Herkes bir meyve olurdu. Ben portakaldım güzel günlerdi. Dünyaya bir portakal olarak bile gelmeyi tercih ederdim bu nasıl hayatsa portakala özenir hale geldim. Kendime acıdım şuan.
bizim neslin çocukluğuna dair en güzel anılardandır bu.
"yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı".
güzeldi bak. siyah önlüklerimiz de çok güzeldi. yerli malı haftasında okulda ziyafet zaten malum. ama bir de her öğrenciye bir 4'lük ezberletirdi öğretmenler. en azından bizde böyle olurdu. ben de ezberlemiştim tabi. hatta bir arkadaşım ezberde sıkıntı yaşayınca onun ezberi de bana yıkılmıştı. du bakim...
"amasya elmasıyım,
meyvelerin başıyım,
al sarı yanağım var,
beni yersen kan yapar"
diğeri de şuydu bak. ulan bu yaşıma geldim hala aklımda amına koyim.*
"bursa'nın şeftalisi,
kilodur bir tanesi,
şeftaliyi kim sevmez,
tadına doyum olmaz"
fil hafızası var ziktiminin bünyesinde. ama çok güzel günlerdi be. valla bak. hee bir de o zamanlar tarım alanında dünyada kendi kendine yetebilen ülkelerden biriydik. derslerde öyle anlatırdı örtmenimiz. köylü, çiftçi değerliydi. yediğin domatesin, dalından kopardığın yeşil elmanın tadı bambaşkaydı.
ilkokul sıralarındayken coşku ile kutladığımız bir haftaydı. evden getirilen meyveler de afiyetle yenirdi.
şimdi gelelim asıl konuya.
birkaç gün evvel eski fotoğraf albümlerini karıştırırken ilkokul yıllarından kalma, yerli malı haftası müsameresinde çekilmiş bir fotoğrafa denk geldim. üzerimde fon kartonundan yapılma kocaman bir salkım üzüm asılıydı. yanımdaki arkadaşlarımdan biri incir diğeri de ayva olmuştu.
peki neden bir otomobil, bir bilgisayar olamadık? neden birimiz de çıkıp "ben uçak motoru olmak istiyorum." diyemedi? çünkü bize "sizden ancak çiftçi olur.", "bu ülkeden ancak tarım ülkesi olur." anlayışını empoze etmişlerdi küçücük beyinlerimize.