Sanılanın aksine Dünya'nın etrafında yörüngede dolanan uydulardaki insanlar yer çekimsiz ortamda değildirler. Eğer uyduların bulunduğu yüksekliğe kadar bir bina inşa edilse ve biz o binanın en üst katında yaşasak, aynı şu an kendi evimizde gezinebildiğimiz gibi gezinebilirdik etrafta. Çünkü gerçekte o yükseklikte, şu an bize uygulanan yerçekiminin %90'ı yine uygulanacaktı. Zaten düşününce 400.000 km uzaklıktaki Ay'ın dünya etrafında dolanmasını sağlayan yer çekimi nasıl olur da 400 km uzaklıkta dönen uyduları etkilemez yani.
Pekâlâ madem uydudaki insanlara uygulanan yerçekimi ile bize uygulanan yerçekimi neredeyse birbirinin aynısı, o halde onlar nasıl havada süzülüp, dönüp, türlü garip hareketler yapabiliyorlar: http://www.youtube . com/watch?v=s63JXdsL5LU
Uydulardaki insanların yerçekimini hissetmemesinin sebebi aslında serbest düşüşte olmaları. sürekli düşüyorlar ve fakat aynı zamanda hiçbir zaman yere de ulaşmıyorlar çünkü bunu engelleyecek bir yatay hızları (8000 m/sn) var.
Dünya'nın şekli itibariyle yatayda her 8000 metrede bir yeryüzünde yaklaşık 5 metrelik bir alçalma olur. http://www.physicsclassro.../class/circles/u6l4b2.gif
Bununla birlikte serbest düşüşte olan bir cisim 1. saniyede 5 metre aşağıya düşer. Yani biz serbest düşüşte olan bir cisme yatayda 8000 m/sn'lik bir hız verirsek bu cisim yere hiçbir zaman ulaşamaz ve dünya etrafında yörüngeye oturur. https://upload.wikimedia....0px-Newton_Cannon.svg.png
Aynı şekilde eğer bir taşı yere paralel olarak 8000 m/sn'lik bir hızla fırlatsak taş serbest düşüş halinde bütün dünyanın etrafını dolaşır ve gelip sizi kafanızın arkasından çatank diye vurur.
Sanılanın aksine Dünya'nın etrafında yörüngede dolanan uydulardaki insanlar yer çekimsiz ortamda değildirler. Eğer uyduların bulunduğu yüksekliğe kadar bir bina inşa edilse ve biz o binanın en üst katında yaşasak, aynı şu an kendi evimizde gezinebildiğimiz gibi gezinebilirdik etrafta. Çünkü gerçekte o yükseklikte, şu an bize uygulanan yerçekiminin %90'ı yine uygulanacaktı. Zaten düşününce 400000 km uzaklıktaki Ay'ın dünya etrafında dolanmasını sağlayan yer çekimi nasıl olurda 400 km uzaklıkta dönen uyduları etkilemez.
Peki madem uydudaki insanlara uygulanan yerçekimi ile bize uygulanan yerçekimi neredeyse birbirinin aynısı, o halde onlar nasıl havada süzülüp, dönüp, türlü garip hareketler yapabiliyorlar.
Uydulardaki insanların yerçekimini hissetmemesinin sebebi aslında serbest düşüşte olmaları. sürekli düşüyorlar ve fakat aynı zamanda hiçbir zaman yere de ulaşmıyorlar çünkü bunu engelleyecek bir yatay hızları (8000 m/sn) var.
Dünya'nın şekli itibariyle yatayda her 8000 metrede bir yeryüzünde yaklaşık 5 metrelik bir alçalma olur. http://www.physicsclassro.../class/circles/u6l4b2.gif
Bununla birlikte serbest düşüşte olan bir cisim 1. saniyede 5 metre aşağıya düşer. Yani biz serbest düşüşte olan bir cisme yatayda 8000 m/sn'lik bir hız verirsek bu cisim yere hiçbir zaman ulaşamaz ve dünya etrafında yörüngeye oturur. https://upload.wikimedia....0px-Newton_Cannon.svg.png
Aynı şekilde eğer bir taşı yere paralel olarak 8000 m/sn'lik bir hızla fırlatsak taş serbest düşüş halinde bütün dünyanın etrafını dolaşır ve gelip sizi kafanızın arkasından çatank diye vurur.
Enflasyon teorisine göre evrenin varlığa geldiği anda attractively değil, repulsively hareket etmiştir. Yani,çekim değil, itim. Hala öyle hareket ettiği durumlar var mı?
bu kuvvet algılayabildiğimiz tek kuvvet olmasına rağmen, aynı zamanda da hakkında en az bilgi sahibi olduğumuz kuvvettir. yerçekimi olarak bildiğimiz bu kuvvetin gerçek adı kütle çekim kuvvetidir. şiddeti diğer kuvvetlere göre en düşük kuvvet olmasına rağmen, çok büyük kütlelerin birbirini çekmelerini sağlar.
evrendeki galaksilerin, yıldızların birbirlerinin yörüngelerinde kalmalarının nedeni bu kuvvettir. dünyanın ve diğer gezegenlerin güneş'in etrafında belirli bir yörüngede kalabilmelerinin nedeni de yine yerçekimi kuvvetidir. bizler bu kuvvet sayesinde yeryüzünde yürüyebiliriz. bu kuvvetin değerlerinde bir azalma olursa yıldızlar yerinden kayar, dünya yörüngesinden kopar, bizler dünya üzerinden uzay boşluğuna dağılırız.
en ufak bir artma olursa da yıldızlar birbirine çarpar, dünya güneşe yapışır ve bizler de yer kabuğunun içine gireriz. tüm bunlar çok uzak ihtimaller olarak görülebilir, ama bu kuvvetin şu an sahip olduğu şiddetinin dışına çok kısa bir süre dahi çıkması, bu sonlarla karşılaşmak için yeterlidir.
Yerçekimini anlamak istiyorsanız,kara delikleri incelemek akıllıca olur.Nispeten bu kadar küçük bir yerde, bu kadar çok yerçekimininin uygun bir şekilde yoğunlaşmasını hiç bir yerde bulamazsınız.
Bir açıdan,aslında,kara delikler yerçekiminden başka bir şey değiller.Einstein, yerçekiminin uzay zaman bükülmesi, karadeliklerin de büyük uzay zaman çukuru olduğunu göstermiştir. içine düşen tüm maddeler, geride hiç birşey bırakmayıp,uzay zaman geometrisinde bükülüp hiçliğe doğru homojenleşirler.
Kara delikler daha çok madde yuttuklarından, tabii ki büyürler. Ama, genişleyen karadeliğin hacmi değil, yuttuğu şeyin miktarına göre yüzey alanıdır. Bazı açılardan, kara deliğin olay ufku içine giren hiç bir objenin geri dönüşü olmadığı sferikal-yuvarlak sınır kara delik tarafından ne kadar yutulma gerçekleştiğinin kaydını tutar. Daha teknik olarak, 1970lerde John Archibald Wheelerın öğrencisi Jacob Bekensteinın gösterdiği üzere; bir kara deliğin yüzey alanı o kara deliğin entropisine dayanmaktadır.
1990larda, diğer fizikçiler (Jacob Bekenstein ve Leonard Susskind bu görüşü, ortaya koydukları holografik prensip ile daha da ileri götürdüler. Holografik prensip: 3 boyutlu hacim içinde olan bilgi onu çevreleyen 2 boyutlu sınır ile tamamen tarif edilebilir. Tıpkı sıradan bir holografik görüntünün 2-Dli düz yüzey üzerinde 3-D görüntü göstermesi gibi, doğanın kendisi de uzayın içindeki bir bölge hakkındaki bilgiyi yüzeyinde onu çevreleyerek depolayabilir.
Düşünürseniz, bu o kadar da tamamen çılgınca değil. Bir 3-D uzayda bilgisinin kendi sınırlarında tututalacığının bilindik yolları var. Duvarlarda aynalar olan ve 3-D nesnelerle dolu olan bir oda hayâl edin. 3-Dli odada 2-Dli aynalar üzerinden herşeyi 3-D oluşturabilirsin.
1995 yılında, fizikçi Juan Maldacena, holografik fikri daha da geliştirdi. Özünde, yerçekimi olmadan üç uzaysal boyutta fiziği tarif eden kuantum matematik, yerçekimli bir dört boyutlu uzayı tarif eden matematiğe eşit olabilir. (iki farklı matematiksel tanımlamanın bu gibi eşitliğine dualite-ikilik denmekte.)
Maldacenanın görüşüne göre holografi kuantum fizikle birleşen yerçekimine bir anahtar, bir çözüm yolu olabilir. Fizikçiler on yıllardır, yerçekimini kuantum alan teorisine katmak için bir yol aramaktaydılar. Eğer Maldacena haklıysa, o zaman, görünen o ki ihtiyacınız olan; ekstra bir uzay boyut.(süpersicim teorisinde doğal olarak elde edilen) Eklenen bir boyut dikkate alındığında, yerçekimli uzay-zaman, kuantum alan teorisi tarafından tarif edilen fiziğin kendi sınırlarında oluşmuş oluyor.
Daha sonra bu fikir yeni bir içerikte yeniden ele alındı. Bazı fizikçiler yerçekiminin kuantum dolanıklıklaEinsteinı şaşırtan uzak parçacıkların birbiri ile olan garip bağlantısı ilgili bir şeye sahip olduğunu ortaya attılar ve Maldacena tarafından tanımlanan holografik dualitenin yerçekim-dolanıklık bağlantısı ile bir ilişkisi olduğu gözükmektedir.
British Columbia Üniversitesinden Mark Van Raamsdonk 2001 yılında yazdığı yazısında şunları söylüyor: karşılıklı uyumlu geleneksel kuantum sistemde, yerçekimi resmindeki uzay zamanın açığa çıkması, derinlenemesine kuantum dolanıklılıkla bağlantılıdır Dolanıklığın kuantum fenomenin doğal olarak klasik uzay zaman geometrisinin oluşması için önemli olduğunun açığa çıkması çok büyüleyici.
Daha yeni bir çalışma yerçekimi-dolanıklık bağlantısının tensörler adı verilmiş matematiksel araçlarla ilişkilendirmekte. Çoklu parçacıkların nasıl dolanık olduğunu ölçmek için tensör ağlarını kullanarak pek çok parçacığın karmaşık sistemlerdeki dolanıklığını tarfi etmek kolaylaşmakta.
Fizikçiler tensör ağları kullanarak, süperiletkenler gibi daha basit kuantum madde analizini sağlayacak alogritmalar geliştirmekteler. Bu çalışma yıllardır devam etmekte. Tensör ağlarla ilgili daha yeni bir çalışma, holografik prensibin dolanıklığı yerçekimi ile nasıl ilişkilendirdiğine dair görüş sunmakta.
Almanya, Johannes Gutenberg Üniversitesinden fizikçi Román Orús şunları yazmakta: Kıvrılan uzay zaman gibi önemli fiziksel objeler, holografi vasıtasıyla tensör ağ durumlarındaki dolanıklıktan doğal olarak açığa çıkmakta.
Özellikle, MERA adıyla adlandırılan tensör formülasyonu (çok ölçekli dolanıklık renormalizasyonunun ansatzı-tahmin yürüterek hesap yapılması) yerçekimini anlama konusunda umud vaadedici. MERA tensör ağı, Maldacenanın dualitesinde tartıştığını andıran ekstra boyutsal uzayın bir geometrisini yaratarak, belirli karmaşık kuantum sistemlerindeki dolanıklık kalıplarını tarif eder. Bir başka deyişle, bu, kuantum alan teorisi-yerçekimi dualitesinin gerçek yaşam tasavvurudur.
Orús yazısında şunu söylemekte: Bu açıdan bakıldığında, birisi, geometri (ve yerçekimi) kuantum çok-kütleli hallerdeki lokal dolanıklık kalıplarından açığa çıktığı görünüyor, diyebilir. Dolayısıyla, O, tensor ağ yaklaşımının, Raamsdonk ve diğerlerinin daha önceki çalışmalarında ulaştıkları; yerçekimsel uzay zaman kuantum dolanıklıktan açığa çıkmakta. sonucunu desteklediğini belirtmekte.
Orús, bu tensörler, dolanıklık ve yerçekimi arasındaki bağlantının kara deliklerin fiziğini çalışmada ya da çok küçük mesafelerdeki uzay zamanın kuantum doğasını araştırmada yararlı olabileceğini kanıtlamakta olduğunu dile getirmekte.
Tensör ağlarının dolanıklığı uzay zaman geometrisine nasıl bağladığının matematiksel detayları temel günlük tutularak yazılanların çok ötesinde bir şey. Eğer Hilbert uzayı, dolanıklık renormalizasyonu ve üniter-birleştirici ve izmetrik-eşölçekli tensörler hakkındaki tüm bilgileri okumak isterseniz, Harvardlı fizikçi Brian Swingleın 2012de yazdığı Physical Review D. adı altında yazıdığı çalışmasını okuyabilirsiniz. Ayrıca, Orús da bu konuda çok yeni bir çalışma yayınlamıştır.
O çalışmasında kendisi, tensor ağlarının son zamanlardaki ilerlemenin pek çoğunun 2000li yılların en sıcak gündem maddesi olan kuantum enformasyon teorisinin gelişimi ile gerçekleştiğini açıklamakta ve şunları yazmakta: Bugün için, tensör ağları ile yeni bir kuantum yerçekimi döneminin başladığı belki de söylenebilir. Gelecek kesinlikle çok heyecan verici.