her zaman ve her şartta kendi asaletini kaybetmeyen kişilere hayran olmuşumdur. örneğin, kurşuna dizilen bir devrimcinin af dilmemesi. ve vazgeçmemesi inandığı şeylerden.
ya da dinini değiştirmesi için kızgın kumlarda sürüklenen bir arapın inancından taviz vermemesi. ya da...
hep imrenmişimdir kendilerine. ve hayal etmişimdir. o insanların canları yanarken, kendilerine işkence yapılırken ağladıklarını.
ama öyle salya sümük değil. bağıra bağıra değil. yüz şekillerini bozmadan. bir inci tanesi göz pınarlarından çıkıp da yanaklarından süzülüp toprağa karışırcasına. kimseyi haberdar etmeden. sağ gözden akan yaşı sol göz görmeden gerçekleşen bir duygu boşalımı.
artık o kadar zor ki yüz şeklini bozmadan ağlayan bir insana denk gelmek. rastlaşmak. herkes acılarını birbiriyle yarıştırır oldu. herkes gerçek özgürlüğü olan yalnızlıktan şikayetçi olur oldu. herkes etobur oldu. insan eti bağımlısı..
oysa şimdi? peki ya şimdi? insanlık; anlamsız ve manasız bir yarış içerisinde. incinmek ve incitmek erdem sayılıyor. ve her ortamda dışarı salınıyor kişiye özel ve kişiye özerk olması gerekenler.
tüm bu saçma-sapan varoluş silsilesinde ben kendimi yerleştirebileceğim bir şey arıyorum. dinsel bir inanış. sofistike bir inanış.
söz veriyorum her birinize. yedi milyarınıza. ellerimden ve ayaklarımdan zincirlerle bağlayıp da aynı anda bedenimi bölseniz de ağlamayacağım. ağlasam bile yüzümün şeklini bozmayacağım.
toprağın, suyun, güneşin ve ateşin üzerine yemin ederim. içniz rahat olsun.
şehit cenazelerinde tabutu taşımakla görevli askerler. mağrur bir türk askerine yakışır bir şekilde ağlarlar. sanırım o anda şahadeti şehitten sonra en iyi onlar anlar.