işletme anabilimdalı altında bulunan bilim dallarından bir tanesi olmasına rağmen iletişim fakültesi öğrencilerine seçmeli ders olarak okutulmasının amacını hala anlayamadığım bölümüm için gereksiz olan derslerden bir tanesi.
Biz Türkler hep “Lider” arayan bir milletiz. Bu vücuda bir baş lazım zihniyetimizi ta Orta Asya’ dan buralara yüzyıllar boyunca taşımışız.
Peki lider dediğimiz kişiler “Yönetim Kabiliyeti” kazanmak için ne yapıyorlar?
Bilmiyorum
Ben sadece kendi açımdan “Yönetim Kabiliyeti” Nasıl Kazanılır? aktarmaya çalışacağım.
Öncelikli olarak, ilkokul Döneminde “Sınıf Başkanlığı” süreci. Dedim ya biz hep lider arayan bir milletiz, mini mini birlerimize çalışkan ikilerimize de “Kendi Liderlerini Seçme” fırsatını veriyoruz. Bazı okullarda ciddi anlamda yönetimsel beceriler gerektiren bu mezıyet ile şanslı öğrencimiz bir adım öne geçmiş oluyor. Tabi ilkokulda bu ya popüler çocuk olur, ya da sınıfın en çalışkanları arasından hoca seçer.
Geldik mi Lise’ ye.. Artık işin rengi değişti! Okullarda sınıf başkanı haricinde “Onur Kurulu” olmaya başladı. Onur Kurulu Başkanı, Okulun Öğrenci kategorisindeki “Obama” sı… Ortalıkta adeta bir kahraman edası ile dolaşır. Okulun belalıları ona yaklaşmaz, ülkü ocakları veya diğer siyasi görüşlü öğrenciler “O” nu kendi saflarına çekmek için açıktan teklifler ile yanına yaklaşırlar. Sınıflarda “Onur Kurulu Üye” öğrencileri seçilir ve “Bakanlar Kurulu Misali” “Onur Kurulu Öğrenci Meclisi” tarzında birşey ortaya çıkar. Bu oluşum içinde yer alan öğrencilerde hep bir adım öndedir ama başkan hep daha öndedir * …
Evet zurnanın “Zırt” dediği yer olan “ÜNiVERSiTE” geldi çattı.
Sudan çıkmış balık gibi olan gençlerimiz, artık üniversiteye kapağı attık rahatız, gibisinden düşüncelere girişirken, sosyalleşme derdine de düşmüşlerdir.
Sosyalleşme çabası içerisinde iken, öğrenci kulüpleri ile tanışan gençler, istedikleri öğrenci kulübüne üye olmaktadırlar. Bence olmalıdırlar da. Tabi üniversite gruplarında “Yöneticilik” oynayan arkadaşlarımıza da buradan bir selam çakarak (kusura bakmayın ama sizinle dalga geçmeye hep devam edeceğim, çünkü dışarıdan çok komik görünüyorsunuz), yazımı devam ettirmek istiyorum.
Ayrıca artık işe alımlarda popüler olan bir kavramı keşfeden bir güruhta ortaya çıkar üniversitede. “Hakemlik” olayına atılırlar yada takım sporlarına tekrar başlarlar. Özellikle mülakatlarda bunu iK cıya satmaya çalışan arkadaşlar sistemdeki “BUG” ı bulmuş demektir. Buradan iK cı arkadaşlara da böyle seslenmiş olalım.
Grup başkanlıkları, grup başkan vekillikleri vs. derken iş hayatına atılan gencimiz, bazı durumların ve yeteneklerin yükselmeye ve liderlik kabiliyetlerini göstermeye izin vermediğini çabucak anlar. Devlette ise (ki bu olay artık özel sektör için bile geçerli) torpil ve dedikodu, özel sektörde ise ayak kaydırma ve türlü karaktersizlik ile yükselme ve liderlik fırsatının geldiğini görür.
Tabi bu durumlar her yerde geçerli mi? diye kendi kendine sormadan edemez. Türkiye’ nin en büyük ölçekli şirketlerinde bile duyduklarımızdan sonra “O” da er geç sonucu anlar..
Sözün özü şu; Siz istediğiniz kadar “Sınıf Başkanlığı, Onur Kurulu Bilmemneliği, Hakemlik, Sporculuk Kaptanlık vs” yapın.
Bu ülkede “Yönetim Kabiliyeti” kazanılmaz, kazandırılır.
Dünyalar lüzumsuzu bir ders. işletmeye girişte işin mutfağını gördükten sonra level 2 olarak düşünebilirsiniz bunu. Etik, planlama, amaç ve hedefler, kurumsal kültür, ik ve kalite gibi bilimum lüzumsuz konu ve ayrıntı içerir.
Orta eğitimli birinin hakkında fikir sahibi olabileceği konular içermesine karşın her şey kategorize edilip terimleştirildiğinden yalnızca ezbere dayanır. En can sıkan tarafı budur. ingilizce alıyorsanız daha da can sıkar. Yine de istatistiğin, muhasebenin yanında lafı edilmez elbette.
Bu dersin ilk günü hoca şey sordu o malum soruyu işte; yönetici nasıl olmalıdır?
Efendime söyleyeyim sınıftaki çocuklar başladı hocam yönetici dediğimiz işte iyi olmalı, çalışanlarına karşı saygılı ve sevgili olmalı, onlara güzel sürprizler yaparak motivasyonunu arttırmalı işte ne biliyim hep iyi olmalı, iyi olmalı vs. Herkes aynı şeyleri geveliyordu. Neyse ben de o ara sırıtıyordum ki hoca senin de fikrini alalım dedi. Hay hay dedim. Başladım işte yönetici dediğimiz otoriter olmalı. Dün işe aldığı insana yarın kapıyı gösterebilmeli. Sürekli çalışanlarına baskı kurmalı. Çalışanlarını Yoğun bir iş temposunda tutarak maksimum verim almalı. Yanlış yapanı, işini beceremiyeni anında silmeli, silmeli ki çalışma arkadaşlarına örnek olsun. Az sonra o beklediğim soru geldi Eeee dedi böyle bir ortamda kim çalışmak ister ki?? Para, para, para... Çalışanlarınıza rakiplerinizden ve piyasa ortalamasından yüksek bir ücret verirseniz, çalışanlar yüksek bir maaşı kaybetmek istemeyeceklerdir. Bu da çalışanlarınızın iş yerine olan minnet seviyesini arttırmakla beraber beraberinde de yoğun iş temposuna ve size katlanmak zorunda kalacaklardır. Bu sayede yönetmekte olduğunuz şirketi hedeflerinize ulaştırabilirsiniz.
Evet sınıfın aksine ilginç bir bakış açısı deyip geçmişti hoca hanım.
Tanım: basit ve ezber isteyen yer yer klasik sınavlar da yorum da isteyen bir ders.