ele alsa da kurgusal yanları da azımsanmayacak kadar fazladır.
dostoyevski'nin bu kitapta '' ölüler evinden anılar'' ismini kullanması, özgürlüğü elinden alınmış insanı, ölüye benzetmesindendir. bu kitabın şu açıdan önemi büyüktür; soylu sınıfına mensup dostoyevski, hapisane yıllarında sıradan halkı tanıma, onları gözlemleme fırsatı bulmuştur. nitekim dört senelik mahkumiyet döneminden sonra; son derece olgun, halkı tanıyan bir dostoyevski olmuştur kendisi. şüphesiz bu durum onun yazarlığına ve düşünür kimliğine çok şeyler katmıştır.
Dostoyevski'nin ölü evindeki arkadaşlarını, yahut mecburi komşularını, bu kimselerle yaşadığı anıları anlattığı; bu vesile ile o kimselerin karakter analizlerini yaptığı, deyim yerindeyse ipliklerini pazara döktüğü romanıdır. Yine psikanaliz denen şeyi şaapıp bırakmıştır.
Birinci Bölüm
1-ölüler evi
2-ilk izlenimler
3-ilk izlenimler
4-ilk izlenimler
5-birinci ay
6-birinci ay
7-yeni ahbaplıklar-petrov
8-azimli adamlar-luçka
9-isay fomiç hamam-bakluşin'in hikayesi
10-noel bayramı
11-müsamere
ikinci Bölüm
1-hastane
2-hastane
3-hastane
4-akulka'nın kocası-hikaye-
5-yaz mevsimi
6-hapishanenin hayvanları
7-şikayet
8-arkadaşlar
9-kaçış
10-hapisten çıkış
yukarıda da ayrıntılı bir şekilde başlıklar halinde dile getirilen ve hapishanenin ölüler evi olarak lanse edildiği,anılardan kastın ise dostoyevskinin sürgün hayatı boyunca hapishanede yaşadıklarına denk gelen anı-kitaptır.
soylu bir kimse olarak hapse giren dostoyevski'nin, çoğu kendisi gibi olmayan binbir çeşit yapıdaki halktan,sıradan adamların derinlemesine psikolojik-karakter analizlerini yaptığı,bununla beraber özgürlük,suç,ceza,mücadele,rusya,rus halkı,insan...a dair alttan alttan fazlasıyla tespitlerini dile getirdiği kitaptır.
anı şeklinde yazılmış bir roman olmanın ötesinde dostoyevski'yi tanıma anlamında kesinlikle okunması gereken kitaptır.
--spoiler--
ama insan yedi canlıdır!insan her şeye alışan bir yaratıktır.ve sanırım bu onun en iyi niteliğidir.
mesela,on yıllık sürgün hayatımda bir kerecik olsun yalnız kalamamanın ne korkunç,ne azaplı bir şey olduğunu anlayamazdım.
genel olarak geçmişlerinden az konuşurlar,anlatmayı sevmezlerdi;besbelli geçmişi düşünmemeye çalışırlardı.
hiçbir şeye şaşırmamak,aralarında en övülecek erdem sayılırdı.
bir insanı ezip mahvetmek,ona en korkunç bir katilin bile duyunca titreyeceği kadar ağır bir ceza vermek isteyenlerin,insana yaptığı işin tamamen anlamsız,faydasız olduğu duygusunu vermesi yeterlidir.
kim ne olursa olsun,ne kadar aşağı mevkide bulunursa bulunsun,her insan içgüdüsel olarak,hatta bilinçsizce,bir onuru olduğunun unutulmamasını ister.
ama ne vurulan damgalar,ne takılan prangalar ona bir insan olduğunu unutturamaz.yani sırf bir insan olduğu için,ona da insanca davranılması gerekir.
pranga sadece küçük düşürme aracı,bir ayıp,bedene de,ruha da bir ağırlıktır.
kısacası,bir insana kendi benzerine fiziksel ceza verme hakkının tanınması topluluğun yaralarından biridir;bu yara bir yandan o topluluktaki özü ve vatandaşlık duygusunu kemirirken,öte yandan da önüne geçilmez bir düzensizliğe de yol açar.
biz de yaşıyoruz işte...günahlarımızla tanrı'nın göğünü karartıp duruyoruz.
--spoiler--
insan ruhunun her katmanında gezinen dostoyevski romanı. sibirya sürgünü, hapishanede tanıdığı insanlar belki de günlük hayatta karşılaşılamayacak kadar değişik karakterlere ve yazgılara sahip olduğundan bir nevi ruhlar müzesidir, giriş suç ve cezaya; çıkış sabır ve umuda tabidir.
--spoiler--
belki yanılıyorum ama düşünceme göre, herhangi bir kimse hakkkında, sadece gülüşüne bakılarak karar verilebilir. onun için tanımadığınız birinin gülüşü daha ilk karşılaşmanızda hoşunuza giderse, karşınızdakinin iyi bir adam olduğunda tereddüt etmeyiniz.
--spoiler--
--spoiler--
tobolsk'ta iken, ünlü bir haydut elebaşı görmüştüm, tam anlamıyla vahşi bir hayvandı. görür, görmez, tanımadığınız halde, karşınızda korkunç bir yaratık bulunduğunu anlardınız. onun için ruh alemi diye bir şeyin olmayışı, insanı adeta ürkütüyordu. bu adamda beden ruhu o derece sindirmişti ki ilk bakışta, kendisinde hayvanca zevklere karşı doyulmaz bir hırsla korkunç bir şehvetin yüzde yüz egemenliği sezilirdi. eminim ki bu haydut korenev, insanları kılı kıpırdamadan doğradığı halde, ceza karşısnda iyi pes eden ve tırsan korkağın biriydi.
orlov ise, onun tam tersiydi. bu adam ruhun beden üzerinde kazandığı zaferin canlı bir örneğiydi. onun kendinden başka kimseyi dinlemediği, her türlü cefayıi cezayı küçümsediği, dünyada hiçbir şeyden korkmadığı belliydi. onda anca bitmek bilmeyen bir enreji, sürekli bir çalışma, öç almak için büyük bir hırs görebilirdiniz. yalnız onda her zaman görülen garip bir büyülenme hastalığı çok tuhafıma gitmişti. orlov, herşeye çok yüksekten bakıyordu. hem bunu çaba harcayıp kendini zorlayarak değil, çok doğal olarak yapıyordu. bana öyle geliyor ki orlov'a sadece kişisel üstünlüğüyle hakim olacak bir güç dünyada yoktu. her şeye büyük bir soğukkanlılıkla bakıyor, dünyada onu şaşırtacak bir şey yokmuş gibi davranıyordu. orlov, zeki, geveze olmamakla beraber garip şekilde tok sözlüydü.
--spoiler--
--spoiler--
ali'nin cezaevindeki her türlü ahlak dışı hareket veya haksızlığa duyduğu öfke, güzel gözlerinin içindeki vahşi parıltıdan kolayca anlaşılırdı. bu parıltı gözlerini bir kat daha güzelleştirirdi.
--spoiler--
--spoiler--
insanlar arasında ince ve güzel yaratılmış, sahip olduğu erdemler yönünden zengin öyleleri vardır ki, zamanla onların da değişip bozulabilecekleri imkansız gibi görünür. onlar için gönlümüz her bakımdan rahat olabilir.
--spoiler--
--spoiler--
diri olarak gömülen, mezarda kendine gelince tabutun kapağını yumruklar, oradan kurtulmaya çalışır.
--spoiler--
--spoiler--
duyduğuma, okuduğuma göre, başkasına karşı çok büyük bir sevgi duymak, biraz da ona karşı bencil olmakmış.
--spoiler--
--spoiler--
içinde birtakım aşırı istekleri, gizlediği belliydi. bununla birlikte, kömürlerin yanması küller altında oluyordu...
--spoiler--
--spoiler--
her insan, kim olursa olsun, ne kadar aşağı konumda bulunursa bulunsun, içgüdüsünün etkisiyle hatta bilinçsizce, kendisinin de bir gururu olduğunun göz önünde tutulmasını ister.
--spoiler--
--spoiler--
zulüm, bir alışkanlıktır, insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalık halini alması mümkündür. sarsılmaz inancıma göre, en iyi bir insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece hımbıllaşabilir. kanla, elindeki kudretle aklı başından gider. hoyratlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir. aklı, duyguları asla doğal olmayan hareketleri doğal görür; sonunda bundan zevk almaya başlar. böylece bir zalimde hem insanlık hem de vatandaşlık tümüyle yok olmuştur. artık onun yeniden şerefli bir insan olmasına, pişmanlık duyup eski hayata dönmesine hemen hemen imkan yoktur.
--spoiler--
"Mesela, bana oradaki angarya bile o kadar ağır, o kadar sürgün işi gibi gelmedi; ama epey zaman geçince, bu hizmetin ağır, sürgün işi görünmesinin, güçlüğünden, aralıksız sürüp gitmesinden değil, mecburi oluşundan, zorla ve sopa tehdidiyle yapılmasından ileri geldiğini anladım. Bir köylü dışarıda belki daha çok çalışır, hatta yazın geceleri bile didinir, ama o kendisi için ve makul bir amaçla çalışır; bu sebeple, onun çalışması zoraki ve kendi gözüyle faydasız gördüğü sürgün işinden daha kolaydır. Bir keresinde aklıma şöyle bir fikir geldi: Bir insanı ezip mahvetmek, ona en korkunç bir katilin bile duyunca titreyeceği kadar ağır bir ceza vermek isteyenlerin, insana yaptığı işin tamamen anlamsız, faydasız olduğu duygusunu vermesi yeterlidir. ..."
kitabı okuyunca hapishanede oolan sanki sizmişsiniz gibi bunalıyorsunuz. dostoyevki güzel bir şekilde yinr psikolojik analizleini yapmış bulunuyor-ki bunu bazen abartıp kendi kedisine çelişkiye düşüyor. bir de neden mahkumları bize acındırıyor ki kitabın sonunda? adama madalya mı takılsın birini katletti diye, ha dostoyevski? o mahkumun yaktığı, mahvettiği yaşamların karşılığı ne olacak? bu yüzden onların hak ettiği yer elbette hapishane, hatta idam!
türkiye de hak ettiği değeri göremeyen, dostoyevski nin hapis ve sürgün yıllarında biriktirdiği anılarını belirli ölçülerde senaryolaştırarak kaleme aldığı müthiş eseri. türkiye de hangi eser hak ettiği değeri görüyor ki?
romanda bahsedilen karakterler teker teker ele alınmalı. ben birkaçından bahsedeyim. mesela akim akimovich in bulunduğu hapishane koşullarıyla özgür yaşam arasında fark görememesi, petrov un fazlasıyla gizemli karakteri, rusçayı incil okuyarak öğrenen tatar müslümanı aley. kitabın sonlarındaki tespit romandaki kahramanları anlatmak için en ideal olan aslında.
--spoiler--
bu insanlar sıradan insanlar değildi. belki de bizim insanımızın en yetenekli ve en güçlü olanlarıydılar. ama güçler insafsızca, bir daha düzeltilemez bir şekilde ziyan olup gitmeye mahkum edilmişti.
--spoiler--
dostoveyski nin hapishane hayatını tüm gerçekliğiyle anlattığı eseridir. Eserde farklı hayatlardan bahsetmiştir. Okurken sıkılırsınız ama özgürlüğün değerini de anlamış olursunuz.
dostoyevski nin ezilenler eserinin yanında biraz çırak işi gibi duran kitaptır. bana göre gelmiş geçmiş en büyük yazar olan dostoyevski nin bu romanı okunması açısından da en ağır ilerleyen kitabıdır.
Kitabı okuduğumda dostayevski bunları yaşamadan yazamaz demiştim.Daha sonra öğrendiğimde ise hakkaten bütün hepsini yaşamış fakat Alexander kesinlikle dostayevski değil bana göre.Kendisi de olmadığına dair yeminler etmiş zaten.Fakat kurgusu ve anlatım tekniğiyle Benim için Suç ve Ceza'yı geçmiştir.