sistemi reddeden, eroin alıp, havaya 4 el ateş ederken aynı zamanda tavşan sikebilen karakterlerin resmedildiği romanların yeraltı edebiyatı kategorisinde görüldüğü sanrısına kıl oluyorum.
yeraltı edebiyatı toplumun kaybedenlerini, kazananlarını, ağlaklarını, patronlarını vs vs anlatmak zorunda değil, büyük yanılgı bu. şimdi bunu izah etmem zor kelimelerle ama eserin bütünlüğünden, dönemin şartlarına kadar geniş bir yelpazede etiketlendiriyorum o kategoriye giren kitaplarımı.
atıyorum, genç werther'ın acıları da döneminde bu şekilde anılabilirdi. hayal gücü ve sosyal kabullerle ilgili bu daha çok. şu an o kitabı okuyup intihar etmem ama zamanında bunu yapanlar olmuş. o eserde de werther hocamız "ver kokaini ver sikişi, hayat boş hacı" diyen birisi değildi.
çölde yaşayan uyuşuk bir bedevi olsam, kıçımı kaldırıp devemin yanına kadar yürüyemediğim için, simyacı benim en büyük yeraltı edebiyatı eserim olurdu. ama yaşadığım dünyada simyacı ucuz bir hint öğretisinden öte gidemiyor. ben onu "100 adımda zirveye çıkın" kitaplarının yanına iliştiriyorum. derin işler.
tüm bu anlaşılmayan mevzuların yanında, entel camia, böyle bir kategori olamaz deyip deli ediyor beni. sikesim geliyor onları.
çünkü savunulan tez bile kendini ele veriyor ki, underground işlerin doğasında vardır otoritenin onu reddetmesi. hakkaten komik. yeraltı edebiyatını ben uydurmuş olayım türkiye'de. peşimden gelen dostlar da "evet var böyle birşey" desin. bu benim uydurduğum yeraltı edebiyatı kavramı yayıldıkça yayılsın. tüm edebiyat guruları bunu kabul etmesin. ama bu onun yok olduğunu göstermez.