zarar görünlen bir olayin sonrasinda veya bir yakininizin öldükten sonra yeni duruma adaptasyon sürecinin yasandigi andir. takvimlere bakarsiniz ya tarih aynidir yada sadece birkac gün gecmistir. size cok daha uzun zaman gecmis gibi gelir ama yalandir.
yeni kazılmış mezarın içine doğru baktığım andır, sonra hemen ilerisindeki mezar taşını gördüğüm andır ve onun diğer yanındakini ve hemen onun arkasındakini...
ortalama bir insanın hayatında zaman 1 kere de olsa durur. çeşitli nedenleri vardır bu olayın. bir kaç tanesi şu şekildedir. en azından benim bünyemde bu şekilde oluştu. neyse.
sevdiceğinin "bitti" lafını cümle içinde kullanması: "aşşkıaammm yemeğim bitti". tabii ki buradaki 'bitti' konumuzda geçen 'bitti' değil. ilişkiniz iyice dar alana sıkışır, sürekli yan top yaparsınız bir türlü atağa çıkamazsanız. rahat nefes alamazsınız. bir çözümü olmalı mutlaka ama ayrılmayı aklınıza getirmezsiniz. ama o getirmiştir hatta suratınıza dahi söylemiştir. der ki "olmuyo yapamıyorum artık, sanırım buraya kadarmış, bitti". ekran kitlenir mouse olduğu yerde kalır oynatamazsınız. sonra da mavi ekran. zaman durur...
bu örnek her bünyede geçerli olmayabilir. başkasına geçelim.
aslında çok da çalışmamıştım sınavlara ama yine de bir ümit. açyım pc yi bakacaktım sonuçlara. "yanlış görüyorum lan büyük ihtimalle" dedim içimden. aslında hepsi gerçekti kendine yediremiyosun sınıfta kaldığını. olur ya filmlerde başroldeki elemanın başına vururlar. o anda sahne oyuncunun gözünden akar. yavaş yavaş görüntü kayar gitgide flulaşır en sonunda da kararır ve biter. tam olarak böyle oldu işte. yine zaman durur...
bu da her bünyede olmayabilir. ama alttaki kesin olmuştur kandırmayalım birbirimizi.
yolda yürürken, otobüsteyken, okuldayken veya kafede otururken. saf salak çevreye bakarken işte onu görürsünüz. hayatınızda görüp görebileceğiniz en güzel varlık. o varlığı gördüğünüz an görünmeyen bir el şşrrak diye tokadı indirir suratınıza. arabaların kornalarını, çevredeki insanların seslerini duyamazsınız susmuştur herşey. yine aynı görünmeyen el bu kez kumandanın pause tuşuna basmıştır.
sana düşen "ver ulen kumandayı" deyip play tuşuna basmaktır...
tuttuğunuz takım tek farklı önde ve rakip takım maçın son dakikalarında akın akın akıyor. işte o anlar zamanın durduğu anlardır. maçı bitirmeyen hakem ise ibne hakemdir.
o zaman geçmek bilmez, saatinzdeki saniye kısmına bakarsınız:
"elli yedi hala elli yedi, hala elli yedi, elliiiiiisekiz." (tabi bu olay 60 salise içinde olmakta, ama o nöbet tutana sanki 60 dakikaymış gibi geliyor)
(edit: şaşırmayın gerçektir, askerde yaşadım bunu ben)
ağladığınız zamanlardır ,kötü zamanlardır ,geçmesini deli gibi istesekte durur sanki geçmek bilmez ,zamanın ruh haline göre değişmesi aslında çok büyük bir dezavantajdır ,süper geçen dakikalar da o kadar hızlı geçer ki insanın zihninde ,rüyaymış ,sanki hiç yaşanmamış gibi kalır.
kafaya alınan darbelerden sonraki gözlerin karardığı an. hele bir de kavgada böyle bir şey başınıza gelmişse kendinize geldiğinizde 'nerdeyim lan ben'vari bir şaşkınlık yaşarsınız.
basketbol topunun 7.kattan arabaların üzerine düşerkenki an.
--spoiler--
üniversite yıllarında kirada oturduğumuz ev 7 katlı çift daireli bir apartmanın teras katındaki birleştirilmiş olan 2 daireydi. oldukça büyüktü. önce ve arkada 2 tane kocaman balkonu vardı. ön balkonda zamanımızı geçirir; yer, içer, söyler, güler, oynardık. evet oynardık. basketbol topuyla futbol oynardık. yine oyunlarımızdan birinde -bu arada ev ön caddedeydi ve yol boyunca arabalar sıralı olurdu-, basketbol topu duvardan sekti, buraya kadar her şey normal hızındaydı, boşluğa doğru yöneldi, ardından izlemeye başladık, buralar oldukça yavaş bir seyirde seyretti, süzüldü, süzüldü artık arabalara oldukça yaklaşmıştı ve zaman durdu. o an zaman durdu. sonra topun yere çarptığında çıkardığı o muhteşem ses. ardından rahat bir nefes alma ve arkadaşlarla gözgöze geldiğimizde kopan kahkaha fırtınası.
--spoiler--
bungee jumping organizasyonunda çalışan arkadaşın ısrarları sonucu atlamaya karar verip tam atladığın anda arkadaşının arkandan seslenip lastiği gösterdiği andır.*
Güzel, bulutsuz, güneşli bir cumartesi sabahı... Kuş sesleri...
Gece 3'ü geçiyordu saat eve geldiğimde, yorgundum, öğlen 1 gibi uyandım. Hoş bir kahvaltı ettim annemlerle. Kardeşimin veli toplantısından gelmişlerdi, hocaların dedikleriyle dalga geçtik, güldük, eğlendik. Huzurluydum, bomboştum, gazete, televizyon faslından sonra odama geçtim.
Ödev mi yapsam, kuzenle sinemaya mı gitsem, kitap mı okusam diye günün planını yapmaya çalışırken birden karşı sitenin otoparkında dokuz aylık oynayan 5 çocuk gördüm.
Yatağımın ucuna oturdum, elimi pencereye dayadım, onları izlemeye başladım, içim acıdı, karnım ağrıdı, zaman duruverdi...
90'lı yıllarda çocuk olmakla, milenyum çocuğu olmak arasında kimi ortak yanlar varmış meğer, kesişim kümemizde kimi elemanlar varmış, kurallar hiç de değişmemiş. Kaleye geçmemek uğruna yaptıkları ihtiyatlı tek pasları, dışarı çıkmasın diye çektikleri çekingen şutları izledim, kaleye geçenin kısa süreli hüznünü, kaleden çıkanın coşkusunu gördüm. Mutluydular, gülüyorlardı...
Güzeldi onlar için de bu güzel, güneşli cumartesi sabahı. Benimkinden güzeldi kuşkusuz, imrendim onlara.
Büyümüştüm, yanlarına gidip 'beni de alın oyuna' deyip kaleye geçmeye takatim ve cesaretim yoktu.
Annem geldi sonra, kahve yapmış beraber içelim diye. Donmuşum ben, çözüldüm yeniden, zamanı eski haline getirdi annem.
Şu ansa kafamı uzatıp pencereden bakasım yok. Hala oynuyorlarsa üzüleceğim zira...
tutuğunuz takımın çok önemli bir maçta son dakikalara bir farkla önde giridiği ve karşı takımın ataklarını yoğunlaştırdığı andır, geçmek bilmez. tabi aynı şey karşı takım taraftarı için geçerli değildir.