benim ilk yaşadığım ev gecekondu bile değildi valla.şöyle anlatayım ev sahibi evin bir kenarından çıkan çıkıntıyı eve dönüştürmüştü.köyden yeni gelmişiz,para yok ,mecburen iki sene çatısı ve doğru düzgün duvarı olmayan bu yerde kaldık. evde kriş, kolon falan yoktu, kalaslarla tavan tutturulmuştu. uyuduğumuz yerde koça lağım farelerinin o kalaslar boyunca yürümesini seyrediyorduk sessizce. her an üzerimize düşme tehlikesi olan sıçanların bu ip cambazlığını bize yaptıkları bir gösteri olarak düşünüyorduk salak kardeşimle ben. çoğu zaman da çığlık çığlığa anne,babamın yatağında buluyorduk kendimizi. iki kardeşten fazla kardeşimiz olmamasında bizim sürekli anne,babamızın arasında yatmasının payı elbette ki çok büyüktür. güzel günlerdi, diyemiycem,iğrençti,tuvalet bahçede ortak kullanılıyordu.neyse sizi daha fazla kasmayayım gençler, yaşandı bitti.önümüze bakalım. önümüz derken kendi önümüze değil tabi.
tuvaleti dışarda olan bir evde yaşamışsa bide tadından yinmez. *
sobanın üzerinde mis gibi yufka kızartıp yiyen,
kestaneleri patlatan,
sobaya tükürüp cızırtısını dinleyen çocuktur.
tuvalete giderken göt korkusu yaşayan, götü donan, birde nerden geldiyse götüne çalı batan çocuktur.
elma ağacına dalarken kolunda kocaman tırtılla tanışan,
iğde ağacının altında geberene kadar iğde yiyen,
bahçedeki toprağı eşeleyip solucan çıkaran,
öldürdüğü arı, sinek, karınca gibi hayvanları gömen çocuktur..
maç yaparken; şekerle ya da yoğurtla ya da salçayla ekmek götürür annesi ona.