insanların en ilkin ataları halen hem ağaçlarda, hem yerde yaşamaya uygun bir anatomiye sahiptiler. Genellikle meyveler ve yeşillikler ile beslenmektelerdi. Vücutlarında bulunan apandiks organı, yeşillik içerisinde bolca bulunan selülozun (glikozdan oluşan bir polimolekül) sindirimi için bazı enzimler salgılıyordu. Ancak selülozun sindirimi asla kolay olmadığı için, sadece bu enzimler yeterli olmuyordu. Bu sebeple hayvanların pek çoğunun özel adaptasyonlar geçirmesi gibi (örneğin bir takım hayvanın bu sorunu geviş getirerek, besinleri birden fazla defa öğüterek çözmeleri gibi veya bazı selüloz sindirebilen bakterilerle mutualist yaşama geçmek gibi), bir diğer hayvan türü olan insan da bunu güçlü bir çene ile çözmeye çalışmıştır. Daha doğru ifade edecek olursak, her zaman daha geniş, daha çok ve güçlü diş barındırabilen çenelere sahip olan bireyler, yedikleri yeşilliklerden daha fazla enerji üretebilmeyi başarmışlardır (daha fazla sindirebildikleri için) ve bu sayede de gerek hayatta kalma konusunda, gerek üreme konusunda daha avantajlı konuma geçmişlerdir.
Yani eskiden insan türünün çenesi çok daha genişti ve daha fazla diş barındırıyordu. işte 20 yaş dişleri dediğimiz üçüncü azı dişlerimiz de bu zamanlarda otların daha güçlü bir şekilde, daha hızlı ve daha etkili parçalanmasını ve öğütülmesini sağlamaktaydı.
Ancak evrimsel sürecin bir noktasında, şempanzelerden ayrılmamızdan çok da uzun olmayan bir süre sonra, insan türü ağaçlardan inerek savana yaşantısına başladı. Bu ortamda uzun mesafelerde göç etmeye ve uzun zamanlar tek bir ağaç bile bulamadan yaşamaya başladı. Bu sebeple de eskiden yiyebildiğimiz yeşillikleri ve meyveleri bulabilmemiz imkansıza yakındı. işte bu yüzden, insan türü içerisinde, savana ortamında bolca bulunan ete yönelebilen bireyler avantajlı konuma geçmeye başladılar. Et belki otlara ve meyvelere göre inanılmaz derecede hastalık yapıcı bakterilere sahipti ve ilk defa et yemeye başlayan bireyler için mide bulandırıcıydı; ancak içerisindeki ot ve meyvelerle kıyaslanmayacak kadar fazla olan besin maddesi ve yeni yaşam ortamında bolca bulunabilmesi açısından o günlerde yaşayan bireyler için bir zorunluluktu. Böylece otlara göre sindirimi çok daha kolay olan etlerle beslenmeye başlayan atalarımız avantajlı konuma geçtiler ve ot aramakta direnenler açlık mücadelesinde bir bir yenik düşmeye başladılar.
Sonuç olarak insan türü yavaş yavaş et tabanlı bir diyete başlamış oldular ve bunun çok önemli sonuçları oldu. Bunlar arasında açık ara en önemlisi, etin içerisinde bulunan bol proteinin sinir hücrelerinin üretimi için gereken enerjiyi bolca sağlaması ve böylece beynin harcayacağı enerji için yeterli miktarda besin maddesi bulunabilmesi oldu (tabii zekamızın evrimi sadece et diyetine geçişle ilgili değildir, bunu önceki bir yazımızda ele almıştık zaten). Ancak evrimsel süreçte et tüketilmesinin başlamasının tek etkisi, zeka üzerine olmadı. Sindirim sistemimiz boyunca pek çok organın evrim geçirmesi ve bu yeni besini sindirmeye adapte olması gerekti. Hatta bağışıklık sistemimiz bile evrimleşmek durumunda kaldı, çünkü ette bol miktarda bakteri ve virüs bulunuyordu ve sadece bunlara karşı bağışıklık geliştirebilecek bireyler hayatta kalmayı başardılar.
Tüm bunlar sonucunda etkilenen organlardan biri de, çene ve diş yapımızdı. Beynimizin büyüyebilmesinin bizlere avantaj sağlamasından ötürü, beyne yer açmak adına ve diyetin de değişmesiyle birlikte çene yapımız küçülmeye başladı. Artık eski güçlü ve vahşi ağızlara ihtiyacımız azalmaya başlamıştı. Otlara göre sindirimi çok daha kolay olan et için fazladan dişlere ihtiyacımız kalmamıştı. işte bu yüzden de fazladan dişler üretmeye harcanan enerji, başka alanlara harcanabilirdi. Zaten çenenin küçülebilmesi için en dıştan başlayarak dişlerden fedakarlık etmek avantaj sağlamaktaydı. Bu yüzden artık çene küçüldü ve yirmilik dişler çoğu zaman gömülü kaldı.
Hatta bazen doktorların "çene yapısı dar olduğu için diş çıkmamış gömülü kalmış" demesindeki neden budur.
Genelde 17-25 arası çıkan dişlerdir. Çoğunlukla düzgün çıkmadıkları için ya da ağızda kalabalık oldukları için ameliyatla alınırlar. Çabuk çürüdükleri de söylenmektedir.
Arka üstte bulunan iki yirmilik dişim röntgende görünmekteymiş fakat çıkmaya niyetleri yok gibi duruyormuş. Çok ilginç dişler cidden. Hiç ağrım sızım olmadı, umarım orada kalırlar.
Allahın belası bir diştir. Çıkmasının seneler sürmesini geçtim bir apse yaptığında 10 gün antibiyotik kullanmadan geçmeyen, su dahi içirmeyen ağrı yapar. O yüzden yazar kardeşim çıksa emin ol bilirsin.
insanlık için en büyük eziyetlerden biridir. ilk yirmilik dişimi 26 yaşında çıkarmaya başladım 30da çıkar sanırım ara ara ağrıyor sızlıyor şişiyor geçiyor ama başka hiçbir hareket yok.
Arkadaş ortamında sevilmeyen yancı tip gibi sonradan olaya sinsice dahil olmaya çalışıp kendine asla yer bulamayan en sonunda da ortamdan s*ktir edilen, edilmese bile sonunda barınamayıp çürüyen aşırı gereksiz diş. Hayır kardeşim yerin yoksa çıkma yani ne hakkın var bu kadar acı çektirmeye. Bi de aldırmak da olay bildiğin ameliyat yani dertsiz başa dert.
Baş ağrısı çekmeme sebep olan diştir. Hatta dişler, ikisi birden hücum ettiler. Çektiğim ağrıya mı yanayım, diş yapımın bozulma ihtimaline mi. Bana tahammül edebilen güzel doktorum uzaklara gitmişti. Ondan sonra Kimselere güvenemedim. Diş doktoruna gitme meselesini büyütmesem iyi olacak.
2000 yılı ve sonrasında doğan birçok yeni nesilde çıkmayacak olan diştir. sebebi ise basit, milyonlarca belkide binlerce yıl önce kullanılan bu diş artık modernleşme ve basit yiyecek tüketmekten dolayı görev yapamamaktadır. eskiden insan çeneleri, ağız ve kafaları daha iri olduğundan ve beslenme şekilleri direk eti butu ağıza götürüp ısırarak olduğundan bu dişlere çok görev düşüyordu. vücudumuz o kadar mükemmel çalışıyor ki ihtiyaç duyulmayan organları yavaş yavaş tabi biraz fazlasıyla yavaş yapıyor bunu, çıkartmamaya başlıyor ve kendisini güncel şartlara göre düzenliyor.
fil dişlerini de buna örnek verebiliriz. o kadar çok fil dişi avlandı ki, filler hep dişleri alınıp bırakılır veya öldürülürdü. ancak daha sonradan bir şekilde filler az da olsa dişsiz doğmaya ve yaşamaya başladı. hatta işin garip tarafı dişsiz doğan filler dişli doğan fillere göre daha iyi yetişip daha sağlıklı bir şekilde yaşıyorlar. git gide dişli doğan fil sayısı azalmaktadır. bu da belkide evrimin bir aşamasıdır.
bütün evrimler çevresel faktörlere ve ihtiyaçlara göre şekillenir. 20 lik dişe artık insanoğlunun ihtiyacı kalmadığından ya çekiliyor ya da bazı kişilerde artık çıkmıyor bile. bu dişi çıkaran insanların sayısı git gide azalacaktır ve tahminimce birkaç yüz yıl sonra artık bu diş çıkmamaya başlayacak tamamen. fillerde aynı şekilde.
yaklaşık on yıldır birlikte yaşayabilme mücadelesi verdiğim, senenin belirli zamanlarında şiddetli ağrılarla hayatı bana bezdiren, dişçi korkum yüzünden kurtulamadığım illettir.
Kişiye rahatsızlık vermediği sürece çektirmek gerekmediği, sadece doktorların para kazanmak için o dişin alınması gerektiği söylentileri var olan 20 lik yaş sendromu. Tabi ki ağzınızı açamayacak hale gelirseniz çektirmek zorundasınız. ÖRN: BEN. Yaklaşık 2 ay önce kendimi kurtardım bu dertten.
Ortalama yirmili yaşlarda çıkan (daha erken veya daha geç de olabilir) bazense hiç çıkmayan, diş sıralarının en arkalarında bulunan diştir.Bazı durumlarda yamuk çıkabilir.Özel önem gerektiren bir diştir.Kolay etkilenir.Çıkmadan çektirdiğim için çıkarken acı verip vermediği hakkında bilgim yok.Güzel diştir.