"Şimdi biz Türk'üz ya, genlerimizde var milliyetçilik. ister komünist olalım ister liberal, ister marjinal olalım ister global, ne olursak olalım içimizde var ve hiç beklenmedik bir anda çıkıveriyor. Mesela bağlaç olan de'yi ayrı yazmayan birine duyulan en hafif bir öfkenin bile kökeninde, herhangi bir dilin yanlış kullanılmasından çok Türkçe'nin yanlış kullanılması yatıyor. Futbolla hiç ilgilenmiyor bile olsanız milli takımı destekliyorsunuz sonuçta. Yabancı bir filmde geçen Türkiye kelimesi sizi heyecanlandırmıyor mu? Tıpta güzel bir buluşa imza atan Türk doktoru haberlerinde gururunuz okşanmıyor mu? Bunlar normal şeyler belki ama bizden başka böyle olan bir millet daha yoktur. Çünkü burada ne Atatürk milliyetçiliğinden ne de ırkçılıktan bahsediyorum. Demek istediğim tam anlamıyla bir kabilecilik, bir takımdaşlık. Taraftar gibiyiz. Ortada Türkiye diye bir takım, ve bir takımı tutmak kadar hiçbir akla mantığa sığmayan bağlılık var. Zaten hep düşünürdüm; Galatasaraylı'yım, ama neden? Bana faydası nedir? Neden Galatasaray gol atınca seviniyorum? Gol atan futbolcuyla golü yiyen kalecinin birer insan olarak şahsıma yakınlığı arasındaki fark nedir? Galatasaraylılık adındaki bu soyut kavramı ruhuma yediren nedir? Bilmiyorum ama bir güç var işte, genlerimde!
Konuya yavaştan ısındıysak, açıkçası biraz da çekinerek asıl fikirlerime geçiyorum. Yukarıdaki bahsettiğim Galatasaraylılık yerine Türkiyelilik desem de iş değişmiyor. Ne yani, böylesine büyük bir gücü kan bağı gibi basit bir tıbbi meseleyle mi açıklayacaksınız? Zaten olay bu kadar basitse böyle bir yazıyı yazmaya tenezzül bile etmem. Öte yandan, vatan için Kurtuluş Savaşı'nda canlarını hiçe saymış dedelerimize bir vefa borcundan ibaret de olamaz. Çünkü bu durumda da aslında sevmediğimiz bir şeyi hatır için seviyoruz gibi olur. Kaldı ki, canlarını hiçe sayan dedelerimizin neden öyle yaptığını soruyoruz. Biz neyden kurtulduk? Başka şeyler olmalı. Madem Türkiye'yi bir takım gibi düşündük, o zaman dünya denen yer de lig olsun. Takımımızın kazandığı her başarı birer taraftarı olarak bize onur veriyor ve diğer taraftarlar (diğer halklar) arasında başımız dik yürüyoruz. Yani Türk doktorların aldığı başarılar ile geleceğin Türk doktorlarına güven artıyor, daha fazla fırsat sunuluyor gibi. Bu bencillik değil mi? Bir Türk doktorun başarısına kendi doktorluk kariyerimizi düşünerek mi seviniyoruz, Türklüğü bir araç olarak mı kullanıyoruz? Hem kendimiz için hem de Türk olduğu için seviniyoruz, diyesi geliyor insanın. Oysa burada Türk olduğu için lafı boş kümeyi işaret ediyor. Çünkü zaten onun kaynağının ne olduğunu tartışıyoruz ve her açıklama girişimimiz ilk seçenek ile son buluyor. Onu da hafifletmek için işte hem o yüzden hem de Türk olduğu için diyoruz ve kısırdöngü de böyle başlıyor. Neden? Çünkü. Olay bu.
Makale kategorisindeki çoğu yazımda konu ne zaman ucundan kıyısından felsefeye dayansa, hemen ilk insanlara kadar gider ve olayları ordan yola çıkarak açıklamaya çalışırdım. Bu defa buna gerek yok, çünkü belki de insanlığın tek değişmeyen huyu bu kabilecilik. Belki sen bir diğer kabilenin ferdi olsan (başka bir ülkenin vatandaşı olmak) senin için daha hayırlısı olacak. Belki öteki kabilenin insanlarıyla daha iyi arkadaşlıklar kuracak, daha güzel evlilikler yapacak, diğer kabilenin milli marşında daha güzel ritim tutacaksın. Ama sırf bunları duymak bile hemen genlerindeki o batıl kuvveti hareketlendiriyor, yadırgıyorsun. Kendi kabilene haksızlık edeceğini düşünüyor, büyük bir suçluluk hatta utanç duygusuna kapılıyorsun. Bu nasıl bir tabu! Ve bu yüzden halihazırda doktorlarıyla ünlenmiş ve doktor adaylarına fırsatların bol bol sunulduğu diğer kabileye dahil olup kendi doktorluk kariyerini sağlama almak yerine, üstelik yine aynı amaç doğrultusunda hareket ediyor olmana rağmen, uzun yolu seçerek kendi kabilenin doktorlarını destekliyor ve doktorluk müessesesinde diğer kabilenin tahtına kendi kabileni kondurmaya gayret ediyorsun. Karıncalar geldi aklıma.. Hani tam da aradığı yemi koyarsın önüne, almaz. Gider 5 km ötedeki daha küçük bir yem için gününü heba eder. Kağıt üzerinde baktığın zaman hem kendisi hem de kolonisi için kötü bir tercih yapmıştır. Ama karıncadır, öyle programlanmıştır.
Güçlü bir milletin himayesine girmek, abartıyorum asimile olmak kulağa ne kadar ürkütücü geliyor. Çok çirkin sözler bunlar. Bugüne kadar bizim olduğuna inandığımız, tıpkı Galatasaraylılık gibi ruhumuza yedirdiğimiz (veya başka bir takım) ama en nihayetinde bunun tesadüften öte bir şey olmadığı pek çok kavramı, örneğin dili, bağımsızlığı, bayrağı değiştirmek.. Sırf o insan topluluğuna dahiliz diye ne kadar korkutucu geliyor kulağa. Biz kırmızıyız, maviler öcü. Sırf rengimiz değişmesin diye, paşa paşa maviler içinde yaşamak varken sefil bir halde kırmızı kalırız daha iyi! Bu önemli bir nokta. Çünkü yine doktorlardan gidiyorum, tesadüfen dahil olduğun bu kabile bırak doktorlukta kariyer yapmanı, sadece doktor olmanı bile engelliyor olabilir. Doktor kelimesinin yerini müzisyen ile değiştirelim ki günümüze daha iyi uyarlanabilsin. Şans eseri kabilen müzikten anlamayan bir kabile çıktı. Kabilen için müzikten, yani kendinden vazgeçiyorsun. Karşılıksız bir aşk! Kırmızı bizim için neden bu kadar yüksek bir önem teşkil ediyor? Hemen 1000 yıl öncesine ışınlanalım, sallıyorum Güney Avrupa'da bir yerdeyiz. O zamanın 2 ülkesinin orduları bir meydanda kıyasıya savaşıyor. Yeşiller ve sarılar. Onlar da biz kırmızılar ya da öteki maviler gibi düşünüyor. Ama bu görüntüdeki yeşilin sarıdan farkı nedir? Hayatlarını feda eden bu renkler size hiçbir anlam ifade etmiyor. Peki neden iş bir boya kutusunun içine düşüp de sapsarı kesildikten sonra aniden değişiyor? içine girdikten sonra.. Neden ilk etapta beyniyle değil güdüleriyle hareket eden karıncanın bu saçma davranışlarını gözlemleyen akıllı bir insan bakışına sahipken birden o karınca kolonisinin bir ferdi gibi düşünmeye başladık? Dışından bakmak gibi bir ihtimal olmadığında..
Fazla acımasız konuştuğumun farkındayım. Kelimesel karşılıkları olmayan, sözle ifade edilemeyen bazı soyut kavramları, yani derin his ve duyguları, katı ve soğuk bir beyinle bir takım mantıksal çerçeveler içerisinde açıklamaya çalışmış ve haliyle başarısız olmuş olabilirim. Neticede hepimiz aynı hastanelerde doğduk, aynı tadı olan bebek bisküvilerini yedik, aynı şarkıları duyduk, aynı televizyon programlarını seyrettik, aynı ikokullarda aynı ders kitaplarını okuduk, espri anlayışlarımız benzer gelişti ve buna benzer milyon adet ayrıntı daha.. Bir insanın karakter temellerinin atıldığı evreleri aynı geçirmiş olmak, sonrasında ne kadar farklılaşırsak farklılaşalım, derinde bir yerlerde eşgüdülük yarattı. Almanlar yenilince otomatikman yenilmiş sayılanlar sadece bizlerdik mesela. Diğer kabileler bunu bilmez, anlamaz. Hepsinin elbette farkındayım. Sadece, şu 5 koca paragrafımı tek cümleyle özetlemiş bir Vizontele repliğine takıldı kafam.
- insan memleketini niye sever?
- Başka çaresi yoktur da ondan."