bir oğul annesini terk eder mi hiç? anne o be! terk edilir mi? bırakılır mı, gidilir mi? bu soruları 'evet' diye yanıtlayan birinin sözü işte: yokluğuma hazırlan anne.
şimdi geçin nasılları...nedenleri...
yeşil örtülü yeni alınmış yatakta uzanmış yatıyor. henüz kırkında bir anne. üstünde yeşil, bej tonlarıyla bir battaniye. üstünde bir hüzün var ayrıca. üniversite okumuş, evinden uzakta okuduğu şehirde evlenmiş. genç yaşında avcuna almış çocuğunu. hayatından çok memnun olamaz. her şeyin istediği gibi gitmediğini biliyorum. kim kocasından ayrılmak, üniversiteyi bitirememek, çalıştığı şirketlerin ya da şirketlerde kendisinin tutunamamasını ister ki? evet, çalışan bir kadın. ben, duyarlı-duyarsız bir evlad. ben en yakınındaki insanları dahi tanımayan, uzağında kimse olmayan, dünyaya ister aşırı utangaçlığı deyin isterseniz davranışlar konusunda tecrübesizliği..bir veya birkaç sebepten adapte olamamış biriyim. yabaniyim. göz pınarlarım çabuk tükenir..şimdiyse sabrım tükendi. dayanma gücüm tükendi. yeniden dolmasına da temin ederim hiç isteğim yok. birileri tutsun gram istemiyorum. yapma desinler istemiyorum. görsünler, anlasınlar. on senedir, sığıntı gibi annemin babaevinde yaşıyoruz. şimdiye değin hiç şikayetim olmadı. liseye başladığımda az biraz kafam çalışmaya başlamıştı. kendimi fazlalık olarak hissetmeye başladığım da o dönemlere denk gelir. ben kesinlikle bu dünyada fazlalıktım. sınıfları geçtikçe, karanlık kapıların da teker teker ardına geçtim. inancımı kaybettim, ruhum-aklım yara aldı, durdu. utangaçlığım üşengeçliğe, tembelliğe, sabitliğe, beceriksizliğe dönüşüyordu lise sona geçtiğimde. uyuyordum, âşık olup aklıma tek bir kişiyi saplıyor, bol hazlı hayallere dalıyordum. dershaneye gitmedim. lisedeki son senemde artık insanların varlığına, kalabalığa katlanamaz hâle gelmiştim. korku içindeydim. bilgisayar benim tek iletişim aracımdı neredeyse. öğrenmeye istekli olduğum, bilim dünyasına dalıp "anlama isteği"yle tutuştuğum pek çok mesele vardı. ama azimsizdim. bu değiştirilemez gerçek ile inanmadığım imkânsızlığın bizzat içinde yer aldım. hiçbir şey olanaksız değildir, diyordum. ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz dedi içimde bir ses. ayinesi işse kişinin, ben kişi değilim! dedim. en baştan beri fazlalık olarak gördüğüm varlığımı reddettim. dedim ya..azimsizdim. sayısal okumama rağmen, sayısal sınavına girersem hiçbir şey yapamayacağımın farkında olduğumdan eşit-ağırlıktan girdim sınava. orta-derece bir puan yaptım. yük olmamak düşüncesi ile kaplıydım. beynimi yiyordu bu düşünce. yaşadığım evde yürümeye, su içmeye, yemek yemeye çekinir davranıyordum. iğrenç bir histi. evden kaçıp, bir yerde işe gir diyebilirsiniz. azmim yok ki! dilime pelesenk olan "zahmetli" kelimesi her fiile yaptığım yorumdu çünkü. tercih dönemi geldi, tercihimi yaptım. tam burslu bir şekilde vakıf üniversitesinin tekine yerleştim. dandik bir bölüm, yaşadığım yere yakın. yürüme gidip gelebileceğim mesafede. ben, çok yanlış yaptım elbet. hep de farkındaydım. ben ölüme inandım, bel bağladım. esasında lise ikinci sınıfın ortalarından bu yana intihar düşüncesiyle dolup taşmaktaydı aklım. bu sıralarda, bulantı'yı okuduğumda varlığımdan daha da tiksindim. dinin dogmalığından ziyade bu felsefi açılımı itemedim aklımdan öteye, yalanlayamadım varlığımın sonsuzluğunu. tesellim varlığımın bir daha bir araya gelmeyecek şekilde paramparça olmasıydı. gün geldi işte. bunca zaman ertelediğim ölüm vakti geldi. eu thanasia! male vita! annem, benimle çok ilgilenmedi. bundan dolayı üzgün ve de değilim. üzgünüm, çünkü ilgilenseydi, başka türlü ilgilenseydi..bana sarılsaydı..farklı olurdu belki. ama ben kendi dertleriyle boğuşurken o, o'na destek olamadığım için de üzgünüm. ve değilim, umarım yokluğuma böylelikle daha kolay alışır. az gördüğü, az konuştuğu ve az tanıdığı oğlunun yokluğuna...ben kimseye tanıtmadım ki kendimi. hep sustum. yokluğuma hazırlan anne. bunu da diyemedim, diyemeyeceğim, bir not olarak bile bırakamayacağım aslında başucuna. bu bir düşünce o kadar. bir akşam gittiğimde, sabah dönmemiş olacağım.
en kolayıydı zaten herşeyi bırakıp gitmek, inanmasan da belki arkanda gözü yaşlı insanlar bırakmak, bilemesen de uzaktan ne kadar sevildiğini, bir zaman sonra unutulup gideceğini düşünsen de, sadece sen olduğun için emekler harcarken o insanlar... bırakıp gitmek, en kolayı da bu zaten. ama düşünme sakın gittikten sonra o insanları, ölmesen de o düşünceler, o vicdan azabı öldürür seni, farkında değilsin ama şu dünyadaki en değerli varlıksın o anne için, sen bunu inkar etsen de.