unutmaya çalıştığınız birini, unutmak için her çabalayışınıda ne çok şey hatırladığınızı farkedersiniz. bir dua gibi sayıkladığınız ismi; varlığında yitirdiği anlamları, yokluğunda gözyaşıyla tekrar kazanır;
--spoiler--
cevabı ömür süren bir soru bıraktım sana
mendili kan kokan sevgili arkadaşım
usta bakışların keşfettiği rahatlıkla arkama yaslandım
elimde şah mat yüzüğümde tek taş siyanür
adınla bulanan bir aşkın, bir maceranın mecrasında
yolun sonunu söylüyordu
günahkar iki melek olan sağdıçlarım
al birkaç bulutlu sözcük
atlasını sırtında taşıyan çalınmış bir zaman
mekik, taflan, kar kesadı bir iklim
aşk mı, macera mı dersin bu uzun seferberlik
bu ilişkinin topoğrafyasını
mezhepler tarihinden bulup çıkardım
adanan boynunda o gümüş zincir
bilmiyorsun arması sallanıyor ucunda
işte yazgının kara zırhlısı!
kork! kutsal kitaplardaki kadar kork!
çünkü hiçtir bütün duygular
korkunun verimi yanında
benim ruhum nehirler kadar derin!
kızıl kısraklar gibi üstümden geçeceksin!
arı bir sessizlik duruyor
şiddetimizin armaları arasındaki uzaklıkta
gövdenin demir çekirdeği
kalkan teninin altında
sana okunaksız bana saydam giz
içindeki uğultunun izini sürüyorum
bir açıklığa taşıyorum ele vermez yerlerini
harabeler diriliyor
heykeller tamamlanıyor
kendi kehanetinden büyülenmiş gözlerimin önünde
başka çağlara gidip geliyoruz
aşk tanrısı için
seviştiğimiz ve uyuduğumuz sahillerde
aşkın kaplan ve yılan düğümüyle
öpüyorum seni boynundaki yaradan
iniyorum kaynağına
aydınlanmamış yanların ışığa çıkıyor
dokunuşlarımın parıltısında
düğümlü mendilin, gümüş zincirin
sımsıkı mühürlendiğin bütün kilitler
çözülüyor avuçlarımda
tılsım tamamlanıyor
ortaçağ kentlerinden geçiyoruz dönüşte
indiğim kaynakların mezhep değiştiriyor
zamanın ve uzamın kilitlendiği kara kutuda benim kelimelerim
tılsım tamamlanıyor
dudaklarımdan sızan erkek sütünün kara büyüsüyle
sevgilim, oluyorsun
uyuyor ve yıkanıyoruz ay ışığında
bakıyorum güneş iniyor yüzünün alacakaranlığına
adın yoktu tanıştığımızda
eksiğini de duymadık
bazen bir rüzgarı, bazen birkaç zeytini
adının yerine kullandık
adın yoktu tanıştığımızda
sonra da olmadı
çünkü başka biri oldun zamanla
şimdi adın var
şimdi ruhumun sislere sarılı derinlikleri
yükseliyor ve tehdit ediyor
kıstırılmış varlığımın bütün cephelerini
yüzümün pususunda geziyor
sularda bilenmiş bıçaklar
uyandırılmış acılarım, bulanmış sarnıcım
etimle ruhum arasında çelişen ilke
geri döndü bana
kendi ellerimle kurduğum kara büyüden
içimdeki tarih bitti
siliyorum bir aşkı var eden her ayrıntıdaki parmak izlerini
ve şimdi adın var
ve şimdi
ikimizin vaktinde
intikam saati geldi
omayra, bu adı verdim sana
ve mevsimleri bütün anlamlarıyla
iki çakılına bir deniz vereyim
hayallerine mavi buğday
dokuz yaşamın olsun tek tek öldüreyim
esmer ve çırılçıplak bir gecede
bütün düşmanların gelecek
koynumdaki cenazene
seni saran efsane çürüyüp toprağa karışırken
kucağımda başın
gümüş bir tarakla tarayacağım saçlarını
kendi enkazımın üstünde
kurtlar, çakallar gibi uluyarak ağlayacağım acıdan
öldürerek yaşatacağım seni kendimde
ocağın parıltısıyla aydınlanan yüzün
gücünden habersiz sakin gülüşün
kamçılıyor içimdeki bütün köleleri
ben ki hileli bir oyun,
birkaç kırık zar
ve kara muskalı tılsımlarla
almışken seni kaderinden, kıyasıya bağlamışken kendime
asıl sen tutsak etmişsin beni
dünyaya kapalı kapıların ardındaki
içi boş sessizliğine
sığlığın, sevgisizliğin
o sonsuz kendiliğindenliğin
dünyanın sana değmeyen yerleri
nasıl da çekici yapıyor seni
o kadar bağlandım ki
tutkusuz bedenine
ya öldüreceğim seni
ya tunç çağından heykeller indireceğim dökümüne
sayıklayan bir ağaç gibiyim omayra
uğultusu geliyor ta derinden
gövdemin geçtiği masalların
içimdeki deprem ayakta tutuyor beni
geri dönüp vuruyor çalınmış zaman
bak sana korkaklığımı veriyorum
var olmanın bütün varoşlarından
ben yenildim, işte silahlarım
tılsım tamamlandı
sonuna geldim çizgilerini sildiğim
bir büyük haritanın
aşkım ölümün sınırında omayra
olduğun yerde kal kımıldama
--spoiler--
Yoksun sen! Artık canım yazmayacak telefonumda ve dökülmeyecek aşk sözcükleri dudaklarımdan. Uyandım, bir de ne göreyim?! Yokum ben! Boyum, endamım, bir süzümlük siluet bile değilmiş, meğer. Bakılası yüzüm, değilesi gözüm kalmamış meğer! Ah yüreğim, ağırmış da bırakmışım kaldırımda gelirken.. Yoksa dayanmazdı bu sahneye... Olmayan yüzüm, devrilesi gövdem gibi süzülüp de gidivermek yerine, bırakıverirdi beni yarı yolda.
Oysa asansördeki aynada vardı bir yansımam. Kanlı, yorgun, mor halkalı gözlerim vardı, solgun çehremle perçemlerimin kesiştiği yerde... Yine de makbuldür sanmıştım, yine de bir sevinç dalgası geçiriverir sevgilinin içinden hani... Bir sürprizlik değeri vardır sanmıştım. Bir sohbetlik, bir hayli sitemlik, bir hal çarelik hatırı saklıdır sanmıştım amma.. Eh be kardeşim, kendisi yokmuş ki hatırı olsun! Bu bitmek bilmez hayat acemiliği değil mi zaten aşkı taze tutan? Hangi aşık deneyimli hissetmiş kendini, hangi sevdalı kafasını sallamış bilgiç bilgiç de biz bu yollardan geçmiştik demiş. Aşkın hafızası balık, intikamınki fil, siteminki deve...
Bundan sonra seni düşündüğümde hep o son bakışın -daha doğrusu bakmaya değer bulmayıp da kısaca süzdükten sonra bilgisayar ekranındaki oyuna dönüşün- gelecek aklıma, o kısık gözlerle, büzülmüş dudaklarla tıslayarak Hayırdır?! Yemeğe mi geldin? deyişin, hafifçe ters dönerken dünya, önce yana, sonra yukarıya.. Gerisi hayal meyal.. Arkamı dönüp gitmeye başladım galiba, sense çevik bir hareketle kalktın, sanırım bürodakiler durumu farketmesinler diye- bir sandalye çektin otur dedin ve aynı kayıtsızlıkla oyununa devam ettin. Ben de, aynı nedenle, 30 saniye kadar oturduktan sonra Rahatsız ettim herhalde. gibi manasız bir söz söyleyip kalktım. Sesim boğuk ve çaresiz çıkmıştı. Güçlü ve net olmalıydı oysa, ve ilaveten iyi bak endamıma, çünkü burada son görüşün beni, biraz daha gayret edersen dünya gözüyle de son görüşün olacak demeliydim hatta.. Ama ağzımı açsaydım, hıçkırıklar çıkacaktı. Sakin (olduğunu sandığım, en azından filmlerdeki gibi koşmayan) adımlarla terkettim mekanı. Merdivenlerden ben değil, gözyaşlarım iniyordu. Aşağıda gözlerimi silip güvenlik görevlilerine gülümsemeye çalışarak çıktım turnikelerden.. Ve güneş, hani yaranı aydınlatır da sızlatır, sokar gözüne gözüne inatla.. Dönüp bakmadım desem, yalan olur. Ardından koşulacak kadar bile değerim yokmuş, gördün mü?! işte o an, bittin sen!
Ne yaptığını anladığında, artık anlamış olmak derin bir acı, sonsuz bir pişmanlık ve telafisi olmayan bir kayıp olacak tek kazancın! Evet! Hayatının hatasını yaptın ve bu sana hayatının aşkına mal olacak, bilesin! insan ne olursa olsun el üstünde tutar sevdiğini, gözü gibi bakar, krallar gibi ağırlar.. Hele ki ele güne karşı... Sen bana ister kızmış, ister küsmüş ol, bir büro dolusu insanın, hele o kadının hani sana asıldığını, arada göz kırptığını ve fakat senin yüz vermediğini söylediğin kadının- önünde onurumu kır, sokak itine bile layık görmeyeceğin muameleyi yap, kovmaktan beter et.. Bu insanlık ve kadınlık onuruyla alakalıdır ve hepsinin önünde benden özür dilersen belki affedilebilir. Ama sevgilinin bir sevgili kalbi vardır ki öyle hiç kolay kırılmayan, yılmayan, pes etmeyen, sana kocamaaaaaaaaan kucağını her daim açmış, her gün güler yüzle karşılamış, kuş sütüyle ağırlamış, bir gün kem bakmamış, tek bir kötü söz söylememiş, saygıda da sevgi kadar cönmertmiş ve sabırlıymış..mış.. mış.. Her neyse, artık bir hükmü yok bunların.. işte o kalbi bir kaybettin mi, bunun telafisi mümkün değil.
Sonsuz genişlikte bir kap düşün, her sözün, her eylemin, her halin ve her şeyin kabul görüyor, ne koyarsan acı tatlı alıyor, sana dair, sen olup, sana akıyor, ama asla, patlamıyor, taşmıyor. Sen o kaba tekme attın sevgili ve artık sevgili değilsin bundan kelli... Kırdın, parçaladın, yok ettin, toz duman ettin.. iki dünya bi araya gelse bakmam yüzüne, yok ki gözüm! Değil mi ki yok saydın sen kanlanmış gözlerimi, solgun yüzümü... Olmayan sırtım dönük sana bundan böyle...
Topla kırıkları da yapıştır bakalım, yeni bir yürek yarat küllerimden, varsa değerim. Biraz da sen yalvar geceler boyu, sen dök göz yaşlarını, itil kakıl da yılma kolaysa, biraz- yo, hayır biraz değil, çok, pek çok- sürün, acı çek, mahrum kal, inle inim inim, vur başını taşlara, değer bilmezliğinin acısı, öfkenin aşkına üstün gelişinin pişmanlığı yaksın kavursun seni! O zaman büyürsün belki, öğrenirsin sabrı, emeği.. Her şeyin kabulüm dersin, başka her şeyi bırakır, dinlersin geceler boyu, beni, yalnız beni. Yalnız dinler, yalnız anlarsın ahları, sitemleri yaraları, izleri... Yanlız anlar, yanlız dinler ve sağaltırsın belki... Tabii varsa değerim. Her şeyin bedeli var sevgili, ki sevgili değilsin bundan kelli, ağırdır hazırsan ödemeye, ipotek edersin yüreğini, uzundur vadesi. Tabii varsa değerim.
Yoksun sen! Derin uykulardan uyandım ne göreyim; yokmuşum! Hiç gelmemişim dünyaya, huzurla doldu ruhum.. Tanımamışım hiç seni... Bugün, bu dem, bu saat rasladığım bir hayal, bir yabancı sıfatla buz oldu içim. Bakılası yüzüm, değilesi gözüm hiç olmamış meğer, hayalmişim! Ah yüreğim, hiç olmamış iyi ki... Yoksa dayanmazdı bu sahneye.. Olmayan yüzüm, devrilesi gövdem gibi süzülüp de gidivermek yerine, bırakıverirdi beni yarı yolda...