Okunması gereken eserlerden biridir. Dostoyevski’nin tarzını anlamak ayrıca dönemi anlamak için ideal iki eserinden biridir. Ayrıca yok bodrumda notlar bulunmuş oradan derlenmiş ne kadar meraklısınız romantik hikayeler uydurmaya. Adam 1881’de vefat etti eser 1864’de basıma girdi. Evet.
bir rivayete göre dostoyevski öldükten uzun yıllar sonra evinin bodrum katında sakladığı kişisel el yazmaları bulunmuştur. sonra o notlar kitap olmuştur. ve o kitap yeraltından notlar'dır.
-söyleyin bana, bir insanın sırf kendi çıkarlarını bilmemesi yüzünden kötülük yaptığını ilk söyleyen, ilk iddia eden kimdi?
-çıkar! nedir çıkar? ya bazı durumlarda insanın çıkarı aslında hiç de yararına olmayan kötü bir şeyi istemekse?
-rica ederim, uygarlık bizim neyimizi yumuşatmış?
-peki nasıl olur da bütün o bilgeler insanların hep normal ve akılcı yararlar için uğraşmak zorunda olduğunu düşünürler?
Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız...
''şimdi köşeme çekildim, hiçbir şey olmayı başaramamış, yalnızca bir aptal olabilmiş akıllı biri olduğum için öfkeli bir teselliyle kendimi avutuyorum.”
bloglarda ünlü olunca parasıyla kitap çıkaran, yazarımsı aytuğ akdoğan'ın, sosyal medyadaki en yüzeysel edebiyat ve psikoloji sayfalarındaki yazıları kopyalayarak ''hazır''ladığı edebiyat/kitap programı. izleyicileri genelde ergenlerden oluşur. bu ergenlere göre programın özelliği; izleyicilerinin sorgulayan, okuyan insanlar olmasıdır. fakat bu sorgulayan, okuyan insanlar, facebookta paylaşmayanın dayak yediği ezber içeriklerden aytuğ akdoğan sayesinde haberdar olmuşlardır. bu programın en büyük youtube kanallarından birinde yer alması ise çok tıklanmasını ve programın meşruluk kazanmasını sağlamaktadır. bu arada aytuğ, programda twitter'dan ünlü olup kitap çıkaranlara çok kızar...
“insanların gerçek çıkarlarını bilmemeleri yüzünden kötülük yaptıklarını ilk kez kim ortaya attı, kim böyle akıllıca bir söz etti? sözüm ona insanoğlunun kafası aydınlar, gerçek çıkarları gözlerinin önüne serilirse burnunu kirli işlere sokmaktan geri durarak, bir anda soylu, temiz yürekli biri olur çıkarmış. bunun nedeni de, aydınlanıp gerçek çıkarlarını yalnız ve yalnız iyilik yapmakta görmesiymiş. hiç kimse bile bile kendi aleyhine hareket edemeyeceğine göre, tek çıkar yol iyilik yapmakmış… hey gidi çocuk; saf, temiz yürekli bebek! dünya kurulalı beri insanların yalnız kişisel çıkarlarına göre davrandıkları görülmüş müdür? insanların bile bile, yani gerçek çıkarlarını iyice anladıkları halde, bunları ikinci plana itip kimsenin zorlamadığı başka yollara, bir sürü karışık, tehlikeli işlere atıldıklarını gösteren milyonlarca örneğe ne demeli? evet, insanlar kendilerine gösterilen yolun tam tersine, canlarının istediği yöne yürümüşler; akıl almaz, çetin, neredeyse karanlık yollarda yürümek için direnmişlerdir. dik kafalılık, direnmek onlara çıkarlarından daha tatlı geliyor anlaşılan… çıkar! nedir bu çıkar denen şey? insanoğlunun çıkarının nerede olduğunu kesinlikle belirtebilir misiniz?”
iki kere iki çekilmez bir şey. iki kere iki dört, bana sorarsanız bir küstahlıktır. iki kere iki dört ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükürük atan bir külhanbeyinin ta kendisidir. iki kere iki dördün yetkinliğine inanırım ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir.
Kolay elde edilmiş bir mutluluk mu, Yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi?
insanın yaşadığı en alçak durumu anlatan bir kitaptır ve sonunda bizim hiçbir arayışta olmadığımızı korkak olduğumuzu dile getirmiştir.
Ona göre canlı olan kendisidir.
ilk kısmı ağır ve kapalı bir anlatıma sahip okurken duraklayıp o ruh haline bürünmek anlamak gerekiyor tespitleri beni şaşırtmıştır (diş ağrırken sızlanmak vb.)
ikinci kısım daha akıcı olaylar bütününü içeriyor bazen kendime yakın hissettiğim bir karakter ama insan gerçekten böyle birine dönüşebilir mi gerçekten sorguluyor keşke biraz daha uzun ve iten sebeplerin açık yazıldığı bir kitap olsaydı ama bu haliyle de bir başyapıt.
Dostoyevski'nin en baba romanı. Benim de gelmiş geçmiş en sevdiğim kitaptır.
Yalnızlığın ve bir tutam ne oldum delisi ahmaklığın bir adamın nasıl bir mobbinge rağmen çevresinden kopamadığını çok iyi anlatıyor. Yine bir bakış açısına göre o ortamda bulunmasının sebebi yanındakiler üzerinden egosunu tatmin etmek isterken, bir diğer sebebi de aslında pısırığın önde gideni olmasıdır. Ama tüm bu tartışmaları soyutlayarak bakarsak; bence tamamen bir insanın yalnızlığın dip noktasında tüm EGOlarını götüne sokmak zorunda kalıp her türlü mobinge ve dışlanmaya rağmen malum çevre içerisinde tutunmaya, kabul görmeye çalışmasının anlatımıdır.
Zeki Demirkubuz'un bu kitaptan esinlenilmiş, başrolünü Engin günaydın'ın oynadığı yeraltı Filmini de öneririz.
2. fyodor mihayloviç dostoyevski tarafından kaleme alınmıştır.
3. ilk olarak 1864 yılında petesburg’da basılmıştır.
4. dostoyevski, bir mektubunda, bu yapıtında yepyeni bir anlatım denediğini, “müzikteki geçişleri bilirsin. bu da tıpkı öyle olacak. birinci bölümdeki gevezelikler, ikinci bölümde yerlerini ani bir katastrofa bırakacak” şeklinde ifade etmiştir.
5. edebiyat dünyasında varoluşçuluğun ilk yansıması olarak kabul edilen eser, camus ve sartre’ı etkileyen önemli bir yapıttır.
6. dostoyevski’nin sonraki yıllarda yazdığı romanlarda işlediği birçok felsefi ve ahlâki problemin tohumları bu romanda atılmıştır.
7. kitap,“yeraltı” ve “sulu sepken üzerine” olarak iki ana kısımdan oluşuyor. yeraltı bölümünde, artık kırklı yaşlarına gelmiş ve geçirdiği ömrün sonuna yaklaştığını düşünen ve geriye dönüp bakınca yaşadığı koca kırk senenin nasıl geçtiğini, bu süreçte neler gördüğünü tekrar tekrar zihninde canlandıran, içine kapanık, hassas ve utangaç bir adamın karakteri, fikirleri ve hayata bakış açısı anlatılır. “sulu sepken üzerine” adlı ikinci kısımda ise biraz arızalı, çokça utangaç adamın sözü edilen bu talihsiz karakter özellikleri ile nasıl bir hayata mahkûm olduğuna ilişkin notlar yer alıyor.
8. kitap, oldukça bunalımlı ve kaotik bir eser olmasına rağmen, nüktedan bir dil ile yazılmıştır.
9. dostoyevski’nin bu eserini çernişevski’nin “nasıl yapmalı” adlı ütopik sosyalist eserine bir nevi cevap olarak yazdığı kabul edilir. çernişevski’nin yine petersburg’da geçen romanındaki iyimserliğin karşısında yeraltı’nın karanlık homurtusunu seslendirir.
10. zeki demirbukuz, 2012’de yeraltından notlar’dan uyarlayarak başrolünde engin günaydın’ın oynadığı “yeraltı” filmini çekmiştir.
11. dostoyevski, romanının tanıtım yazısında her ne kadar, “bu notlar da, bunların yazarı da besbelli hayal ürünüdür” dese de, onun yaşam öyküsünü bilenler, yazarın anlatıcıya yakıştırdığı düş ürünü anıların içine kendi anılarını da serpiştirdiğini anlayıveriyor.
12. romanın ana karakteri yeraltındaki adam, dostoyevski’nin daha önce yazdığı öteki (1846) isimli romanının kahramanı goladkin’le benzerlik gösterir. kahramanı aynı zamanda bir anti kahramana dönüştürerek onun kişiliğinin öteki yönünü açığa çıkaran çifte-kişilik teması yeraltındaki adam’da tekrar okurun karşısına çıkıyor.
13. yazar bu eserinde yeraltıdaki adam’a; 19. yüzyıl aydınını, aşkı, ‘sistemlerin vaat ettiği iyileşme ve kötülüğün ortadan kalkacağı’ gibi söylemleri, uygarlık nedir’i, akıl-istek ayrımını, insanlık tarihini, irade nedir’i, insanın yapmak-yıkmak eğilimini, insanın arayışını, öz yaşam öyküsünün yazılıp yazılamayacağını, yazma isteğini, kendine olan nefretini, duygularındaki tutarsızlıkları, rus-alman ve fransız romantiklerinin ayrımını, okuduğu kitapların kişiliğine etkisini, hiyerarşinin bireyde yol açtığı ezik egoyu, hayallerini ve hayallerindeki olmak istediği kahraman karakterini, çocukluk ve gençlik anılarının içindeki sevgisizliği ve nefreti körüklediğini, evlilik hakkındaki görüşlerini, kadın, aile, kadın bedeninin aşkla yükseleceğini ve satılık kadın bedeninin kadını nasıl aşağıladığını ve bu kadınların insanlar tarafından nasıl kullanıldığını, insan nedir’i sorgulatır.
14. nietzsche bu eser için, “yeraltından notlar, hakikati kanla haykırır” demiştir.
15. kitabın son cümleleri: “eh, yeter bu kadar; bir daha da ‘yeraltı’ndan yazmak istemiyorum. bununla birlikte bu çelişki hastasının notları burada bitmiyor. dayanamadığı için, o yazmayı sürdürdü. ama biz burada dursak daha iyi olur, sanıyorum.”
bir dostoyevski kitabı.
Bir kaç kitapla beraber ablamdan almıştım kitabı, ama aldığım o güne lanet ediyorum.
12 yaşında -adam gibi- kitap okumaya başladım. Jules verne,Sofie'nin şeyi derken, en son birkaç tane günümüz amerikan korku gerilim kitabı okudum(ucuz olduklarından dolayı).
Ve ben elime bu kitabı aldıktan sonra daha da kitap okumadım.
bu durum birkaç yıl boyunca sürdü. belki 7 kez kitaba baştan başladım, zorlaya zorlaya %15'ini bitirdim, gene bıraktım.
olmuyor arkadaş bir türlü kitabın içine giremiyorum.
Yıllar sonra tekrar başlasam mı diyorum bu sefer de olmazsa dostoyevski'ye ana bacı yeraltından notlar yazmaktan korkuyorum.
Not:kitaba kötü demiyorum, haddim değil sadece bende iyi bir etki bırakmadı.
dostoyevski'nin hepimizin içten içe sezdiği ama tanımlayamadığı ya da bastırdığı gizli düşüncelerimizi ve kişinin kendi kendini nasıl kandırdığını, saçma sapan acıları nasıl yücelttiğini, nankörlüğünü, kibrini, sinsiliğini ifşa eden bir kitap. kitabın en önemli iddiası, insanın aslında acı çekmekten haz duyuyor oluşudur. dostoyevski kitap boyunca bu iddiasını ispatlamaya çalışır. kitabın ilk bölümünde deneme şeklinde, ikinci bölümünde bir hikaye üzerinden yapar bunu...
ergenlik yıllarımın ortalarında tanıştığım bu kitap, realist akıma yakın olmamın da etkisiyle edebiyata bakış açımı kökten değiştirmiş; ağlak edebiyatını ve şiirin neredeyse tümünü samimiyetsiz bulmama bir temel sağlamıştır.