bize dayatılan gündemin etkisindeyiz her daim. bize o gün neler olduğunu ve neyin daha önemli olduğunu anlatan bir televizyon var herkesin evinde. gündem: anlıktır. geçmişle kıyaslanmaz, gözleme dayanmaz. insanın birşeyleri çözümlemesine yahut idrak etmesine izin vermez. istemez. köprüden aşağı atlayan adam vardı bugün haberde, intihar etti. evet konumuz: o ve köprüden atlarken ki görüntüsü.
asıl soru: insan neden intihar eder? türkiye'de intihar oranları arttı mı? bunun sosyolojik nedenleri nelerdir? bu tip soruların sorulmasına izin vermez gündem. o sadece gündemdir. o gün içindir. ertesi gün unutulur. uzaktan olayı gözlemlemek yerine sadece o anın içine gömülürsün. televizyon bunu yapar. aynı görüntüleri defalarca göstermelerinin nedeni budur. gözlemden uzaklaş, tek bir ana odaklan.
diğer haber aracımız; gazete. evet, manşette gündem ilk sayfadadır. 2. sayfada zenginlerin şımarıklıkları, verdiği frikikler, yaptıkları çılgınlıklar. 3. sayfada fakirlerin cinnetleri, karısını 60 yerinden bıçaklayan adam. pek aydınlatmıyorlar sanki. aynı taslak var ve sadece içi doldurulan başlıklar. kopyala-yapıştır sistemiyle ilerliyor. olaylara büyük ölçekte bakmanı, kavramanı önleyecek derecede disiplin edilmiş haldeler. belli bir düzenleri var. her gazete aynıdır, her televizyon kanalı aynıdır.
diğer haber aracımız; sosyal medya. yeni türedi bu da. internetle tanıştık. facebook, twitter ve diğerleri. 17 ağustos'u hatırlamak için 17 ağustos'u beklememiz gerekir. aynı gündem, soma'da işçiler öldüğünde profilleri karartır; ama üstünden zaman geçince birşeyler yazmanın gereksiz olduğunu düşündürtür.
anlamları güne yüklemek en az doğum günü kutlamak kadar saçma. bir insanın yaşamının şahsına adına değerli olduğunu hissetmesini istiyorsan doğum gününü bekleme. genelde geç kalırsın.
bizim sorunumuz iyi olamıyor olmamız. buna izin vermiyorlar.
yeni dünyanın modern köleleriyiz aslında. köle denince kafamda canlanan şey, madenden yıllarca çıkmayan o siyah adamlar, ölüme çalışan işçiler. kendimizi iyi hissetmemiz için, topluma birileri tarafından itibar yüklenmiş sıfatları taşıdığımız için köle olmadığımızı düşünüyoruz. 'öğretmen', 'mühendis', 'doktor'...
kaç öğretmen, iyi bir öğrenci yetiştirmeliyim derdinde? kaç mühendis baraj yaparsam ekosistem mahvolur derdinde? yahut yaptığı işin insanlığa sağladığı yararı düşünüyor? kaç doktor hastaların iyileşmesi, onlara kalıcı çözümler sunmak derdinde? onun yerine önlerinde yazılı olan 'günde bu kadar hastaya bakacaksın' diyen devlet, 'bu ilacı satacaksın' diyen firmalar. büyük paralar işin içinde.
para demişken. en eski icat aslında. biz bulduk. insan icat etti. aslında bir icat değilmiş gibi geliyor insana. sanki hep vardı. tanrı verdi gibi. adem'in cebinde en azından 3-5 lira var gibi. lira olmasa bile dolar. biz bulduk. kokuşmuşluk o zaman başladı. birşeyleri satın aldığımızı düşünmek hoşumuza gidiyor. ona sahip olduğumuzu düşünmek. en eski mesleklerden biri de fahişelik. 1 saatlikte olsa bir kadını kiralamak mutlu ediyor erkekleri. sahip olduğun hissi iç gıdıklıyor sanırım.
öğretmen, mühendis, doktor asıl gaye para diyelim. benimki bir varsayım ki şayet öyleyse durum?
bu denkleme uzaktan bakınca aslında boka batmış olduğumuzu hissediyorum. en başından beri böyle miydi? Sonradan mı böyle olduk? Bir fikrim yok.
hindistan'da andaman adalarında yaşayan ilkel kabileler var. halen bu modern dedikleri sisteme geçmemişler. tek heceli dilleri var. belki bin tane tanrıya inanıyorlar. (daha bir tanesinin daha mantıklı olduğunu kavrayamamışlar.) her neyse, yaşıyorlar. tehdit altındalar ama. neden mi? Bölgeye giden turistler yol kenarlarında bekleyen kabile üyelerine yiyecek vermek için onlara dans ettiriyor ve dahası. buna da zengin safarisi diyorlar.
zenginin safarisi bile bir başka.
utanıyorum. evet. asıl sorun bu. televizyonda, gazetede, sosyal medyada gördüğüm bir çok insanın yaptığı, içine düştüğü, bulunduğu o saçma durumlardan dolayı onun yerine ben utanıyorum. yaptıkları saçmalıklara gülüp geçemiyorum. üzülüyorum. kendime dert ediyorum. neden bilmiyorum. yük oluyor bana. farkındayım. ama rahatsız olmadığım gün bende onlar gibi olacağım, biliyorum...
hepimiz köpeğiz. eksilemeyin demiyorum. hobi olarak yine eksileyin. ama bu gerçeği kabul edin. hepimiz kapitalizmin köpekleriyiz.
doğduk. okullar okuduk. üniversitelerin güzel bölümlerinden mezun olduk. güzel bir işimiz var. kalitesiz sayılmayan hayatlarımız olduğu da doğrudur. ama yine de çalıştığımız hep başkalarına daha fazla yarıyor. birileri bizim ne yaşamamızı, nasıl yaşamamızı ve ne zaman yaşamamızı istiyorsa o hayatları yaşıyoruz. ne giymemizi, ne izlememizi, ne yememizi, ne içmemizi, nerede ve nasıl yaşamamızı istiyorlarsa onları yapıyoruz. ay başında gel kuçu kuçu diyip maaşlarımızı veriyorlar. sonra devam köpekliğe.
köle olduğunun farkında olmayan, sürüleştirilmiş ve sıradanlaştırılmış, copy paste zevkleri, giyimleri ve kişilikleri olan, kendisini özgür zanneden ve özgürlük nutukları atan canlılardır.
insan belli bir otorite altında her daim köledir, bunun komünist, kapitalist, dindar, ateist olmakla ilgisi yoktur.
otorite varsa güç vardır, güç varsa ona boyun eğen insanlar.
ilaç kullanan herkestir. hasta olan , özellikle ölümcül hastalığa karşı duran herkestir. çünkü ilaç firmaları zengin olmak için piyasaya bir sürü ilaç koyarlar , rüşvetlerle bir sürü ilacı piyasaya koyar ve insanlara umut dağıtırlar. onlara zararlı olduklarını bile söylemeden sadece para için. umutsuz insana bir kırıntı umudu satarlar.