yetimler ağıdı

entry2 galeri0
    ?.
  1. öyle mısralar var ki bu şiirde, arif olan anlar ancak..
    0 ...
  2. ?.
  3. 73 şairin imzasını taşıyan, hrant dink için yazılmış mükemmel şiir:

    yetimler ağıdı

    bunu sana nasıl söylerim
    hata benim günah benim suç benim

    dünyalar içinde dünyalar sevgilim
    ateşten çıkardım baktım uzunca kendimdi
    bir de başımın üstünde yok bir ülke; kendimdi
    dilim yola düştü pupa yelken pınarlarım yas içinde, hey hey
    yüzümde kan kalmadı kuraklık can alıyor bir yandan, dan!

    bir travmam var kenarı hâreli
    yine hâreli geçti yine zulüm beni

    meydan başaklarım kanıyor
    uzun bir yürüyüşüm ben; bakın
    anlarsınız yol yorgunu gözlerimden
    şiircebimden beslenen tedirgin güvercin
    dayamış gagasını yavrusununkine

    eyvah ki hrant, bir vakitte
    göğerçinleri yemlemişti, seninki!

    kanı gördük okul dönüşünde ders kitaplarında
    seslere karşı çok ilgiliyiz de ondan seslerden olur ölümümüz
    sonra büsbütün çıkarız raydan, her vagon kendi cehennemine
    kalbimiz doludizgin, kimse avutmasın içimizdeki tren düdüklerini

    toprak insana gömülüyor, bodina da öldü
    sınırlar biraz daha kırmızı

    bütün karakamuları alaşağı eden bir bun
    bir bayraktın düştüğün yerde patikalar’ın açtığı
    bir kısrağın tayını emzirme sesiydi soluğun
    şimdi çığ gürlemesidir aşan zamanı

    bembeyaz tırnaklarla kazdığı o görülmedik arkta
    kan ve gözyaşının birbirine değmeyen ortaklığı

    yattım yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine
    sular sınırları pasaportsuz geçer
    asıl azınlık yerkürenin kendisidir
    tek millet, gökyüzüdür ölürken yürekli düşünüldüğünde

    çan ve ezan arasına gerili mahyada
    acıyı dengeler yazı: ah-ya!

    orda hrant, başı dumanlı ararat’ta
    ırağı bilmez bir yağız atla vardı oraya
    hrant ki, külü bile nemlendirir çorak dünyayı
    yine de her damlada ürperir yaşlı ararat

    ne değişir hayatla karşılaşsan
    hemen yanında arkadaşın ölüme gülerek bakıyorsa

    gözün arkada değildi, içerideydi a hrant! gözüm
    içerdeydi ve sözcükler – ki onlardı ve öldüren idi
    ürkekliğin ürperdi karardı boz güruhun
    yırtık tabanaltından kaçtı güvercin ruhun

    yaslandığım duvarın uğultusuydun
    beni sessizlikle açıklayan

    hüznü giydiğin pabuçlarında bin ahhh!
    içini delmiş kuzeyli bir rüzgârın
    erguvan kalbine kuzu’layan bir güvercin
    beykoz iskelesinde karaya vuruyor göçebe

    ağarmış bir gül var yakamda
    içimizdeki bahçelerden goncası

    bir yağmur kenti ne kadar ıslatır?
    - kanın insanı ıslattığı kadar ancak!
    neden ayakta ölür aylar?
    - kim bilir!

    ölümün yüzüne gülüyorsun
    bedenin kurşun geçirse de

    kanamasın yaprakları güllerin
    üşüyen sular ırmakların tenine karışsın
    akımını vurdular sözcüklerden kurulu fırat’ın
    beyaz bere bile ağlar çamurun işine

    iki damla göz yaşı düştü vurulunca sen
    pülümür’ün yaşsız kadınının gözlerinden

    oysa küçük bir çocuktum ben de tren raylarında
    bozuk para gibi ezilen, hiç gelmeyecek sandığım baba
    duydu mu mersinli balıkçı cemal, yağmurun yağdığını
    ölümsüzlük denizine sabaha karşı?

    fazlasıyla geciktin, suyu dinle, aynayla ödeş, toprağa dokun
    buluşmayı bil kemik fırtınasında; sancınla yüzleş

    şeytan tiryakilerinin sivilcelerindeki irin,
    ey! kulak zarımı kanatan antik öfke
    topla köpek dişlerini, düşlerini çektir ve git!
    ölüm saklar ölümsüzlüğü yaşamın bildik türküsünde; hrant dink’i de

    zehrini yağmalar karanlık
    sis peçesine çakılı çöller

    affet! yoksulduk, ezilmiştik; aval aval seyrettik mülk talan kavgasını
    kan revan içinde söktüğümüz hayatlar, sözde şanlar sundu bizlere
    korkumuz kutsaldı gölgemizden, gönüllü kurşun olduk düş kırımında
    sesimizi linç tutup, kazıdık vicdanı, altın ve gümüş kakmalı hançerlerle

    bu kez çatlak bulunca suyunu, yasaklandı
    ikinci emre kadar dökmek zehirli kanı

    ne cehennemi ne cenneti
    gurbeti de sılası da içindedir insanın
    ömrümüzün biriktirdiği onca kavram ve sözcük
    şimdi işgal altında

    son pankart sokakta gerili birazdan polis kesip atacak
    hepimizin ölümü en küçüğümüzün elinden olacak!

    ah ile eyvah ile geçiyor zaman
    dönsek kardeşliğimizi kutsayacak ardımızdaki kan
    vart’a gül demişler, ağlayan kim
    iki kalp, iki zehir, yüz yıllık birikim

    bin dereden kanla dolmuş kuyuları hep ıslak
    sen, ben, hrant... bu toprak püskürtüyor sevgimizi

    artık kış çiğdemleriyle anacağız seni
    onlara kanınla, terin karıştı
    yüreğindeki tohumlar
    rüzgârlı sözcüklerle girecek türkülere

    kırık bir zamanda uçan güvercin
    üzgün tutar ağzındaki zeytin dalını

    sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
    bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam
    her akşam bir mektup yazarım ararat kadar
    unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri

    günler mi ağdı, ah, sular mı boğuldu
    sisten kapılar mı var şehrin gözlerinde

    göğüslerinin arasını şiirlerle süsledim hayatın
    aranızdan geçerken incinmeler düştü payıma
    güvercin kapaklandığında, yüzüm albatros ve yağmur
    borandır, bahardır, uzar sakallarım çıtırtılarla mavi

    kuşların sabahından geçelim hrant
    çiçek tozları havalansın göklerimizden

    zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir
    ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi
    bu yüzden sesini düşürmüş kaldırımlar leylak
    kırmızı, kanla gül arasında gidip gelirken kanı çekilmiş yaprak

    ışık bilir vuracağı yüzü, konacağı kalbi
    güvercin, toprağın düşüne kanat

    kimi ölülerin ayakkabısı delik
    ve sakalları saklanmış ertesi güne
    kimi silahlı çiçek taşır öldürdüğüne
    bayrağa sararlar gözsüz yüzünü
    çorabını dikerler suç kime

    ak bir güvercin kanıyla çiziyor ölümünde
    ölümsüzlüğün resmini
    çocuksu, muzip, yakışıklı
    yüzün ki

    canlar içinde bir can
    kanlar içinde altı milyar insan!
    ve onlar vurdukça sana, alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle
    küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde
    güvercinlerin dudaklarındaki sıcak rüya, korkularımızı dolduruyordu

    dilini susarken anlıyordum, konuşurken
    birden kendimi bir kardeş çavlanında bulurken

    çatılara konan kırmızı
    güvercinin bıraktığı vedayı büyütüyordu
    gölgesi ansız çekilen bir ağaç gibi yıkılırdım
    bir elim ötekini tutmasaydı

    o ki bir fincan tuz istemişti yalnızca komşudan
    şimdi tuzlu bir nehir akıyor kalan ömürler arasından

    şimdi kim
    bu uzak diyen
    diyen bu yalan
    bu burkulan ruhun üşümesiyle kardeşliğin
    şu kurşun dökülmüş zaman

    bir ölüm şiirine eklensin diye
    gövdesiyle yazmıştı son dizeyi

    sürgüne okunmuş arguvan havası; ki kan
    yüzünü acıya dönmüş duduk, ah! gasparyan
    unutulmuş; ötekinin cenneti değil miydi her insan
    kim yırttı vicdanımızı, sevgimizi kim düğümledi

    kaç bin kerre öldük seni
    seni öyle sevdik, bağışla bizi

    bu evleri borçlu olduğumuz taş ustaları
    yürüyecek. anı: hiçbir şey kalmadığında
    su inceliğiyle gülümseyen günahsız kan
    masum yüzünün görüntüsüdür dağılan

    kan kabuğun altında fokurduyor yeniden
    usanmış acısını sokakta gezdirmekten

    şairleri dinlemek lazım: kabuk, su, tir, naz-
    bir nar ki kırılınca hikâyemiz olacak
    hadi ölümü tuzlayalım sonsuz deniz
    hrant’tan sonra kokmasın bari ülkemiz

    aslında ne türk’üz, ne kürd’üz, ne ermeni’yiz
    öyle bir “baba”mız var ki hrant, hepimiz yetimiz!
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük