Beni attın ay kız ataşa
Ağlamaksız her zaman beni ataşa
Atacaksan meni sevdin söyle bezm içim
Doldur eşkin şerbet gibim ver için
Söyle söyle sana böyle ne oldu yar
Yalvarıram/Çağırıram gel gel gel aralarda kalırsan
Beni incitme yalvarıram yar beni atma terk etme.
Gözüm yolda kaldı kaldı al güzel
Bahar bitti yapraklar oldu gazel
Yollarına baka baka kaldı gözlerim
Sene çattı yüreğimde sözlerin
Söyle söyle sana böyle ne oldu yar
Yalvarıram/Çağırıram gel gel gel aralarda kalırsan
Beni incitme yalvarıram yar beni atma terk etme.
neydi bizim en büyük derdimiz? yollarına bakacak bir yarimizin olmaması mı? sıralara kazırken ahmet arif şiirlerini neye efkarlanmıştık biz bu kadar? çalışmamıza rağmen çalıştığımız yerden çıkmayan sınav sorularına mı, tuvalette sigara içerken hocaya yakalanmaya mı, uzaktan baktığımız ve hakkında ciddi duygular beslenen kızın eteklerini çok kıvırmasına mı?
hangi saf duyguya dertlendiysem, işte beni o saflığa, yıllar öncesine götüren şarkı.
söyle söyle sene böyle noldu yar.
ahmet abi kürt ya bölücüya, azeri şarkısıda söylemiş ya. oysa o sanatçı olmasın duygusal bütün bu coğrafyaya ait.
azerice en güzel şrkılardan birisi.
dinlediğim en güzel parçalardan biri olmakla beraber herkesin yorumu da bir başka güzeldir.
leman sam ve ahmet kaya performansları biraz daha öne çıkıyor tabi ki.
--spoiler--
balvarıram gel haralarda kalmısan,
beni incitme yalvarıram yar beni atma terk etme,
çağırıram gel gel gel haralarda kalmısan,
beni incitme yalvarıram yar beni atma terk etme.
--spoiler--
kimə aid olduğu bilinməyən bir azeri türküsüdür, ahmet kaya böyük söyləmişdir. sözləri belədir:
məni atdın ay qız ay qız atəşə
ağlamaksız hər zaman məni atəşə
atacaqsınız məni sevdin söylə bəzm içim
doldur eşkin şərbət kimi ver içim
söylə söylə sənə belə nə oldu yar
çağırıram gel haralarda qalmışa
məni incitmə yalvarıram yar məni atma tərk etmə
yalvarıram gəl gəl gəl haralarda qalmışa
məni incitmə yalvarıram yar məni atma tərk etmə.
gözüm yolda qaldı qaldı ay gözəl
bahar bitdi yarpaqlar oldu hazəl
yollarına baxa baxa qaldı gözlərim
sənə çatsın ürəyimdəki sözlərim
söylə söylə sənə belə nə oldu yar
çağırıram gel haralarda qalmışa
məni incitmə yalvarıram yar məni atma tərk etmə
yalvarıram gəl gəl gəl haralarda qalmışa
məni incitmə yalvarıram yar məni atma tərk etmə
Ahmet kaya'dan her dinleyişimde beni mutlu eden azeri parça. Küçükken babaannemin bana söylediği ninnileri hatırlatıyor. O naiflik, o hoşluk...
"Gözüm yolda kaldı kaldı ay gözel,
Bahar bitti yapraklar oldu gazel.
Yollarına baka baka kaldı gözlerim,
Sene çatsın üreğimdeki sözlerim,
Şöyle söyle sene beyle ne oldu yar?"
azerilerin müzik alanında ne kadar önde olduklarını gösteren enfes bir şarkı.
ahmet kaya'nın o naif sesiyle yorumlaması mükemmeldir. amma alim kasımov şarkıyı resmen ete kemiğe büründürür.
"beni attın ay gız ay gız ataşa
ağlamaksız her zaman beni ataşa
atacaksan meni sevdin söyle bezm içim
doldur eşkin şerbet gibi ver içim
söyle söyle sana böyle ne oldu yar"
1950'li vakitlerde ığdır'a, sovyet rusyası'ndan kaçıp gelen aileye mensup azerbaycanlı abinin nefesinden dinlediğim, canlı kanlı dinlediğim en güzel ilk 10 türkü sıralamasında. En güzel türküyü bir yörük çadırında aynı topraklardan, aynı atalardan geldiğimiz bir ak sakallıdan dinlemiş, Her büyülü nağmeyle biraz daha sarhoş olmuştum.
kalktık horasan'dan sökün eyledik. parlar omzumuzda uzun şelfeler. kurt sürüleri gibi dağıldık dünyaya, yayıldık mağrıptan maşrıka dek. kırmızı yakut gözlü, uzun boyunlu atlarımızı sind suyuna, nil suyuna sürdük. memleketler, kaleler, şehirler aldık, devletler kurduk. harran ovasına, mezopotamya’ya, arabistan çölüne, anadolu’ya, kafkas dağlarına, geniş rus bozkırlarına on bin, yüz bin kara çadırla kartallar gibi indik. uzun, yedi direkli, keçi kılından kara çadırlarımız… her birisinin içi insan hünerinin en büyük, en güzel, en ince renkleri, nakışlarıyla işlenmişti. ya şelfelerimiz, ya kılıçlarımız, hançerlerimiz, fildişi sapları altın işleme tüfeklerimiz, dibeklerimiz, hırızma, gerdanlık, tepeliklerimiz, kilim, keçe, çullarımız… harran ovasında binlerce kişi ceylanlara karışıp semah döndük. ulu şahinler gibi. şölenler tuttuk, kutsal cemler büyüttük…
ulu denizlerden ulu denizlere dalgalarca çalkandık. o kıyıdan bu kıyıya vurduk. kaleler, şehirler, memleketler, ırklar, soylar karşımızda boyun eğdi. tutsak kıldık bir çağı. çok şey yaptık insanoğluna. ama onları hiçbir zaman aşağılamadık. insanları aşağılamak geleneğimizde yoktu. yoksula, yetime, düşmüşe, kadına, hangi soydan, hangi dinden, hangi ülkeden olursa olsun dokunmadık, saygıda kusur etmedik. dost olsun, düşman olsun onları bizim düşkünümüzden, yaşlımızdan, çocuğumuzdan, kadınımızdan ayırdetmedik. el aman demişin kılına dokunmadık. kalın, işlemeli, türlü damgalı yurtlar yaptık keçelerden, sıcak sağlam. hiçbir saray böylesine, bu yurtlar gibi görkemli olamazdı. dünyanın üstünde konduk kalktık, özgür, tutsak, yenilmiş, yenmiş…
yüzyıllar geçti, parça parça bölündük, küçüldük, kara çadırlar soldu. ulu dağlara, sulara, topraklara, ovalara, ülkelere ad verip, damgamızı bastık. anadolu'da karşımıza çıktı kayseri dağı, ağrı, süphan, nemrut, binboğa, cilo dağı…
vardık anadolu'da da karşımıza çıktı kızılırmak, yeşilırmak, sakarya, seyhan, ceyhan suyu… anadolu ovası tuz gölü, kehrübar sarası üzümleriyle ege ovaları…
ve adlarımızı verdik sulara, ovalara, dağlara. anadolu'nun her karış toprağına damgamızı bastık. her karış toprağına bir ad bulduk, obamızın adını koyduk. unutulmasın, bir ulu toprakta soyumuz boy versin diye…
düşürdüler bizi tozlu yollara, aşırdılar bizi karlı dağlardan. düşürdüler bizi haldan hallere…
anadolu'nun taşıyla toprağıyla, akan suyu, esen yeliyle, binlerce yıldan bu yana işlenmiş, gelişmiş, yeşermiş, boy atmış kervansarayları, sarayları, tapınakları, ulu şehirleri, türküleri, gelenekleri, görgüsü, bilgisiyle bir olduk kaynaştık. etle kemik gibi…
yağmurla toprak gibi…
her bölüğümüz bir ilde, bir ülkede, bir toprak parçasında kaldı…
çadırımızın her bir parçası bir yerde unutuldu, bir toprakta çürüdü. gür, sonsuz, ulu, kaynayan bir su gibi bir kökten çıktık. göz göz olduk…
dağıldık, ufaldık, azala azala tükendik, bittik. artık türkülerimiz belki de hiç söylenmeyecek, semahlarımız dönülmeyecek, dostlar, canlar, erenler bir yürek olamayacak. ay gün bizim baktığımız gibi doğmayacak batmayacak. usumuz, geleneğimiz, göreneğimiz, ağacın tomurcuklanması, yelin esmesi, insanın doğması, büyümesi, ölmesi üstüne düşüncelerimiz, duygularımız bilinmeyecek, anılmayacak. çiçeğin açması, kaplanın heykirmesi, yağmurun yağması üstüne, toprağın yeşermesi, bir kartalın yumurtlaması, bir tor şahinin, uzun boyunlu tor atların alıştırılması, dünyaya, her yaratığa sevgimiz, dostluğumuz, onlardan bir parça olma gücünün harikulade sağlamlığı hiç bilinmeyecek, namımız insan soylarınca söylenmeyecek. birdenbire değil, binlerce yıldan bu yana azala azala, ufalana, küçüle, her toprakta bir parçamızı bırakarak tükendik…
bir aydınlık su gibi bu toprağın üstünden aktık. geldik anadoluda da karşımıza çıktı kayseri dağı. ulu, temiz, alımlı, yakışıklı, ışığa batmış. kırmızı yakut gözlü, uzun boyunlu atlarımız…
harran ovasında, mezopotamya'da yüz bin ulu kartal konmuş gibi kıl kara çadırlarımız. binlerce kişi, binlerce ceylanla birlikte semah tuttuk üç gün üç gece, kırk gün, kırk gece...
yörük türkmen beylerini, yiğit delikanlıları, bir çiçek gibi narin ama bir erkeğin yiğidi kadar kuvvetli, birbirine sevdalanmisların, memeleri tomurcuklanmış kızların memelerinin kesilip oluk oluk kan fışkırdığını, toprağın 40 gün 40 gece kan aktığını anlatırdı da kelime eksilmezdi ağzından. 40 gün 40 gece daha anlatırdı...
(#43196570)
bağlantıdaki bağlama yorumunu sürekli dinlemekten kulaklarım içinde günlerdir şarkının uğultusu... Sürekli türküyü bağlamayla çalmaktan parmaklarımın uçları su topladı...
Yüzyıllardır atalarla birlikte batı'da ve batı kültürüyle yaşayan ve kültürünü unutmaya tutmuş emsallere sahip olup, hakikatte özü türkmen eli olan ve ruhunun her zerresi tamamiyle anadolu ve asya ile dolu olan biri daha var mıdır, bilmiyorum.
Bu türkü, resmen onlar hatta yüzlerce acının nağmelere dökülmüş hali... Bazı parçalarda işin içine insan sesi girince etkisini yitirdiğini düşünürüm. Bu türkü için de aynı şey geçerli. Ezgi'nin günlüğü yorumu harika ama üstteki bağlantıdaki kısa ve uzun sap bağlamanın birbirine karışmış yorumu kadar güzel değil, resmen büyülü alemin nağmelerinin izlerini taşıyor.
dini sömürüye terennüm edilen islami müziğine, neyine, define ne hacet? bağlama, cura, kopuz, balaban varken gönül teline dokunmak neye, defe mi düşer?