yıldız tozlarıyla sihirlenmiş haziran gecesi

entry2 galeri0
    1.
  1. Haziran gecesi; Fethiye; kabak koyu sahili...

    Sonunda; yalnız ve huzurluyum...

    öyle miyim gerçekten?

    Bu koskoca evrende, sonsuz ya da sınırlarını henüz bilmediğimiz uzayda nasıl yalnız olunur, mümkün mü bu?

    Ne diyordu rutkay aziz; yani emekli biyoloji öğretmeni adnan; o çok sevdiğim filmde?
    Foraminiferlerden nasıl bahsediyordu? Defalarca izlemiştim o sahneyi; belki bir gün, ben de filmdeki türkan şoray yani bankacı yüksel gibi bir kadına, bu cümleleri kurarım diye ezberlemiştim; aklımda; tüm sözleri ve karşısındaki güzel kadının hayran bakışları:

    ''Şunlara bakın; insan bazen ilk bakışta kum sanabilir. Aslında milyonlarca hatta milyarlarca foraminifer'in oluşturduğu ölü bir kabuk denizi bu kumsal. Bir zamanlar bu kabukçukların içinde canlıların yaşadığını düşünmek ürkütücü değil mi? Gökyüzünde pek çoğu ölü, milyarlarca yıldız; ayaklarımızın altında, milyarlarca ölü foraminifer ve kendilerini ayrı ayrı evrenin merkezi sanan insanlar...bazen şu tek hücreli hayvancıklardan bir farkımız olmadığını düşünüyorum.''

    acaba bu kumsal da bir foraminifer kabuk denizi mi? Belki; biyolog değilim. karşımda yakamozlarla pul pul ışıldayan, capcanlı akdeniz, altımda belki de milyarlarca foraminifer kabuklarından oluşmuş, ölü bir deniz. iki deniz arasında da ben. Olabilir. ürkütücü de değil; aksine düşüncesi bile harika. Nostalji hastası ben, yoksa bir ölü sevici miyim? Ben değil miyim, foraminiferlerin varlığını öğrendikten sonra kumlara sevdalanan. Halbuki çocukluğumdan beri ne kumdan kale yapmayı sevmişimdir ne de mayomun içine dolan kumlarla başım hoş olmuştur. Ama william blake'in dediği gibi ''bir kum tanesinde bir dünya görmek'' evet, ayrılık sonrası ne zaman bir sahilde kendimle başbaşa kalsam; kum tanelerinden bilgelik dilenmişimdir. Yaa; acaba blake'ın foraminiferlerden haberi var mıydı? Off çok ilginç! Blake; bizim divan şairleri gibi istiare sanatı mı yapmış? Yoksa biyolojik bir gerçekten felsefi bir doruğa mı ulaşmış? Ama benim gibi hem biyolojiden hem de felsefeden zerre anlamayan; bilgelikle hele ki şairlikle uzaktan yakından ilgisi olmayan, bir astro fizikçi için bu soruları cevaplamak zor. Evet; gökyüzünde milyarca ölü yıldız ya da yıldız kalıntısı var doğru...ama yüz milyonlarca yıldızdan oluşan galaksiler de var; bizim samanyolumuz ya da bizimkine çok benzeyen andromeda gibi galaksiler de mevcut?

    Ben kendimi evrenin merkezinde görüyor muyum? Sanmam. Ya; şu üstünde sere serpe uzandığım, şu tek hücreli canlılardan farksız mıyım? Bilmiyorum. Deniz kokusu, dalgaların ılık nefesi, ıssız sahilde başımın üstünde ışıldayan yıldızlar, yıldız tozları... şarabım yardım et bana! Şişeyi yarıladım ama hala hayyam gibi gökbiliminden felsefeye, aşka uzanamadım. Ohh; bu yudum çok iyi geldi. Evet, nerede kalmıştık? Haa; tek hücreli canlılarda ve tabii ki galaksilerde. Evet, tek hücreli canlılara Hem benziyoruz; hem de hiç benzemiyoruz. Sınırlarını bilmediğimiz, şimdilik uçsuz bucaksız varsaydığımız Uzay içinde; hacimsel olarak,tek hücreli canlıdan daha küçük ve önemsiziz. Ayrıca biz de ölünce fosilleşiyoruz; kum tanesi güzelliğinde olmasak da petrol filan oluyoruz işte. Yani öldükten sonra denizle buluşunca fosillerimiz yüzmilyonlarca yıl sonra pek bir değerli olmakta. Yani benziyoruz tek hücrelilere. Bir yudum daha alayım, hissediyorum kendimi aşacağım bu gece...

    ohh tamam, ne diyordum; ama benzemiyoruz da...çünkü biz aşık oluyoruz, acı çekiyoruz, içgüdüsel olmayan açlıklarımız, dipsiz derinliklerimiz, sığ isteklerimiz var... hayalkırıklığı diye bir şey var mesela bizim hayatımızda. Tabii bir de egolarımız , her zaman pusuda bekleyen... Ama hayatın tadını da; kendimize izin verdiğimiz anlarda; en çok biz çıkarıyoruz...şimdi sen kumtanesi, avcumun içindesin, tenimin sıcaklığını hissedebiliyor musun ya da kayan yıldızlardan dilek tutabiliyor musun? Pardon, sarhoşluğuma ver; tabii sen fosildin. Tamam o zaman canlı olduğun zamanlarda diyelim, sen hiç gün doğumuna aşık oldun mu; ya da turkuaz sularda rengarenk mercanlarla gökkuşağına boyandın mı? Saçmalıyorum evet. iyi ki çevrede kimse yok. Bak kum taneciği; bizim buralarda bir de çevrene dikkat etmen lazım; yok sadece güdüsel ihtiyaçlarını karşılamak için değil, bir de toplumsal ihtiyaçların için de çevreye verdiğin izlenim pek mühim. Eminim sen hiç takmamışsındır başka kum taneciklerini. Belki de pek bilge olduğundan önemsemiyorsundur. Ne güzel. Belki de benden, bizden farklısınızdır; ama iyi anlamda. Eminim bizden daha üstünsünüzdür hem de öyle bir derdiniz olmadan, doğanız gereği...

    ah; kabak koyu, ah güzel gül rengi şarabım, ah akdeniz kokulu haziran gecesi!... bu adamı iyice sarhoş ettiniz... en iyisi ben biricik dostum, sırdaşım gökyüzüne sarayım. sarhoş ruhuma deva; şarapla yıldızlarda... şişem de dibe vurdu, bu son kadeh ve son büyük yudum, yıldız yolculuğu için...
    kum taneciği; biliyor musun karanlık madde diye esrarengiz bir şey var. Neydi şu son yıllarda yapılmış ilginç gözlem, hatta renkli ve şiirsel gözlem? Ha evet, dans eden galaksiler. Şimdi kum taneciğim bizimki yani samanyolu galaksisi dahil her galaksinin ortasında devasa kara delikler var. Şimdi; astronom arkadaşımız julia'nın gözlemlediği; 33 dans eden kara delik çifti mevcut . Çok ilginç değil mi? Bitmedi devamı daha da esrarengiz. Galaksiler, yani galaksi çiftleri merkezlerindeki kara deliklerin birbirini çekimi marifetiyle bir dans ediyorlar ki sorma gitsin. Aynı vals eden çifler gibi bir rota izliyor bu dansları. Ben şu kütlemle henüz bir hatunla vals yapamamışken, bu devasa galaksilerin valsi şahane bir şey. Tabii bu merkezlerindeki kara delik sayesinde olmakta. Kara delikler ne muhteşemler değil mi? Belki ben de bir gün merkezimdeki psiklolojik kara deliği keşfedersem, karşımdaki insanın kara deliğiyle etkileşime girip, şahane bir vals yaparım. Bak, şarap işe yaradı, kum taneciği; inciler döktürmeye başladım.
    Devam edeyim o zaman, hız kesmeyelim; bu gözlemin devamı da oldukça ilgi çekici. Vals yapan kara delikler için bir galaksi ev sahibi oluyor, bu galaksiyi balo salonunun pisti olarak düşün; kara deliklerin dans hızına odaklanan gözlemden rengarenk sonuçlar çıkıyor. Kara delik dansçımız eğer balo salonundan yani ev sahibi galaksimizden uzaklaşırsa kırmızı ışıklar yayıyor; balo salonuna yaklaşan dansçımız da mavi ışık yayıyor.
    Şimdi gözüme bambaşka göründü bu renkli gözlem. Sarhoşluk zihnimi açtı ya da algılarımı başkalaştırdı. Bu iki kara delik aşk dansı yapıyor aslında. Evet, şimdi anlıyorum. Koca uzay da aşk üstüne kurulu. Ama bu tespit aramızda kalsın. Tamam mı, yoksa beni tefe koyarlar. Neyse; evet bu aşk dansında, yani bu iki ruhun, kara deliğin aşk dansında dans pistinden; aşk halinden uzaklaşan ruh, kırmızı bir tutkuya dönüşmekte; aşk halinde kalan da mavinin hüznünü ve derinliğini yaşamakta. Benim gibi su katılmamış, sek mantık adamından da böyle inciler döküldü ya; helal olsun sana şarap, deniz ve kum taneciği! iyice havaya girdim; uçuyorum yüksekten hem de baya bir yol kat ettim, ışık yılları gibi bir şey bu; az bulunur gerçekçi ruhum için. Yanımda kağıt kalem olsa belki şiir bile yazardım. Hayyam, gökbilimci meslekdaşım, sana özenip belki rubailer döktürürdüm! Her şey mümkündür bu hayatta değil mi? Acaba gündüz deniz ortasında, kayalıklar üstünde gördüğüm; sarı uzun saçlı varlık da bir deniz kızı mıydı? Belden aşağısı gözükmüyordu, ama çocukluğumun eftalyasına o kadar çok benziyordu ki. iyice ipin ucunu kaçırdım, biliyorum kum taneciği. Ama eğer, sen alaaddin'in sihirli lambasından çıkan bir cin olsaydın; senden tek bir dilekte bulunurdum. Evet tam isabet; güzeller güzeli deniz kızının, eftalya'nın şimdi yanıma gelmesini dilerdim...

    ...*******

    aynı saatlerde, kabak koyu'ndaki pansiyondan sahile doğru yürümeye başlayan, deniz biyoluğu bir kadın:

    yalnız tatile çıkmayı seviyorum, en çok da turist taklidi yapmayı. Yoksa secereme kadar sorup soruşturuyor meraklı kadınlar, kendi çapında çapkın erkekler. Keşke cep telefonumu da almasaydım yanıma. Tam, telefonda kardeşimle konuşurken yakalandım, yanımdaki bungalowda kalan adama. Almanya'dan ülkesine, tatile gelmiş, organik tarım işletmecisi ve fotoğrafçı, fatih bey. Beni sabahın köründe denizaltında fotoğraf çekerken görmüş; çok ilgisini çekmiş. Öğleden sonra kayaların üstünde otururken tekrar görmüş, bu sefer elimde makine yokmuş ama seslenmesine rağmen cevap vermemişim; hem de üç dilde seslenmiş; türkçe, ingilizce, almanca. Fotoğraf aşkınıza hayran kaldım fatih bey; bu ne azim? Akdenizin eşsiz güzelliği ortasında meditasyon yaparken; ruhum kabak koyu'ndan kelebekler vadisi'ne oradan da peru dolaylarına maçu piçu'ya uçmuşken değil üç dilde seslenmek, top atsanız bile duymazdım. Tabii bazen duysam da duyamamazlıktan gelirim; sizin seslenmediğiniz bir dilden anlayan, turist süsü veririm kendime. Ama bu sefer gerçekten duymadım sizi. Açıkladım meraklı fotoğrafçımıza; derin meditatif transımı... bu da çok ilgisini çekti haliyle. Yemekten sonra peşime takılmaması için baya bir yalan söyledim. Aslında tam yalan değil de saptırılmış gerçekler demek daha doğru.

    Off sıkılıyorum insanlardan! Zaten insanın hayatına isteği dışında o kadar çok insan doğumdan itibaren akrabalık marifetiyle girmekte ki; okul hayatı boyunca hayatına şu ya da bu şekilde dahil olan mecburi arkdaşlar da cabası, bir de yolculuklarda tatil mekanlarında kafa ütüleyecek ya da kancayı takmaya çalışacak insanlarla uğraşamam. Zaten bunun için hayvanları insanlardan daha çok seviyorum. Çocukken de böyleydi bu, şimdi de böyle. Off; ne dedikoducu; giyim, erkek ve dizi meraklısı kızları çekerim ne de seks, futbol meraklısı; içki içmeyi bile bilmeyen, aşağılık kompleksi hasarıyla sürekli savunmadaki narin egolarını, serseri mayın gibi dolaştıran erkekleri çekerim. Küçükken en yakın arkadaşım kertenkelemdi, biyoloji dersi için beslediğim sonra kıyamayıp serbest bıraktığım, biricik dostumdu. Sonra annemler bana minik bir köpek aldılar. Tatlı köpeğim benim, ne kadar güzeldin hem de çok asil bir ruhun vardı senin. Diğer süslü ev hayvanları gibi saçma sapan bir ismin de yoktu tabii ki. Adın köpek'ti. Hem de ev dışında tasmasız gezerdin, tasma gibi aşağılık bir şeyi sana hiçbir zaman takmamıştım. Ama seni zehirledi, sevgi yoksunu bir mahlukat. Kim yaptı bilmiyorum ama şu iki ayaklı insan denilen türden olduğu kesin. Belki de senin ölümünden, dahası katledilişinden sonra; midemi bulandırmaya başladı, tüm yapay insancıklar. Bahçelerine girdiğin için deliren o kokona kadın gibiler ya da çamurlu halinle bile kendini sevdirdiğin okul arkadaşımın, temizlik ve hijyen hastası babası gibi ruhu kirli adamlar. Annemle babamın, köpeğimin ölümünden sonra beni götürdüğü psikolog ne önermişti bana? ''Büyüyünce veteriner olursun, köpeğin gibi nice köpeği iyileştirir onların koruyucu meleği olursun.'' Saçmalığın daniskası. ''Veterinerlik neymiş?''; diye sormuştum; psikolog;''hayvan doktorluğu demişti. Bir kere; istekleri dışında evcilleştirilerek, doğadan koparılmış ya da hayvanat bahçesi gibi hapishanelerde özgürlükten uzak mahkum edilmiş hayvanların doktoru demek; dahası bu kepaze düzenin, sefil insanların yalnızlıklarını ya da meraklarını gidermek için kurulmuş bu yapının bir parçası olmak demek.

    Köpeğimin ölümü, ben de, küçük kalbimde ve ruhumda derin bir aydınlanma yaratmıştı. Artık insanların gerçek yüzlerini görebiliyordum. Onun için vahşi hayattaki canlıları, onların da en muhteşemleri, en çeşitlileri ve tabii ki en gizemlileri olan deniz canlılarını araştırmayı kendime, ruhuma uygun gördüm. Tabii bunda aşık olduğum köpek balıklarının da payı büyük. Geçen yaz, sabah altıda, kaş boncuk koyu'nda, kum köpekbalıklarını görmek için yaptığım dalış ne kadar güzeldi. iyi ki beni de dahil ettiler bu özel projeye; Boncuk Kum Köpekbalıkları araştırmasına. Sizinle ilk buluşmamızdı. Sualtı dalışlarımda bir kaç kez köpek balığı yani cam gözün bir kaç türü ile karşılaşmıştım ama kum köpekbalığı ile hele bu kadar çoğuyla aynı anda hiç birlikte yüzmemiştim. Aslında yüzmek değildi bu; hayranlıkla onları izlerken, yerinde durmaya çalışmaktı. Dün gibi Hatırlıyorum; ilk görüşte aşk gibi bir şeydi, feci bir tutulma yaşamıştım o an; ilk defa gördüğümde, o emsalsiz güzellikteki kum köpekbalıklarını. Aslında şu steven speilberg'e hayvan hakları mahkemesinde dava açması lazım köpekbalıklarının. Dünyada 350 tür köpekbalığı var bunların 10'u saldırgan ve bunların sadece 5 tanesi istemli olarak saldırıyor; köpekbalıkları tahrik olmadıkları sürece, genelde kaçmayı tercih eden hayvanlar. Ama insan öyle mi? oranlarsak, hadi her insan ayrı cins diye düşünüp, etnik, coğrafik vs. Kökenine göre değil de dünyadaki insan sayısına göre bir oranlama yaparak, insanlığa kıyak geçsek bile; 7 milyar insanın sadece 1 milyonu mu saldırgan? tabii ki hayır. ama spielberg gibi jaws filmleriyle büyük hasılatlar yapıp, köpekbalıkları üstünden zengin olan yönetmenler yüzünden, bugün adları katile çıkmış durumda. Öyle bilgisiz, öyle dolduruşa gelmeye açık ki bu insanlar; şişe burunlu yunusların, korktukları çoğu köpekbalığından daha tehlikeli olduğunun farkında bile değiller. Ama hiçbir hayvan insan kadar tehlikeli olamaz, bu tek gerçek. insan gözünü bile kırpmadan Ya öldürür türdaşlarını, ya doğayı talan edip yok eder ya da hayvanları hayvanat bahçelerinde, sirklerde, pet shoplarda, yunus parklarında hapsedip, işkence ederek sömürür, üstelerinden para kazanır... bir de gel bu insanları sev!

    iyi ki ailem dışında iletişimde olduğum tüm insanlar, benim gibi vahşi hayat düzeyinde yani gerçek düzeyde doğaya ve canlılara saygılı; tüm sahte toplumsal ilişki ve gerekliklerden uzak. Aslında küçükken iki şeyi çok seviyordum uzay ansiklopedilerini ve hayvan belgesellerini. Hatırlıyorum güneşin gelecekteki beyaz cüce evresini öğrenip kardeşime anlattığımda; bana nasıl şaşkınlıkla bakmıştı, ne demişti:'' beyaz olabilir, güneşe bakınca benim de gözümde sarı ışıklar beyazlaşıyor ama o kadar kocaman bir şey nasıl cüce olacak, cüce şu masallardaki orman cini gibi bir şey değil mi, şu pamuk prenses'in, güliver'in küçük insanları gibi bir şey değil mi?'' demişti. Tabii beş yaşındaki çocuğa bunları anlatırsan sorularını da yanıtlaman lazım. Tatlı kardeşim benim, yıllar sonra benim yüzümden midir nedir bu büyük beyaz cüceyi araştırmak için gökbilimci oldu; şimdi elimde tuttuğum mini teleskop ta onun bana hediyesi. Bana saklıkent gözlem evinden sonra bu güzel koyu yıldızlarla başbaşa kalmak için öneren de o. Aynı fotoğrafçılık gibi demişti; 'önce bakmayı öğreneceksin. baktığın her şeyde özel bir şey görmek için algıların açık olacak ve tabii ki tam konsantrasyon halinde olacaksın...' evet, bakalım bu gece beni neler bekliyor? yıldız tozlarıyla sihirli bir hal almış, insan eli değmemiş gibi doğal ve özel bu koyda, keşfe çıkacağım. şu ilerideki çardağın orası uygun gibi. Yolunu şaşırmış bir caretta caretta'nın yuvasını talan etmek istemem, önceden kullanılmış bir çardak, büyülü gözlem mekanım için biçilmiş kaftan...

    sandaletlerimi elime alıp, deniz kıyısından, yakamozlu dalgaların bacaklarımı okşamasıyla, öpücük köpükleriyle yürüyeyim. Ohh be, serin su, tatlı dalgalar çok iyi geldi. Yemekte, mecburi sohbete dayanabilmek için şarabı biraz kaçırdım, bazı insanlar ayık kafayla hiç çekilmiyor ne yapayım. ama akdenizin ferahlatıcı suyu; saçlarımı dalgalandırıp, tenimi hafif ürperten, diri meltem, kayık kafamı ayık hale getirmekte...

    ...******

    bitmiş şarap şişesini başına yastık yapmış, uçuş halindeki astro fizikçi, elindeki kum taneciğine bir şeyler söylemekte; bir şaire ilham verecek her şey mevcut; deniz, dalga, parıltılılı yakamozlar, ışıltılı yıldızlar, altın kumlar, şarabın aydınlattığı bir zihin, doğanın ve çocukluk hayallerinin belki de biraz iç güdülerin coşturduğu bir ruh... kum taneciği tüm bilgeliğiyle adamı dinlemekte...

    sana söylemiş miydim kum taneciğim; ben erguvanları ve deniz kızlarını çok severim. ikisi de, bir mevsimde kısa bir süreliğine hayatında çiçek açar ama o sürede sana yaşattıkları, tüm hücrelerinde hissetmeni sağladıkları öyle güzel, öyle yoğun ve öyle eşsizdir ki; bir daha ki gelişine kadar onu büyük bir aşk ve tutkuyla beklemini sağlar... erguvan mevsimi geçti. bu sene, ilk defa erguvanlardan uzak, bir bahar geçirdim. ama belki de bu bir işaretti. Belki de şansıma, erguvan kokulu bir denizkızı çıkar bu gece karşıma... eğer şiirimi beğenirsen, eftalyamı bana gönder sihirli kum taneciği. Ama insaflı ol lütfen! Çünkü, hayatımda ilk defa, duygularımı dizelere aktarıyorum ve kalbim her zamankinden daha da hassas; son altı aydır yaşadıklarım yüzünden... endişenlenme anlatmayacağım büyük çaresizliğimi, hepsini geride, mazide bıraktım. Hatta; burası maddi ve manevi hayalkırıklıklarımı uzay boşluğuna yollayıp, yeni hayatıma başlayacağım yer. Evet kesinlikle öyle! Ve sen de hayatı kendisinde gördüğüm biricik kumtaneciğisin...

    Erguvan kokulu
    büyülü, eşsiz yarim

    karanlık sarnıçlarından
    ruhuma süzülen
    antik arp tınıları,
    göz oluyor gönlüme

    mazinin rutubetini
    anıları, yaşanmışlıkları
    derin derin içime çekiyorum

    gündoğumu kızıllığında
    yeryüzüne çıkıyorum;
    deniz sütliman
    bülbüller, serçeler, güvercinler şakımakta
    martılar sabah danslarını yapmakta
    ağaç dallarında rengarenk çiçekler
    çiğ damlalarıyla güne uyanmakta

    baharın kokusunu
    coşkun seviyi
    umudu, hayatı
    uzun uzun kalbime dolduruyorum...

    acılar, hayalkırıklıkları uzaklarda kalıyor
    sesi artık işitilemeyen karatren düdüğü gibi
    duyulmuyor iççekişleri, hıçkırıkları

    güneşin sıcak ışıkları
    sarıyor tüm bedenimi
    şefkatle kavrıyor gelecek düşlerini
    aşk;
    sonsuz mavi derinliklerde
    dörtbaşı mağrur
    neşeyle
    cesurca
    yol alıyor...


    nasıl, beğendin mi kum taneciği?
    Aman allahım, buraya doğru yürüyen, yüzü denize dönük kadın da kim? Denizin içinden yürüyor, dalgalarla konuşuyor sanki, benim gibi bir sarhoş mu, yoksa kum taneciğimin bana hediyesi, eftalyam mı?

    Belden aşağısı karanlıktan gözükmüyor ama yürüdüğüne göre deniz kızı değil. fakat dalgalarla yakın temasından deniz kadını olduğu aşikar, elindeki o uzun şey de şarap ise hayallerim gerçek olacak demektir. Hem şarap hem deniz kadını...

    kendime çekidüzen vereyim, birazdan çardağa doğru çevirir yüzünü. Aaa, evet tam da şu yıllar önce ezberlediğim repliği kullanma zamanı. Aynı filmdeki bankacı kadın gibi, biyoloji bilgimden ve derin felsefi tespitimden etkilenerek bana hayranlıkla bakacak...
    yaşasın bu gece çok şanslıyım! Teşekkürler akdeniz gecesi, teşekkürler kabak koyu, teşekkürler dostlarım yıldızlar ve tabii ki kocaman teşekkürler biricik kum taneciğim...
    8 ...
  2. 2.
© 2025 uludağ sözlük