dil kursunun düzenlemiş olduğu yurtdışı gezisinde başıma gelmiş olaydır. edinburgh'da gecenin ilerleyen saatlerinde iki arkadaş caddede yürümekte ve ingiltere ile türkiye'nin kıyaslamasını yapmaktadırlar.
x: ben
y: cansu
x: yani tamam da, sen burada hiç korna çalan şoför gördün mü?
y: e görmedim ama...
x: kırmızı ışık yeşile dönünce öndeki ışık hızıyla hareket etmediği için kornaya abananı? öndeki arabadakinin "ne diyon sen lan!!!" hareketi yaptığını?
y: tamam bunlar yok ama...
x: bunu gören arkadaki şoförün aracından indiğini gördün mü hiç? böyle boktan bir olay yüzünden kavga çıktığını, çevredekilerin de sinema izlermiş edasıyla olayı izlediğini???
tam o esnada ışıklara gelinmiştir. yeşil yandığında en öndeki araba anında hareket etmeyince arkadaki aracın sürücüsü kornaya abanır, öndeki araçtan kolunu "ne diyon lan!!!" edası ile çıkarır, arkadaki el frenini çeker ve dışarıya çıkar, öndeki de çıkar bağırışmaya başlarlar, biri türkçe küfür eder, diğeri gülmeye başlar. evet, kavga eden iki türktür, öküzün trene baktığı gibi onların kavgasını izleyen diğer iki kişi de öyle...
isveç'te göteborg'ta, yazdan tanıştığım tatlı bir isveçli karı koca teyze ile amcanın evinde misafirlikteyim. evleri bildiğin ormanın içinde, bahçeli bir ev. kasabayı geçtim, köyün bile dışında. çiftlik gibi bir ortam. kış olduğundan saat 4'ten sonra aşırı bir sessizlik, sis, soğuk bastırıyor. camdan bakarken bahçeye yiyecek bişeyler aramak için giren geyik, karaca filan görüyorum, bir yandan da nerde lan bu yazın alanya'da gördüğüm o üstsüz koca memeli azgın isveçli kızlar diye çelişkiler içinde hunharca planlar yapıyorum... kafam karışık anlıycanız. çok acayip aşırı dingin bir hayatın içinde 3. gün daralmaya başlıyorum. yanıma aldığım gitarla da oyalanıyorum. misafirleri geliyor bişeyler çalıyorum ama hep teyze amca, lanet olsun dostum. söylemesem de onlar da farkında olayın. bana isveç'in seçkin bir mahallesinde çok zengin bir dostlarının evine gezmeye gitmeyi teklif ediyorlar. maksat gezmek olsun. arabayla göller, karlı orman içinden keyifli bir yolculukla göteborg'un bu nezih bölgesine gidiyoruz. gerçekten evler 500-700 m2., bahçelerinde açık hava jakuzileri, denize açılmak için bekleyen yelkenli tekneler filan. kuzey denizleri hemen önümüzde, yat limanı aynen, şık. içim ferahlıyor. bu ev de yine 700 m2 bir ev. nerden biliyorum? çünkü evin hanımı teyze tam bir alkolik ve mütemadiyen birkaç cümle sarfettikten sonra "evimizin her yerini gezdin mi tam 700 m2" deyip duruyor. ezberlemiş dönüp dönüp 700 m2"ye dönüyor. şömine yanmakta ve teyze 2 şişe şarabı kolayca bitirmekte. işin ilginci teyze ilkokul öğretmeni, düzenli derse gidiyor, okul hemen yan sokakta, öğle yemeğinde eve geliyor ve 3-4 kadeh yuvarlayıp dönüyor, bildiğin sarhoş ve sürekli hayat çok stresli deyip duruyor. vay be nankörlüğün, doyumsuzluğun böylesi. öğretmen teyzenin kocası bir Alman asıllı isveçli. evin liseli bir de kızı var. bildiğin barbie bebek, sapsarı, uzun, 19 yaşında. özel hizmetçileri var, kızımızın aylık tel. faturasının 300 eu. olduğunu söylemekte Alman baba bıkmış vaziyette. sonra diyor "çok faal bir kız, lisenin her türlü parti, kayak turu, snowboard turunu o organize ediyor". anlatıyor bana işte şöyle kız böyle kız; popstar'ın ilk elemelerine katılmış, ama ikinci turda elenmiş(doğal diyorum kulak yok o kesin), şan dersi alıyormuş dediğine göre özel hocadan ama bana kalırsa bıraksın bu işleri çünkü oral sekste kesinlikle çok daha başarılı olduğuna bahse girerim. tanıştırılıyoruz. aaa gitarist diyor, sarılıyor boynuma hadi bişeyler yapalım. şömine yanmakta, şaraplar yuvarlanmakta, annesi öğretmen teyze sayıklamaya devam ediyor "evimiz 700 m2. biliyorum diyorum. içimden de bu gece çok acayip şeylere gebe moruk diyorum. neyse çalıyoruz ,söylüyoruz bir takım parçalar mesela pek sevmesem de "killing me softly, strumming my face with his fingers"(gaymiyiz lan biz). I can't take my eyes of off you, i love you baby", "aint no sunshine".kızın sesine ve kulaksızlığına uygun şarkılardan seçerek ortamı bozmuyorum. birden öğretmen teyze "neden kızımla evlenmiyorsunuz, ikili olursunuz harika olur" diyor. yüzüm kızarıyor. kız da konuyu geçiştirici bir lafa giriyor. teyze bana kilitleniyor "evet diyor kızımın senin gibi bir profesyonele ihtiyacı var onun tonlarını iyi buluyorsun "diyor. ben içimden " ben kızının aslında özellikle g noktasını bulmaya odaklandım, dur bakalım". o akşam orda kalıcaz, bir yandan davetlisi olduğum teyze de "bu kadın biraz alkolik takma kafana diyor ileri geri konuşur öyle" ,gerektiğinde lafa girip beni kurtarıyor. yemekte abba cdleri dinliyoruz ama maalesef kızımız gelen ani bir telefon üzerine aniden arabaya atlayıp çıkıp gidiyor. babası espriler yaparken bir alman olarak diyor ki "bak çok farklı, nazik bir türksün, seni sevdik. normalde bu gece bizde geceleyeceğin için ve yiyip içtiğin için senden para almalıydım ama almıycam". işte o an gerçekten afallıyorum. dumura uğruyorum. benim teyze de utanıyor. sonra kendime gelince "ama o zaman bana biraz borçlu çıkacaksınız" diyorum. anlamıyor önce "nasıl yani" diyor. "siz" diyorum "ne kadar alırdınız benden konaklama, yemek ve içecekler için?" "100 eu" diyor. e o zaman bana 400 eu borçlusunuz çünkü ben bu türlü mesafeli ekstralara, ev partilerine en az 500 eu.ya gidip, 2 saat müzik yapıyorum, istek çalıyorum"...adam önce espri olarak almaya çalışıyor ama benim kobra türk usulü olduğundan ağır giriyor, yüzü atıyor. ehehee diye gülüşüp, tatlıya bağlıyoruz içten içe meydan okumuş olarak kendimi iyi hissediyorum. eveet işte sayın izleyiciler bu da böyle bir dumur hikayesi. bu arada uyku tutmuyor gece o 19'luk barbinin evden aniden çıkış öyküsünün , okulunun Norveç'e düzenlenecek kayak turunun toplantısı içinmiş, bir restoranda buluşacaklarmış, hayatlara bak gerçekten çok stresliler. oysa onun üzerinde ne notalar basacak, akorlar deneyecektim, lanet olsun çok canım sıkıldı. hala unutamıyorum.
italyada capri adasında başıma gelen bir olayı anlatacağım bugün. yürüyoruz arkadaşlarla, çok afedersiniz boka bastım. sağlam bir küfür ettim ve bir ses geldi 'küfür etmesene lan.' baktım arkadaşlarımdan biri değildi. neyse efendim çocuğa yaklaşıp 'hayırdır birader?' dedim. o da konuşmaya başladı ve lafını 'bi dakika lan sen türkçe mi konuşuyorsun?' dedim, öyle güldük ettik falan filan.
devamını sonraki hikayelerimde anlatacağım.**
2008, new york havaalanı; uçaktan indikten sonra önce x-ray , sonra köpekler, sonra polis tarafından didik didik aranmamız, akabinde bir odada bir psikolog ve iki polis tarafından 1 saat baskı altında kan, ter ifade.... abd de bulunma sebebimizi 50 kere sordular, sinir artık saç telimizin ucuna geldi.hayır, diyecem ananın yanına geldim diye o olacak. son olarak buyrun pasaport ve belgeleriniz, (dumur) ''ülkemize hoş geldiniz '' sizin ben ta amınıza koyim. bi daha gidersem terbiyesizim.
prag'dayım, yanımda üç arkadaş, meydandaki bi kafede, hani astronomik saat deniyor, hemen onun karşısı ya, neyse oturuyoruz sıcak şaraplarımızı yudumluyoruz. bize servis yapan çek garson nereli olduğumuzu sordu, türk olduğumuzu öğrenince bizimle sohbet başladı, yalnız sohbet çoktan çok garip yerlere gitmeye başlamıştı, şöyleki:
garson: aslında ankaraspor'un ligden atılmaması lazımdı, bence hiç etik değil.
amcık kafalı cahillerin(macaristan'da) "aa türk müsün arapça konuşuyor musunuz siz?" diye sorması bunun üzerine "150 sene buralardaydık öğrenemedin mi hala farkı?" şeklinde kontra bir soruyla göt etmek ve akabinde "peki sen söyle siz macarsınız polakça ya da slovakça konuşuyor musunuz?" şeklinde 2. bir soruyla amına koymak gerizekalının. bunun dışında yok baklava niye o kadar aşırı tatlıymış, deve var mıymış bizde. evet şu deve meselesi... tabi yahşi batıdaki gibi "camels camels everywhere, everywhere".
Münihte cok begendigim bir yemekten sonra Bavyara kiyafeti giymis bayan garsona "das gefällt mir gut" dedim. Uzun süre sasirdi bakti sonra kurs arkadaslarim düzeltti ki bu cümle bir kiyafeti begendigimizde söylenirmis. Yemegi begendigimizde "das schmeckt mir gut" diyormusuz. Utanmistim birazcik. Ama sonra bayan garsonla güzel bir muhabbetimiz olmustu.
Englischer Garten daki ciplaklar. Aman allahim giyinikler ciplaklardan daha azdi bu sehir parkinda.
umumi tuvaletlerin, spor salonlarının veya termal tesislerdeki soyunma odalarının erkek bölümünü, kadın temizlikçilerin gayet rahat bir biçimde paspaslaması, silip süpürmesi, daltaşak heriflerin arasında işini yapmaya devam etmesi. yine bu türlü tesislerde erkeklerin iç çamaşırlarını değiştirirken kabine gitmeyip yine ortalıkta sünnetsiz kıllı pipileriyle daltaşak külotlarını çıkarıp giymeleri, duşa o halde gitmeleri, kimsenin de onunki mi büyük benimki mi büyük gibi meraklı bir havada bakışlar atmamaları, hatta hiç oralı olmamaları. not: muhafazakarsporlu değilim ve gay asla değilim elhamdülillah ama yine de dumurumsu oldum sanki adamlar paso daltaşak yahu.pes.
Romanya... Karsı fabrikaya hırsız girmişti. Bekçi çok korkmuş halde birseyler anlatıyordu. Bir ki sn sonra, nedense bekciyle yalınız kaldık. Bekçi başladı birseyler anlatmaya, kafa sallıyorum (vücud dili değişmez mantığı ) bir an içimdeki pic gülmeye başladı. Adam ağladı ağlayacak, dilimi çok ısırmıştım, gülmeyeyim diye.
almanya'ya yeni gelmiştim. bir marketten alacağımı alıp kasada sıra bana gelince kasiyer kız naber dedi. "iyidir, senden naber" dedim, kızda ses yok, devamı gelmedi. neyse parayı ödeyip çüsleştik. (bkz: çüsleşmek)
eve geldim arkadaşa dedim: sizin şu marketteki kız türk galiba, bana n'aber dedi.
- nabend demiştir o. dedi.
meğersem iyi akşamlar anlamındaki guten abend sözcüğünü kısaltarak nabend yapmışlar. iyi de kimse kursta bize bundan bahsetmedi ki.
geçen sene kuzenle interrail e gittiğimizde olan olay. trendeyiz abicim oturmuşuz paşa paşa karşılıklı kuzenle yanlarımıza da iki tane karı kılıklı çekik gözlü oturdu. bizde hani trenlerde yolculuk yaparken sıkılmayalım kafayı koyup uyumak dışında da birşeyler yapalım diye yanımıza iki üç tane kitap almıştık. attım elimi çantaya aldım kitapları birini kuzene verdim okuması için diğerini kendime aldım tesadüfen bana gelen kitap franz kafka'nın dönüşüm isimli kitabı. tesadüfen dememin sebebi yanımıza kitap alma fikri yurtdışına çıkmadan son saniyede akla geldiği için kitaplıktan aldık öyle iki üç tane kitap sıkıştırdık çantaya.neyse franz kafka'nın ilk defa bir kitabını okuyordum orada daha önce hiç okumamıştım. şöyle bir 20 sayfa falan okuduktan sonra kitabın iki yüzünün kapagı yukarı bakacak şekilde kitabı masaya koydum. daha sonra yanımdaki lavuk bana aynen şunu söyledi:
yavsak: is that difficult for you? (teenager olduğuma dayanarak bunu söyledi sanırım.)
vcp: maybe... (bu kitabın üstüne bu cevapta cuk oturmuştu yani.)
yavsak: you are so clever young man.. (lan zayıfız kısayız diye adam 10 yaşında falan sandı heralde)
vcp: eheheheh thanks. (burada gülüyorum falan böle havalara girmiş bir tavırla fakat 20 saniye sonraki görüntüden sonra 20 gün kendime gelemedim.)
evet o sik kafalı japon askeri adam çantasını açtı içinden netbook unu çıkardı, masaya koydu, netbook açıldı ve adamın duvar kağıdında mastürbasyon yapan bir kadın; sonra adam kulaklığını taktı kucağına aldı netbook'u ve porno izlemeye başladı. ben hayatımda hiç bu kadar tuhaf duygular içine girmemiştim sevgili sözlük. ayrıca;
haydi biraz da mallıklarımızdan bahsedelim. yurt dışına gittim ben n'aberr forsu atalım.
yer ameriga. eyalet massachusetts. şehir boston. best buy ameriKa'nın bağımsızlığı sayılan 4th julyda deli dehşet indirim yapıyor.*
profesör doktor ismail yk'nın da dediği gibi:
"fırsat bu fırsat aman kaçırma, sırası geldi hadi söyle ona" diyerek dijital fotoğraf makinesi(makina da olur) almak istediğimi söyledim. sonra bi baktım şatış elemanına "çatur çutur benni ye" demeye başlamışım. hohoyyt!
çok anlamam ben. piksel miksel zoom mum bişiler kurcukluyoruz. yanımda da bi tane koreli var. neyse dedim gelmişkene idareten bi mp3 de alayım, o vakit müzik dinleyip; listening yapabileceğım bütün elektromanyetik dalga saçan şeyler bozuk. adama sorduğum soru:
gayet de aksanlı maksanlı konuşuyorum. emmpiiüççç falan diyorum...
yok herif anlamıyor.
kriz geçimeme ramak kalmış. best buy olmuşun ama adam olamamışın. eleman daha mp3ü bilmiyor yeaa! diye isyanlardayım. yeterince mala bağlamadığım içün, üstüne bi de "müzik dinlemek için dinliyoruz ya hani gerizekalı!" gibisinden açıklamasını yapıyorum.
hem buna, hem koreliye...o da anlamadı yavrum.
bildiğin tabu oynuyoruz. kulaklıkları var falan diyorum. bana ipodu gösteriyorlar.
yurt dışında türkçe konuşmanın değeri paha biçilemez azizim, sakınmadan adamın suratına "sik.cem şimdi epılını ha!" diye saydım bi güzel.
sonra [hâlâ] türkçe olarak üçü nasıl aksanlı söylediysem artık, üöçç gibim, bi şimşek çaktı bunlarda anlaştık, ben alışverişimi yaptım. bitti.
anam sonra yemin ederim bu da oldu. türkiye'de okuldan erasmus öğrencileriyle konuşuyoruz, muhabbet dizilerden dönüyor. ben işbu diziyi izlemedim ama fena çağrışım yaptı, soru şu
+ hav yu ever hörd kayliksye...
((ye)) ((üç)) nayır nolamaz!
- he miins kayliksvay
arkadaşı uyardım. sonra da ey türk gençliği dilinin içine edilmiş anacım. öptüm kib bye, diyerek puba gittim.
viyana'da metrodan inilmiştir ve merdivenlere doğru gidilmektedir.
merdivenlerin ilk basamağına gelinmiştir ve yanından geçmekte olduğunuz bayan'dan şöyle bir ses yükselir:
malta da evlenmeden bir gece önce kız arkadaşlarıyla üstü açık bir otobüs kiralayıp bekarlığa veda partisi yapan gelin adayı ve arkadaşları, ellerinde şişeler, hepsinin kafa binbeşyüz, şehir sokaklarında saatlerce tur atarlar. Bir yandan da başta gelin adayı olmak üzere hepsi sokakta gördükleri genç ve yakışıklı erkeklere laf atıp sarkıntılık ederler. Böylece gelin bütün kurtlarını döküp, ertesi gün öyle evlenir.
rusyanın kazan vilayetinde 4 arakadaş bir kafede oturuyoruz.yan masada da inglizce konusan 1 erkek 2 kızdan olusan gruba gıcık olduk.durmadan adamı kalaylamaya basladık.tahmini yarım saat sonra yan masadaki kızlar gitti.adama doğru baktım.
-ne oldu lan okuz kalktı kızlar sap gibi kaldın la ingiliz.(bizim cocuklar gülmeye basladı)
-(hafif bir tebessümle)sen 4 sapla oturuyosun ben birşey diyormuyum.
-(ben ve arkadaşlar ağzımız bir karış açık,yüzümüz utançtan kıpkırmızı)kem küm...türkmüsün abi?
-hayır ingilizim odtü'de ders verdim 2 yıl.
yurtdışı denilince avrupa´da -almanya- yaşayan türklerden birisinin de bir anı anlatmadan bu başlığı geçmesi olmaz. tabii yaşam mekanı olarak seçtiğiniz yer tc olmayınca anlatacak mevzuu sayısı her geçen günle artmaktadır.
bizim çevremizde türkçe kursuna giden bir alman var. onlara türkçe öğreten şahıs da alman. bir kere benimle türkçe konuşmak istedi, konuştum anlamadı sonra da bana "senin türkçen de bi anormallik var, sen de bizim kursa gel, türkçeni düzelt" dedi.... gerçek hikayedir.
ben de istanbulluyum, ve türkçemden tabiatıyla oldukça memnunum.
Iki turk grubu bir gosterideyiz. Bir grubun elinde savurunca uzayan renkli mesale benzeri bir sey var.
*Mesalili arkadas -bizim gruptan bir kiz +kizin erkek arkadasi
- Oo, what a nice... What is that (kiz arkadasi yabanci zanneder) **
* (kiz ingilizce konusunca cocuk da kizi yabanci zanneder) This yaaaaarrrrrrrrraaaaaaaak, do you know yarrak? **
+ Hop kardesim ne diyorsun kiz arkadasima, dombili... (cocugu tek eliyle yakasindan tutarak havaya kaldirir... Hikayenin komik kismi burada biter)
geçen sene hollanda da iken;kız arkadaşımla birlikte mc donalds a girdik.Yemeklerimizi yedik kalkmak üzereyiz.Çalışanlardan bir çocuk geldi masadakileri aldı ve masayı silmeye koyuldu.
-Hay sikecem böyle iş yerini...(Bir taraftan da siliyor),amına kodumun müdürü iki gün izin vermez,daşşağının keyfine milletle oynuyo ibne
+!!??
-Vallaha oro...
+Hopp birader bizde Türküz yavaş ol amına koyim ya,kız var görmüyon mu?
-Vayy topraaamm,kusura bakma abi herzaman ki halim,yabancı zannettim.Ben mustafa,çorum'dan.
+Çorum mu?K.i.b bye...
sofyada caminin yanından geçerken bir grup insan gördüm.sandalyelere oturmuşlar önlerinde masa, gelen geçenden imza topluyolar.sebebini öğrendiğimdeyse dumur olmuştum.caminin ancak dibindeyken duyabileceğin ezan sesinden nefret etmeleri.neymiş efendim toplanan imzalarla sesi tamamen kapattırmak istiyolarmış.zaten bir tane cami var onunda çıkmayan sesini çok gördüler.bir diğeride türkiyenin avrupa birliğine girmesine karşı çıkıp tekrar imza olayına girişmeleri.evet sözlük bu adamların işi gücü biz olmuşuz.hak vermek lazım bu kadar konu oluyorsak gavur ellerde boş yere değil.