Kuşlar vardır, cana benzer havalarda:
Soğuksa kar, baharsa yaprak;
Bir başına büyür toprakta ömrümüz,
Güneşle yeşil elleriyle çıplak;
-Uslu ayaklarla başlamış yolculuk-
Yürünmez öyle, bazen durulur,
Ve iner erenler katına yorgunluk;
Kapanır sükun üzre kitaplar. Nefeslerle sürüp giden yaşamamız Bir su kenarına gelir durur; Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır;`
Yürünmez öyle hep, bazen susulur.`
Dağa çıkmaya başlamışlardı. on kadar genç, değişik bir şey vardı sırtlarında. "bu ne?" diye sordum, mayın tarıyorlar, dedi arkadaş. yüzüm buruştu. bir tanesi de sırtında atlet, üzgün bir suratla yürüyor yoldan yukarı doğru. "yorulmuş" dedim asıl yorgunluğu bilmediğimden...
oysa yorgunluk tanım cümlesidir; her an ölebileceğini düşünerek yaşamak...
gariptir,degisik bir hissiyattir. bir his midir bilemedim simdi bir anda yazinca cok bilmis gibi hissettim. yorgunluk nedir bilmiyorum ama iliklerime kadar hissedip tarif edebilirim. bir insaat iscisi olmak istemek,saatlerce cuvallar tasiyip yurumekten ayaklar nasir tutacak hale gelmek ''istemektir" yorgunluk. icindeki ezilmisligi,bir avuc yuregini yine bir avuca sigdirip dislerini sika sika avucunda parcaliyormuslar hissini veren o yurek sikismasindan kurtulup bunlarin hepsini yapmak icin yapabilmek icin yeter ki tum bunlardan bu hislerden bu hissizlikten kurtulabileyim diye hickirmaktir yorgunluk.
koltuga oturdugunda tum vucundan dagilan sizi degildir,o rahatlamayi hissetmek degildir yorgunluk. oturacak bir koltuk bulamamaktir. belki de hicbiri degildir,bilemedim.