"zaman la aram hep karşılıklı ve sevgi ve saygı içerisinde oldu" demişti yılarca. "ne ben zaman a saygısızlık ettim. ne de zaman bana."
uyuyor şimdi karşımdaki melek. onlarca cihazla bağlanmış bir yerlere. yarım saat önce doyana kadar ağladım başucunda. hastane kapısındaki yaşlı kadından aldığım bir demet nilüfer yatağının başucunda. sol eli ise ellerimin arasında.
"lütfen ağlama" dedi. "hiçbir rahatsızlığım yokmuş. inan bana. doktorlar öyle" dedi, demişti uyumadan önce. inandım kendisine. inanmamak gibi bir ayrıcalığım yok ki zaten. kendisi ağlamadı bugün hiç. ben çok küçükken evde ağlarken bulurdum bu meleği. dizinin dibine kıvrılır ağlardım o'nunla birlikte. sormazdım neden ağladığını. ertesi gün öğrenirdim gerçeği. ve, bir önceki gün saatlerce asğlamamızın nedenini. ya mahallede yaşlı birisi vefat etmiş olurdu onun için ağlardık. ya da genç bir kız nişanlanırdı.
bugün dökmemişti gözyaşlarını. zaman a bırakmıştı her şeyi. teşhis konulamıyor hastalığına. yıllar önce, ben çok küçükken bir keresinde duymuştum ama doktor un babama söylediği tek kelimelik cümleyi.