sabah aynaya baktım. her sabahki gibi... sürekli karşılaşmanın verdiği alışkanlıkla, ayırdına varamadım onun. Baktım, ama göremedim. ben ona bakıyordum, o bana...
O, bir parça kemik, bir parça kas, kan, sinir ve incecik bir deri. Ben, bir ömür onun taşıyıcısı, maliki belki. O sözlüklerde tek hece, sokaklarda yüzlerce... aynalar ve fotoğraf albümleri onunla dolu...
ona baksanız, beni göreceksiniz. bana baksanız, kalbimdekileri...
o benim özetim. Bir deri üzerinde ağzım, burnum, kaşlarım, elmacık kemiklerim, ve iki gözüm... o benim yüz'üm. Aynaya baktığımda yüzümü değil, kendimi görürüm, etrafımda gördüklerimse esmeri, kumralı, buğday tenlisiyle farklı farklı yüzler değil, rengarenk insanlardır. Yüz demek, yaşanmış bir romanın fihristi demek. Zarftan çıkan ve okundukça artan bir mektup demek.
Onu en az benim kadar siz de tanırsınız. Sizlerle aramda bir aynadır yüzüm. Ben yüzümün yansıttığı kadarım. Gülümsemek bile bir kelimedir onda. Gözyaşı bir şiir olur bazen. iki satır mısra olup konuverir gitmesi gereken yere. Bir sabah ayazında nilüfer yaprağının üzerine düşen çiğ damlası kadar anlamlı oluverir. insan olma serüveninin yüzdeki ifadesidir ağlamak. Ve herkese hastır, herkese mahsus... Bir o kadar ayrı, başka hikayesi vardır. Dedikleri doğru olsa gerek; ''insanların yüzlerinin ve gözlerinin rengi başka başka da olsa, gözyaşlarının rengi hep aynıdır.''
Yıllar önce bir kitaptan altını çizdiğim ve hiç unutmadığım bir cümle var. Diyor ki: ''Tebessüm, kalpteki güzelliğin dudaktaki kıvrılışıdır.'' Bu söz bana şunu düşündürüyor: Acaba her tebessüm eden kalbindeki güzelliği mi yansıtıyor? Yoksa vesikalık fotoğraf çeken bir fotoğrafçının deklanşöre basmadan önce verdiği, ''Hadi gülümseyin.. ve gizleyin yaşadıklarınızı'' emrine karşılık dudağımıza bir gülücük mü iliştiriyoruz? O anda unutuyor muyuz, unutulmalarımızı? Unutuyor muyuz yalnızlıklarımızı, acılarımızı? Eski albümleri karıştırırken saça takılan yapma güller gibi dudaklarımıza yerleştirdiğimiz tebessümleri görmek acı veriyor bana. Gülümsemek yakışır insana, ama en az bunu başarırız nedense. Bir ilim adamı der ki yüz için; ''insan dalgın zamanlarında yüzü ne hal alıyorsa odur. Eğer daldığı zaman da gülümseyebiliyorsa, o insan gerçekten mutludur.'' Sahi, dalgınlıklarında tebessüm edenimiz var mı?
Bilmem ki, daha yüzümün neyini söylesem. Anlatması zor, şiir gibi... Okunur yalnızca... Tercümeye gerek kalmaz. Evrensel bir dili vardır; kutuplara, meridyenlere meydan okuyan... Bir insan beni nasıl tanıyorsa, bu çoğunlukla onun ifadesindendir.
Dünyada yüz kadar değişken, yüz kadar estetik başka bir sanat eseri var mıdır? Bir yandan en mutlu kahkahaları atarken diğer yandan hıçkıra hıçkıra ağlayabiliyor. Aynı gün içinde hem umursamazlığı, hem heyecanı, hem sevinci, hem de hüznü yansıtabiliyor. Sonradan ilmi bir açıklamayı okudum ki; insanın yüzünün iki yarısı birbirinden farklıymış. Sağıyla solunun simetrisinde gizli bir fark varmış. Bu da insandaki gelgitlerin, bir sembolü olsa gerek.
Yüz, sevdiği insanların mimiklerini kendine alıyor, uygulamaya başlıyor. O tavırlar, o bakışlar onun oluyor artık. Benimsiyor çünkü...Ve yüzünün şekilleriyle bambaşka bir insan oluveriyor.
Ayna olmasaydı eğer, ben yüzümü hiç tanımayacaktım. Ona bakamayacak, kendimi göremeyecektim. Belki de onu sadece insanların anlatmasıyla tanıyacaktım. Ya da Arşimet'e nispet olsun diye, bir göl kıyısına gidip suya eğildiğimde, yüzümü görüp; ''Buldum, buldum!'' diye çığlıklar atacaktım. Kendimden bihaber yaşamanın meçhullüğüyle kimbilir hayattan ne çabuk bıkacaktım. Bir Osmanlı aynasında şu söz yazıyor: ''itme mir'atı şikeste, seni yüz surete kor.'' (Kırma aynayı, o da seni yüz parça eder.)
Yüz hali vardır yüz'ün...Her halinde başka mana gizlidir. ilk bakışta aşık olanı da var, onu çok çirkin bulanı da... Aslında onun güzelliği, bakan kişinin bakışında gizli. bakıştaki bu farklığı; ''Allah'ın hesabıyla bakmak'' ve ''eşyaya eşya adına bakmak'' şeklinde iki açıyla izah ediyorlardı.
Her insan yüzü keşfedilmemiş yerlerin haritaları gibidir. Ne kadar yüz tanıyorsam o kadar hikaye tanıyorumdur. Yüzüm, başka yüzler görünce değer kazanıyor. Tanıdığım her insanla çoğalıyorum. Artıyorum. Her biri onsekizbin âlem olan insan karşısında şaşırıp kalıyorum. Her yüzde neden iki göz, iki kulak, bir ağız olduğunu düşünüyorum. Göreceğim daha çok ''yüz'', duyacağım daha çok ''söz'' var. Bu da yüzümdeki matematiğin metafizikî boyutu olmalı.
''Sanatçıya iki göz yetmez.'' sözünü duyduğumdan beri yüzümde üçüncü bir göz arar dururum. Acaba üçüncü gözü görsem sanatçı olabilir miyim diye... Şimdi anlıyorum ki, o üçüncü göz yüzümde değil, sol yanımda, görünmez bir yerlerde. Kimbilir, belki de benimle onun hikayesi altı kırmızıyla çizilip tırnak içine alınması gereken şu sözde: ''Kabrim, kalbimde gizli. Yüzüm ise kalbimin mütercimi.''