(Karanlık kağıdın dağınıklığıyla tek özür,
gölgeler koğuşun duvarlarını tırmalıyor
ranzamın altında bağdaş kurdum, haplar kana karıştıkça
uykunun şerbeti derişiyor,
düşlerimin arasında tuttuğum pilli fenerin ışığını battaniyemle
örtmeye çalışırken, en sevdiğim kitabımın
arka kapağını yırtıp yazıyorum sana
-senin de hemen tahmin edeceğin gibi "Sonsuzluk Taşta"-)
mektubunu okuyarak dolaştım nehrin kıyısında
avucuma bir çekirge aldım
yirmiyedi adım yürüdüm çekirgeyle ne yapacağımı bilmeden
kitabımın el yazmalarını getirdiğim günü düşündüm sana
seninle
soğuyan şehriye çorbası tabağında unutulmuş
iki küçük kaşık gibiyiz
diye yazmışsın, devrilmiş iki iskemle
üstünde sevişilmiş mavi masa
seninle kapı
ve kapının altından atılan not gibiyiz
birbirine yanaşan tekneler
yanaştığını sanarak iskeleye
seninle hiç durmadan ne gibi
olduğumuzu yazıyoruz
çözemeden gerçekte ne olduğumuzu
not: denize oturduğumuz geceyi hatırla,
o arı dokunuşu ve yaprakları tutuşturan tuzu