gitmenin, gidilmenin zamanı zamanlaması zaten tahmin edilemez. bunu tahmin eden kişi şans oyunlarını zaten gözü kapalı bilebilir. zamanını kestiremezsin.
bana ömer hayyam'ın bir sözünü hatırlatan aslında derinden hissettiren gerçek, cesur ve bilge bir aşığın, aşkı yaşayışını anlatan bir öykü.
''Zamanın iki yüzü, iki boyutu var. Uzunluğu güneşe genişliği tutkulara uyarlanmış. ''
evet öyküdeki kadın için de öyle:
--spoiler--
Zamanı ne kadar kısa olursa olsun, harekete geçmek için diyalog kurup derdini anlatmaya ihtiyacı yoktu. Kaldı ki bakışlarıyla uzun uzun cümleler kurduğunda, onu anlamayacak bir erkek asla hikayesinin başrolüne yakışmayacaktı.
Ama o yine yanılmadı. iki çift göz, birkaç güne sığdırılmış sayılı dakikada, yazıya döküldüğünde tüm derinliğini kaybedecek bir roman yazmaya başladı.
bence yazarımızın kaleme aldığı, belki de ruhunu kelime kelime akıttığı öykü de aynı hayyam'ın dediği gibi; tutkularla, aşık bir kadının hem de yanmaktan korkmayan aşka hakkını veren aşık bir kadının tutkusuyla genişlemiş, özel bir öykü.
sonundaki cümleler de aşkı taçlandıran bizleri keşke ya da acaba girdaplarında her dokunuşta yaralanmaktansa; korkusuzca tutkunun ve aşkın ateşinden yanmaya çağıran bir davet:
--spoiler--
Ama o, yine, yaşadığı onca şeye rağmen kaybetmediği umuduyla; dışardan bakıldığında 'imkansız' gibi görünen zor ve tehlikeli yolu tercih etti
Çünkü ona göre zaman hiçbir şeyin ilacı değil, kendi ilacını bulana kadar geçen süreydi ve aşırı dozdan ölse de bu içinde bir ukdeyle yaşamasından iyiydi. Ve ateş, havayla buluşup ikisinin benliğini kızıl bir tutkuya meyletmeden önce asla küle dönüşmemeliydi.
--spoiler--
turgut uyar'ın çok güzel söylediği gibi ; ''çünkü aşk bir suçlamadır/sonuna kadar yaşanmamışsa''.
ilham melekleri aşkla yazarımızın kaleminden bizim gönüllerimize süzülmeye devam etsin...