bugün dünyada işleyen sistemin çarklarından en büyüğü. bu sistem sadece türkiye'de değil bütün dünyada böyle çalışmaktadır.
bir örnekler açıklayayım. düşünün ki bir yerde üst düzey yöneticisiniz ve alt kadrolara bir atama yapılması gerekiyor. önünüzde iki aday var. ikisinin de kariyer ve iş tecrübesi olarak benzer özellikleri var. fakat bir tanesini ciddi ciddi kendi makamınıza aday görüyorsunuz. bir sonraki atamalarda sizin yerinize geçebilme ihtimali var ve en önemlisi biliyorsunuz ki bu adamı yönetemem. işini yapar ama benim dediğimi yapmaz. asi, yeri geldi mi size diğer çalışanların önünde muhalefet edebilecek ve hatta kazanabilecek karakterde birisi.
öteki aday da bildiğin boş, sorgulamadan emri yerine getiren, kraldan çok kralcı, düz adam ve asla tek başına bir yerlere gelme şansı yok. vizyonu yok. hangisini seçersiniz? n'lur dürüst olun. tabii ki düz adamı seçersiniz. kendinize durduk yerde rakip yaratmanın ne anlamı var ki?
diyeceksiniz ki o zaman işler geri gider sistem çöker. e şu an ki durum ne zaten? ülke ya da dünya olarak medeniyetin üst limitlerinde mi dolaşıyoruz yoksa hala bilmem kaç bin sene önceki hammurabi kanunları gibi modern kanunlar da "çalma, öldürme, başkasının hakkını gasp etme" mi diyor?
işte türkiye'de akademisyenlikten siyasete her yerde bu iş böyle çalışıyor. eğer birisi bir atama alıyorsa, yükseliyorsa * bunun nedeni üst düzeydeki elemanların o adamı yönetilebilir görmesidir. "sıkıysa demesin" anlayışıdır. sizin işinizi iyi yapmanız değil, makama geldiğiniz zaman üst kademelerin ne kadar sözünü dinleyeceğiniz önemli olan.