Buraya kendisiyle ilgili birkaç satır bir şey yazacağım. Sonra da mümkünse adını duymak istemiyorum.
Kendisi her şeyden önce bir şairdir. şuanda da kulağımda o mükemmel olan, en sağlam dostluğumun başlangıcı olan bir şiir yankılanıyor. Ankara. Bu şiirde ne yazdıysa şuan o değil.
Diyor ki Yılmaz erdoğan, ''dağda çoban, şehirde şark çıbanı sayılan''. Köylüyü aşağılayan, adamdan saymayan bir adamın yanında saf tutmuştur şuan.
Diyor ki Yılmaz erdoğan, ''yaşayamayacağı aşkları teğet geçerken''. Aylar önce 19 yaşındaki Ali ismail Korkmaz'ın, 14 yaşındaki Berkin Elvan'ın elinden birini sevme ihtimalini alan o adamın yanında saf tutmuştur şuan ki bilirsiniz o bir insanın onu sevebilme ihtimalini sevmiştir. Ölen insanlar daha doğrusu çocuklar için bir ihtimal daha yoktur. Ölmek dahi bir ihtimal değildir artık.
Diyor ki Yılmaz erdoğan, ''buz tutardı resmi yalanlar''. Bundan iki ay önce Soma katliamında ölüm sayısının azaltılarak resmi bir şekilde açıklanmasını talimat veren, resmi yalancı bir adamın yanında saf tutmuştur şuan.
Diyor ki Yılmaz erdoğan, ''yollarına hep sevdiğimiz insanların adlarını vermediler ama biz her duvara bilvesile onların adını yazarak yaşadık.'' Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim ismini vermek isteyen bir adamın yanında saf tutmaktadır şuan.
Diyor ki Yılmaz erdoğan, ''hem neşet ertaş' ı hem bülent ersoy' u aynı anda sevmeyi başararak.'' Kendisi homofobik olan bir insanın yanında saf tutmaktadır şuan. Bülent ersoy da sevdaya dahil bu arada.
Diyor ki Yılmaz erdoğan, ''kimliği gereğinden fazla sorgulanmış, merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş, -yani sistem kendi verdiği kimliği zırt pırt geri istemektedir-.'' ''Biliyorsunuz kendisi alevi.'' ''Sivas davası milletimize hayırlı olsun.'' Yani kendisi trans bireylere tahammülü olmayan, trans bireylere iş vermeyen, homofobik, alevi ve kürt düşmanı bir insanın yanında saf tutmaktadır şuan.
Her sanatçının siyasi görüşü olabilir. Belli eder ya da etmez ama sen söylediğin şeylerin arkasında durmazsan, bu şiirde bahsettiğin ustan Ahmed Arif yerine başka ustaların yolunu yol bellersen işte biz de o zaman seni sorgularız kayıp kentin oraya buraya çekilen ne olduğu belirsiz yakışıklısı.
Kafa dergisindeki yazısında diyor ki; "Ağaçla, çiçekle konuşana manyak, hiç kimseyle iletişim kurmayan, komşusunun adını bilmeyene insan deniyor şehirde. ilk fırsatta terk et güzel kardeşim orayı".
kariyerine 1989 yılında levent kırca için muzaffer abayhan'la birlikte yazdığı gereği düşünüldü isimli oyunla başlayan 1967 doğumlu yazar, yönetmen, oyuncu.
Bir mektup yazdım Yılmaz Erdoğan'a Zarfa koymadan önce sizlere de yüksek sesle okumak istedim.
Yılmaz Erdoğan
BKM/istanbul
Bir mektubu okuduktan sonra beğenmeyip, zarfa tekrar koyup göndericisine iade etmenin hoş olmadığını bilmediğimi sanma. Ama bu sefer böyle oldu ve ben yazdığın mektubu, bu mektubumun ekinde sana iade ediyorum.
Benim hiçbir zaman senin gibi romantik bir dilim olamadı. Edebi lafları arka arkaya dizip şiir yazmasını ise hiç bilmem. Ama bu benim hassas olmadığım veya duygusuz olduğum demek değildir.
Seni anladım. Hem de çok iyi anladım. Aman! Sakın! Mütareke basının anladığı enteller gibi seni anladığımı sanma! Allah beni o durumlara düşürmekten saklasın!
Eğer bir gün görseydim seni bir şehidimizin cenaze töreninde, elinde al bayrakla en önde yürürken, "Bu Vatan Bölünmez" diye bağırken, yazdığın mektubun içindeki maddi hataların hepsini görmezden gelir, sana iade etmezdim. Derdim ki en nihayetinde 'Sanatçı kafasıdır, karışmış biraz'
Ama; Gönderdiğin kanamalı güvercindi silâhı eline alıp ilk dağa çıkan. Terörü başlatan ve devam ettiren de o oldu. Hatta terörden ekmek dahi yedi. Senin savaş dediğinin adı terördür. Savaş iki devlet arasında olur. Topraklarımız içinde ayrı bir devlet kuruldu da bizim mi haberimiz olmadı?
Senin kanamalı güvercininin elindeki keleşten çıkan mermi ile kıpkırmızı bir gül yaprağı olup düşerken Mehmetçik sahi sen ve mektupların nerdeydiniz?
Biliyor musun; öz be öz Türkçe olarak kaç ana, kaç eş, kaç evlât bağırdı; 'Söyleyin Güneşe Bu Sabah Doğmasın' diye. Sen, sahi o zamanlarda da nerelerdeydin? O Mehmetçik'lerin yüzlerine bakmaya kıyamazdın. Bahar kadar güzeldiler. Ay kadar güzeldiler. Ecelleri senin mektubunda siyasallaşmasını resmen istediğin PKK'nın ta kendisi oldu.
Bak sen bir mektup yazdın. Herkes sesini duydu. Peki sen geçen hafta Gül Hanımın sesini duydun mu? Gül Hanım bir şehit eşi. Senin bahsettiğin o mayınlarda geçtiğimiz günlerde şehit olan binbaşının ardından annesinin "Artık vatan sağ olsun demeyeceğim" demesi üzerine 'Hiç kimsenin bu anayı kınamaya hakkı yoktur' başlıklı bir yazı yazdı. Tabii Gül Hanım senin gibi ince zanaatkâr olmadığından, sesini ancak bizler duyabildik. Ne mütareke basının başköşelerine çıktı, ne de dantel misali entellerden destek alabildi…
'Zemheri soğuğunda ateşler içinde yandım' dediğinde, biz onu çok iyi anladık. Yazdıkları öz Türkçe idi. Sade Türkçe idi. 'Elimde kelimeler var' deyip alt alta dizerek şiirimsi havalar katarak, senin gibi satır arası mesajlar iletmeye çalışmadan, açıkça, mertçe yazdı. Gerçek bir Türk kadını idi yazarken. Kaçak güreşmedi senin gibi. Ağırbaşlı, vakur, efendi, sözünün ardında duran cesur bir Türk kadını Gül Hanım. Ateşin düştüğü yer Gül Hanım. Yani senin anlayacağın, şehit eşine lâyık bir Türk kadını Gül Hanım.
Sahi, senin bahsettiğin şu kürtçe ağıtlardan birini, birebir tercüme edip yollasana bana. Yayınlayalım! Gül Hanımın feryadını okuduğumuz gibi onları da okuyalım! Birkaç tanesinin çevirisi bana denk geldi, biliyorum. Onlardan olsun ama. Sakın kıvırtma! Çok iyi kürtçe bildiğinin dersini de vermişsin mektubunda.
Uzun uzun mektubunda yer ayırdığın mayınlardan sadece son bir ayda kaç asker, kaç subay şehit oldu bilir misin? Dağın tepesine helikopterle indirme yaparken aşağıya atlayan asker, mayının üstüne bastığında, ölüm nasıl gelir bilir misin? Her şeyi hayal eden beyin gücün, onu da hayal etsin bir kere. Dağın tepesine o mayınları kim döşedi? Ya da asfalta? Veyahut kuş uçmaz kervan geçmez patikalara kimler döşedi o mayınları? Mektubunda mayınları döşeyenlerin adını koymayarak, mayınlarla gelen ölümlerde orduyu da ne kadar net suçlamışsın!
'Dağa çıkmak yazgı' dediğin an mektubunda, sen de onlardan olmadın mı? Ya da yazgının mı tarifini bilmezsin? Aynı cümle içine "kışlada olmak yazgısı" kelimelerini de katarak, kelimelerinle yaptığın oyunu görmedik mi?
Kanlı terör örgütünün eşkıyaları ile bu ülkenin şerefli askerini aynı kefeye koymak seni "aydın-sanatçı" yapıyorsa ve mütareke entellerinden de destek alıyorsan eğer; senin de, entellerinin de boynunadır bu işin vebali. Masumiyetten bahseden güya masum(!) mektuplar yazarak bu vebale de bizi ortak etmeye kalkma.
Edebiyatçılardan(!) çok büyük destek alan bu mektubu, açık olarak Türk milletine yazana kadar neden dağdaki kızlarınıza bir mektup yazmadın? Senin aşk ve sevgi dilinin çok iyi olduğunu söylerler. Yazsaydın ya o kızlara; " Yakışır mı size âşıktaşlık etmek! Bir erkek evleneceği kadının yapısında asalet arar! Nezaket arar! Namus arar! Hangi erkek, soğuk dağ gecelerinde eşkıya yatağı ısıtmış, yorgun yosmayı alır? Bakın bana, evlenmek için sizler gibi dağdan bir kızı mı seçiyorum?"
Cesaretin varsa Yılmaz Erdoğan bu mealde bir mektup yaz. Senin kahramanlığını ben o zaman göreyim.
Önceden gerekli mihraklara haber verilerek desteği sağlanmış, kendi kendine sipariş ettirilmiş mektuplar yazarak, Türk Milletini ve Türk Ordusunu suçlayarak kaybeden sen oldun. Tarih senin gibi kaybedenlerle dolu.
Bir zamanlar Bir demet tiyatro adlı efsane dizisinde hırsızları, rüşvetçileri, çalanları çırpanları yerden yere vurur, harika göndermeler yapardı.. Şimdilerde ise hırsızların, soyguncuların yalakalığını yapıyor.. Ah be Yılmaz Erdoğan; nerden nereye..
devlet eliyle beslenen kürtçü faşist. cemaate sonradan kapılanmış ama kamyonla para götürmüştür. organizasyon şirketi ve başka işlerden kardeşleri, karıları, kardeşlerinin karıları trt'den her yıl milyonlarca dolar götürürler. çekmediği filmler için kültür bakanlığından teşvikler alır, bkm devlet desteğiyle ayakta durur ama bazı sivri zekalılar "devlet memuru sanatçı mı olur" diye etrafta gezer.
üzerinden yapılacak tartışmalar açısından yeni bir ahmet kaya adayı...
yarın öbür gün çıkar ağlaklar "önünde eğilmediniz, üzdünüz, yeterince vatan hainliği yaptırtmadınız böhü" diye...
canım halkım da mal mal bakar. necip türk milleti için televizyonda gösterilmeyen bir şey yoktur, hiç olmamıştır çünkü....