fetih aylar geçmesine rağmen vizyonda, sitkom dizilerinden devşirme komedi filmleri 2şer 3er salonda iken bu filmin sadece 3 şehir de vizyona girmesi türk sineması adına her şeyi açıklıyor. tabiki de para kazanmak önemli fakat türk sineması'nın bir dili olması isteniyorsa bu filmin pazarlamasına bir çözüm getirilmek zorunda. tamam her festival filmi 50 60 kopya satılsın demiyorum ama zeki demirkubuz gibi kendisini ispat etmiş türk sineması'nın en başarılı, referansları ortada bir yönetmenin filmi sadece 3 şehirde vizyona giriyorsa bu işte bir yanlışlık var demektir.
nuri bilge ile samimi bir pozu yayınlanırsa ancak dedikodu son bulabilir. öyle gönderme yapılmış demekle geçiştirilecek bir şey değil. direkt hedef almış nuri bilge ceylan'ı. umarım bu polemik filmin önüne geçmez. zaten 21 salonda gösterime girdi. türk sinemasında az yapılan sağlam öykülü psikolojik bir film. ana konu bence yalnızlık ve gerçeklik. zeki demizkubuz'un eski filmlerine nazaran daha az diyalog ve daha fazla ışık var. yine müzik yok. gölge oyunları, yaya geçidi ve yemek sahnesi kusursuzdu. yavaş akan, psikolojik ve hayatın sesleri olan filmlerden hoşlanmayanlar gitmesin.
not : film kitap birebir kitap uyarlaması değil. esinlenilmiş yada oradaki gerçeklik duygusunu işlemiş.
istanbul film festivali'nde en iyi kurgu, en iyi görüntü, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu ve radikal halk ödülünü almış olan zeki demirkubuz filmi.
Bir zeki demirkubuz hayranı olarak bir kez daha hayran olduğum yönetmenin son filmi. engin günaydın muharrem karakterini öyle güzel oynamış ki bir başına kalmak, yalnızlığın insanı ne kadar korkutan ve ne kadar acıtan birşey olduğunu anlamak, ancak onun gibi bir oyuncu ile olurdu. bence çok derin ve çok mükemmel bir uyarlama olmuş keyifle izledim üstelik minnacık bir salonda yer bulamayıp sandalyede izledim daha çok kopya ile daha çok salonda gösterilmesi dileği ile birde unutmadan not düşeyim 2012 yilinin en iyi filmi budur.
bugün gittiğim sinema salonunda, kendime kolayca bilet bulduğum, salondaki boşluğun beni şaşırttığı zeki demirkubuz filmi. muharrem karakteri ile ankara bu kadar birbirine yakın olur. memur olarak devlet dairesinde çalışan, can sıkıntısından aylak aylak gezen engin günaydın ve kasvetli ankara. izleyin izlettirin bu filmi.
zeki demirkubuz filmleri farklı oldugu için çok kişinin son anlara kadar sindirip izleyemecegi bir film. şahsen ilk yarısı çok güzel geçti benim için. ikinci kısımda o ruhsal bunalımı güzel anlatmış ama biraz daha mı farklılık olsa diye kendime soruyorum. sonucunda anlamlı ve güzel film. filmin ortasında çıkıp gidip uflayanlara ise bilmedigin filme gelme ve titanik filminde kung fu bulamayan adam tribine girme demek istiyorum.
memur hayatını da konu alan filmdir.
zeki demirkubuz filmleri genelde izleyicisini kesinlikle filme odak tutmalı eğer tutmadıysa ilk yarıda çıkılmalıdır. hatta filme demirin kubuza bağlandığı gibi de bağlanmalıdır. elbette psikolojik ve aslında; dünyaya pek bir yararı olmayan insanların hayatını konu alıyor çok kez yönetmen.
zeki demirkubuz yeni film yapmış, çabuk gidip izleyelim diye kuzenimi peşimden sürükleyip ankara "büyülü fener"de izlediğim, şahsen estetik ve sanatsal olarak tatmin olamadığım, meselesi yüzünden fazlada eleştirmek istemediğim filmdir. Tabi bu iyi film olduğu anlamına gelmez.
zeki demirkubuz'un hakkında şöyle bir röportaj vermiştir:
--spoiler--
Yeraltı filmi, Ankarada geçen bir hikaye. Çevresi ile uyumsuz bir ilişkisi olan Muharrem karakterinin varlığı/yokluğu ekseninde bir film. Dostoyevskiye atıf yapılmasaydı, kendi halinde, vasat bir film diyebilirdik. Ne karakterlerin geçmiş ve/veya geleceğine dair bir açılım, ne sinema estetiğine dair heyecan uyandıracak bir çalışma ve ne de izleyiciyi koltuğunda rahatsız edecek herhangi bir artistik kışkırtma sözkonusu, filmde.
Bu durumda veya doğal olarak Dostoyevski bağlantısının peşine düşmek gerekir. Ancak, filmi izlediğimde bu şaka olmalı diye düşündüm. Çünkü, 17 yaşımda devrimci bir metin olduğunu düşünerek okumuş olsam da, Yeraltından Notlar ilk okuduğum Dostoyevski olarak hafızamda duruyordu ve izlediğim filmle herhangi bir alakası yoktu.
Çernişevski'nin Nasıl Yapmalı romanına rakip olarak gösterilen, modernleşme adına ne varsa herşeye muhalefet eden, bilimsel akıl karşıtı, Nietzsche'nin tanımıyla isanın haçlanmasını kendi suçu olarak kabul edip kendisini cezalandıracak kadar iyi hristiyan, yani aşağılanmayı arsız bir zevk nesnesine dönüştüren pasif karakteri yerine, Engin Günaydın'ın harika oyunculuğunda hayat bulan, okul arkadaşlarına cezalar vermeyi kurgulayan, yüzlerine karşı küfürler savuran, evin hizmetçisine sevdalısına nasıl davranacağına dair akıl veren, saldırgan ve aktif Ankaralı Muharrem'i nasıl ve hangi çerçevede serbest uyarlama olarak kabul edecektik? Ben yaptım deyince, oluyor muydu?
Film hakkında yazanların pek çoğunun Dostoyevski'nin eserini tanımadığı yazılarından anlaşılıyor. Yönetmenin serbest uyarlamaifadesi onlar için de, olayın savsaklanmasına vesile oluyor. Ancak, bu durum Zeki Demirkubuz'un filminin Dostoyevski'nin eseriyle herhangi bir bağının olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Araya konmuş, aşağılanma durumunu belirten iki replik de olayı kurtarmaya yetmiyor.
Hayranı olduğunu her fırsatta belirten Demirkubuz'un geç romantik dönem yazarı olarak Dostoyevski'nin yazın kurgusunu, hikaye anlatma tarzını ve karakterlerinin yapısını bilmesi gerekir. Ana karakter ve yardımcı karakterler ayrımı yapmadığını, büyük felsefi sorunları karakterlerine yaşattığını ve insanlığın hikayesini anlattığını neredeyse her Dostoyevski seven okur bilir.
Ancak, bu unsurları Yeraltı filminde göremiyoruz. Demirkubuz'un neredeyse anti-kahraman diyeceğimiz baş karakterinin yanındaki diğer rollerin hiçbirisi çalışılmamış, hatta öne çıkmaları yönetmen tarafından bilinçli olarak engellenmiş diyebiliriz. Aynı şekilde, kişisel bar tarih olmaktan öteye gidemeyen hikayenin önümüze koyduğu herhangi felsefi bir sorun da yok. Tersine, Demirkubuz'un postmodernizmin mesaj yok kaygısından muzdarip olduğunu söylemek, daha doğru bir tanımlama olacaktır.
Fyodor Dostoyevski modern yazın sanatının yolunu açmış, sanat üretimini biçimlendirmiş bir büyük ozan. iki cümle ile sanatçıyı anlatmay iddiasını taşımak yüzbinlerce sayfalık Dostoyevski incelemelerine emek verenlere hakaret olurdu. Ancak, dünyanın en önemli Dostoyevski araştırmacılarından birisi olarak kabul edilen Michail Bakhtin'in yaklaşık yüz yıl önce yaptığı tespitleri kaynak olarak kullanabiliriz. Buna göre, Dostoyevski yazın sanatına polifonik yapıyı getiren kişidir. Bakhtin çoksesli tanımı ile, karakterlerin hikayede eşit ağırlığa yakın yer almalarını, yazarın bunlardan herhangi birisini sevmemesini kasteder. Romanda çokseslilik, hikayenin kendisine odaklanmayı olanaklı kılar.
Dostoyevski'nin sanatını öncelikle ideolojik duruş belirler. Yazar, büyük sosyal ve kültürel çalkantıların beşiği haline gelmiş Avrupa'ya Rus karakterleri ve hikayeleriyle cevap verir, adeta. Sadece Yeraltından Notlar değil, Dostoyevski'nin tüm eserlerinde dünya görüşü olmayan karakteri yoktur, neredeyse. Karakterlerini güçlü ve evrensel yapan da onların dünya, insanlık ve gelecek hakkında sahip oldukları fikirleridir.
Zeki Demirkubuz'un karakterlerinde ise, Dostoyevski'nin, ama özel olarak da Yeraltından Notlar öyküsünün karakterleriyle benzeşik bir yanı yok. Fikirsiz, hatta fikir hırsızı arkadaşlar, kiminle yatacağına nasıl karar vereceği dahi belli olmayan kadınlar ve en önemlisi, gerici, kaybolan eskiyen bir dünyanın değerlerine aşırı bağlı karakter yerine, doğruluğu aktif olarak savunmaktan çekinmeyen, dürüstlük/yalakalık ekseninde ahlaksal merkezi temsil eden Engin Günaydın. Sanırım, Dostoyevski Dostoyevski olalı böyle bir yanlış okuma kurbanı olmamıştır.
eğer ağır entel değilseniz ve her sikimsonik sahneden ''abi burda çok deriğn bi anlam var aslında. adamın şu hali, bunu ifade ediyor'' gibi bir anlam çıkarmayacaksanız gitmeyin bu filme. vavien'i, üç maymun'u severek seyretmiş biri olarak bu filmden zerre zevk almadım.
hani izliyorsun ve diyorsun ki ''yav aslında çok derin bi anlam mı var yoksa ben salak mıyım?'' ama değil. içi boş sahnelerle dolu, koca bir vakit kaybı. engin günaydın'ın oyunculuğu olmasaydı, hiç çekilmezdi. ki çekilmedi zaten de neyse.
filmi az önce izledim arkadaşımın da benim de ağızlarımız açık kaldı! film (bence) dostoyevski'nin yeraltından notlar kitabından esinlenilmiş gibi geldi. kitabı 12 kez okudum sadece 12 defa okumamla bu filmin çalıntı olduğunu şıp diye anladım. hırsız zeki! yazıklar olsun, sanat bu değil...
sadece yemek sahnesi için izlenmesi gereken filmdir. lakin dostoyevski' nin yeraltından notları, filmde bulmak umuduyla gidenler hep bir eksiklik hissedecektir. ayrıca filmin fazla bunalımlı havası ruhunuzu daraltabilir.
metaforları müthiş olan film.
düşünüyorsunuz, kıpırdanıyorsunuz, "bu ne ki şimdi?" diyor bulana kadar rahat edemiyorsunuz. rahatsız oluyorsunuz kısaca.
dopdolu bir film işte. ve kesinlikle ışık ve gölge oyunları muhteşem.
oyuncular iyi, aşinayız çoğuna. tabi ki iyi olması bundan kaynaklı değil. engin günaydın iyi ama "yerine asla başkası oynayamaz, karaktere tam oturmuş" diyemiyorsunuz sanki.
Hazmı hayli zor, hiç sorgulamadan yaşaya giden bir insanı bile yakalayıp sarsacak bir film olmuş. Film, Yeraltından notlar kitabının * serbest uyarlaması .ben kitabı çarpılarak okumuştum film uyarlaması da çok güçlü olmuş. Filmdeki bazı sahneler psikolojik olarak sınırları zorlayan türden. Ara ara kara mizah ayrıntıları da bulmak mümkün. Hele ki otelde muharremin arkadaşlarıyla olan bir yemek sahnesi var ki akıllara ziyan. zira, Hem insan ilişkilerinin kokuşmuşluğuna, hem de iktidara ve şakşakçılarına sıkı göndermeler var.
filmin en etkileyici yeri "yemek sahnesi"ydi.
yemeğin sonuna doğru söylediği "gösteriş budalası insanlardan, gösterişli laflardan, gösterişin kendisinden nefret ederim. yalakalardan, yalakaca edilmiş laflardan ve davranışlardan da nefret ederim. gerçeği, içtenliği, dürüstlüğü çok severim. ve dostoyevski'nin dediği gibi gerçeğin her şeyin üstünde, zavallı egolarımızın bile üstünde tutulmasını isterim. arkadaşlığın karşılıklı, açık sözlü, yalansız olanı ve içten olanı için canımı veririm. arkadaşlık hassaslık ve incelik isteyen bir iştir; hiçbir şekilde kabalığa, alaycılığa, özensizliğe gelmez!" sözleri insanlarla olan ilişkileri sorgulatıyor.
etkileyen diğer sahne de otel odasında muharremin "ya hissediyorsa?" sorusuydu.
bir de patates var. muharremin kendisini yeraltında görmesiyle alakalı bi durum olduğunu düşünüyorum.
kendi isteğiyle bu kadar yalnız, aynı zamanda da yalnızlıktan bu kadar rahatsız bir adamın anlatıldığı film.
engin günaydın'ın oynadığı zeki demirkubuz filmi, film dostoyevski nin yer altından notlar kitabından devşirmedir.
bir de ekşici piçlerin tarzında bir yorum gireyim de espri olsun;
kitabının hem ingilizcesini, hem rusçasını okumuş hem de dostoyevskiyle birebir tanışmış, ayrıca filmin galasına da gidip orada da zeki demirkubuz ve engin günaydınla muhabbet etme fırsatı yakalamış birisi olarak, kitabı kadar mükemmel duygular hissettirmese de çok güzel film.
Neden bu kadar geç izledim ben bu filmi, diyebileceğiniz bir filmdir *. Engin Günaydın, Murat Cemcir ve Nihal Yalçın'ın oyunculukları için defalarca izlenilebilir. Kendini görürsün filmde.
Zeki Demirkubuz filminin en güzel yanlarından biri de bu olsa gerek.
zeki demirkubuz'un 9. filmi. *kıskanmak, bir dönem filmiydi. ve açıkçası çokta yeterli bir film değildi. beklentiler tam manasıyla karşılanmamıştı. o filme nazaran daha derinlikli, insanın iç dünyasının gelgitlerine, çelişkilerine yönelik bir film yeraltı. serbest bir uyarlama!
muharrem karakteri, vavien 'de hayli iyi iş çıkarmış engin günaydın ' ın gene kendisini aştığı bir role denk düşüyor. muharrem 'in hizmetçi türkanla, arkadaş grubuyla ve toplumca öteki ilan edilmesi muhtemel kadınla yaşadıkları filmi çevreliyor. muharremin türkan 'la ilişkisinde sazı daha çok muharrem eline alırken, arkadaş çevresinde muharrem istemese de daha pasif rolde. her izleyenin dikkatini çekmesi muhtemel bir masa sahnesi var. yemekte kendince maddelemeler yapan muharrem insanın karanlık doğasına nice vurgulamalar yaparken aynı zamanda insanın ne denli karmaşık bir canlı olduğunu da resimliyor. söylemek istenenler ve söylenemeyenler, hayaller ile ütopyalar birbirine girip çıktıkça demirkubuz sinemasını alttan alta trier tadında insanın doğasında var olan kötülük, gurur- kibir, alçak gönüllülük gibi argümanlara yaslıyoruz. film içinde gene film anlatımı göze çarparken belgesel eşliğinde muharremin takıntılarına, yalnızlık sendromlarına da gidiyoruz. insan, sosyalleşmek isterken aslında derin bir yalnızlıkta istiyordur. ben birçok sinemacının kurmadığını düşündüğüm bir ilişki çerçevesinde bu film de bir dogville ruh hali sezdim, beğendim. tabii o kadar keskin değil belki ama kendince dost dosta açıkça hatalarını, yanlışlarını söyleyebilen insan olmalı öngörüsü aynı zamanda egosal sınırsızlıkların dibine vururken kişinin kendisiyle hesaplaşmaları, etrafındaki insanları kaybetme güdüsü gibi konulara da yelken açıyor.
işin egosal sivrilikler ve sınırlar boyutunda çok aleni bir şekilde sözde aydın profili betimlenirken gayet yüzeysel takılmış demirkubuz. bu göze sokma tavrı açıkça kişileri hedef alma olurken bir hazımsızlık bir nevi benim sinemamdan neden övgü dolu söylemlerle bahsedilmiyor neden ben ödüllere uzanmıyorum da başkaları uzanıyor tadında gayet çocukça serzenişte bulunur gibi yerlere uzanmış ki çok tehlikeli bir viraja girilmiş. rahatsızlık veren bir egosal hazımsızlık yansımış filme. bunlardan filmi beğenip beğenmediğim anlaşılmasın. yalnız bu aleniyet dili sinemasına bir şey katar mı üstadın orası meçhul.
film, anton pavloviç çehov 'un memurun ölümü 'nü okurken ki gibi karnıma ağrılar sapladı. rahatsız etti muharrem karakterinin iç dünyası. film gayet klişe beğendim, beğenmedim nidalarından çok farklı bir yerde oldu benim için. engin günaydın 'la çok başarılı yansıtılan halet-i ruhiye zaman zaman egosal dışavuruma ulaşmış ki o kısımlarda yavanlaşmış.
yeraltı, türk sineması için felsefik ve psikolojik göndermeleriyle kazanç. fakat egosal göndermelerin haddini aşan tutumu da filmin eksisi. ve olmazı hatta belki de çıkmazı.
kıskanmak'tan sonra kısmen tatmin olduğum bir çalışma diyeyim ben. artıları da, eksileri içindedir. garip bir hazla sindire sindire tüketilmelidir.
10 üzerinden 7,5!
edit: 8. filmi yazmışım bu 9 oldu. üstatın tüm filmlerini arşivlemiş ve hatmetmiş bir zat olarak hatamı düzelteyim. kimse uyarmadan hallettik işimizi.. artık çıkabilirim sözlükten gönül rahatlığıyla. al, bi muharrem hüsn-ü kuruntusu daha!