iste yine karşımdaydın bir ocak sabahı. ben seni yanlış yönde ararken sen kocaman sırıtışınla soldan soldan bakıyordun bana. kocaman çantanın içinde giydiğin ve yaşadığın tüm kirlilerin baba evine dönmektesin. ama önce ödemen gereken bir bedel uğraman gereken bir durak var.
işte yine karşımdasın. iki kocaman bardak kahve nasıl olur da birer kahve olur. bir kalem nasıl insanı bu denli utandırır. ismail neden bu kadar değişti bir anda. hepsinin cevabı sadece tepeye çıkıp da kaleyi fetheden tabelanın altında zafer işareti yapan gençte saklı. ve kazandığı ekstra kahveye gereksiz ve bolca sevinç gösteren birinde.
bak ...
işte yine uzaktasın. yabanmersini tadında bir yolculuktasın. sakız gibi uzayacak bir yolculuk ve sonunda, eve vardığında oyun havalarıyla haber vereceksin ben gittim diye.
işte yüreksagda..işte kuzenim...gittiğin yolda yağmurlar vardı.ardında da ben. neden yağmur yağdı sanıyorsun sen giderken.gittiğine üzüldüğüm anlaşılmasın diye. o pis hüzün yine sardı beni. beraber büyümüş de göndermiş gibi seni.
hiç gitme istedim.
kuvvetle ihtimal antropolog olan yazardır. belki de aklını orta doğu ya da mezopotamya ile bozmuştur bilemem.* ama dipnotları için teşekkürü hak eden yazardır.*
geçen gün yine oturuyoruz, demesin mi "toplumcu gerçekçilik benim için bir tutkudur." yahu yapma dedim "hani insan kötüdür" diye karar vermiştik. sonra sako damladı "artık platon'dan öteye gitmeliyiz" dedi. güneş batıyordu, otobüsü kaçımıştık. çayı gene ben ısmarladım. biz, üçümüz ne yaşıyoruz anlamış değilim.