kendinden sakallı bir insan, şair. rivayete göre yılmaz odabaşı, katıldığı bir radyo programında kendisi için "şair bozuntusu, arabesk adam. ondan şair olmaz." benzeri bir söz söyler. aynı radyo programına aylar sonra yusuf katılır. ve yılmaz odabaşı'nın bu sözü kendisine söylendiğinde "ben yılmaz odabaşı'nı bu vakte kadar büyük bir şair olarak görürdüm. benim hakkımda bunları söyledi diye fikrim değişecek değil elbet. hala gözümde büyük bir şairdir." der. bunu duyan yılmaz ise (yusuf'un masmavi gözlerinden olsa gerek) inceden bir ezilir, yok efendim "ben aslında öyle demek istemedim.", " öyle dedim ama şöyle de dedim." gibi kıvırmalara başvurur. amma velakin o mavi gözler çoktan sulanmış, rüzgarda savrulan damlalar bırakmaya başlamıştır...
ekleme: flash tv'deki programını beğenmezdim, bazen arabesk bulurdum da... ama iyi insandı, candı rahmetli. birkaç şiiri de ciğerimde sigara yanığı gibi durur hala... duracak da.
Vakit tamam, seni terk ediyorum.
Bütün alışkanlıklardan öteye...
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum.
Doymadım inan, kanmadım sevgine.
Korkulu geceleri sayar gibi,
Birden bire bir yıldız kayar gibi,
Ellerim kurtulacak ellerinden
Bir kuru dal ağaçtan kopar gibi.
Aşk sa bitti, gül se hiç dermedik
Bul kendini kuytularda hadi dal
Sen bir suydun, sen bir ilaçtın.
Hoşçakal iki gözüm hoşçakal.
Vakit tamam seni terk ediyorum
Bu incecik bir veda havasıdır
Parmak uçlarına değen sıcaklık
incinen bir hayatın yarasıdır
Kalacak tüm izlerin hayatımda
Gözümden bir damla yaş aktığında
Bir yer bulabilsem seni hatırlatmayan
Kan tarlası gelincik şafağında
Ölümse korktum savaşsa hep kaçtım
Vur kendini korkularda hadi al
Seninle bir bütün olabilirdik
Hoşçakal iki gözüm hoşçakal..
şairliği ressamlığını gölgede bırakmış, hislerin en büyüğü adamlardan biridir.
hani nasıl desem, bu adamın sesini dinlerken ayağa kalkıp saygı duruşuna geçesim geliyor. şiirlerini okurken,şiirlerini okumadığım zamanları hatırlayarak başka şairlerle aldatmışlığıma mahçup olup üzülürüm.
yokluğuna nasıl alıştılar? deniz, can, hazan nasıl yapabildiler? şiire bulaşmış bıyıkların, derinlerdeki gözlerin nasıl eksik etti silüetini yaşamdan? edememiştir. nasıl edilsin ki?
ah ulan yusuf. sen ne güzel baba, eş, abi, dost oldun. gelmiyor işte sizler gittikten sonra yerinize yenileri.
kansere sokayım.
''yani sen şimdi gittin, yani yoksun, yani bir daha olmayacak mısın?''
şimdi saat sensizliğin ertesi
yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın
avutulmuş çocuklar çoktan sustu
bir ben kaldım tenhasında gecenin
avutulmamış bir ben...
şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
ki bu yaşlar
utangaç boynunun kolyesi olsun
bu da benden sana
ayrılığın hediyesi olsun
soytarılık etmeden güldürebilmek seni
ekmek çalmadan doyurabilmek
ve haksızlık etmeden doğan güneşe
bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun..
şimdi iyi niyetlerimi
bir bir yargılayıp asıyorum
bu son olsun be..bu son olsun!
bu da benim sana
ayrılırken mazeretim olsun!
şimdi saat yokluğunun belası
sensiz gelen sabaha günaydın!
işi-gücü olanlar çoktan gitti
bir ben kaldım voltasında sensizliğin
hiç uyumamış bir ben...
şimdi dişlerimi sıkıp
dudaklarıma kanamayı öğrettim
ki bu kızıl damlalar
körpe yanağında bir veda busesi olsun
bu da benden sana
heba edilmiş bir aşkın
son nefesi olsun...
kafamı duvara vurmadan
tanıyabilmek seni
beyninin içindekileri anlayabilmek
ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
bütün saatleri öylece durdurabilmek için
çıldırasıya paraladım kendimi
lanet olsun!
artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
olsun be! ne olacaksa olsun!
bu da benim sana
ayrılırken şikayetim olsun
gözyaşım utangaç boynunun inciden kolyesi olsun her damla vefasız teninde bir veda busesi olsun isterim sende ben gibi yan ömrüne hep ağla hep ağla bu benden son dua bu benden ayrılık hediyesi olsun..