dur daha romantik söyleyeyim çocukluğu ankarada geçmiş birisi olarak:
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle...
Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
genç olmak için yaşlı, yaşlı olmak için gencim. küçük çocukların artık amca diyeceği zamana ramak kala, tanımadığım yaşıtlarıma dahi hala abi diye hitap ettiğim çocukluktayım. bir adım sonrası belki biraz hayat çizgisi, kaz ayağı bir adım gerisi ise bitmek bilmeyen bir enerji. fırsatım olsa yeniden 18 im demeyi çok ama çok isterdim.
Çocukken banyoda huysuzluk edince başıma tas yedim mesela, sabun gözüme kaçardı yeri göğü inletirdim.
Salçalı ekmek de yedim.
Yerden ekmek görünce öpüp başıma da koyardım, hala da koyarım.
çocukluğumun en önemli konusu, gece yarısından sonra bütün bilgisayar sistemlerinin çökeceği ve dünyanın büyük bir kaosa sürükleneceğiydi. işin ilginci tüm insanlık bu kıyameti eğlenerek, eller havaya şeklinde bekledi. Bu tavır sanki gelecek yıllardaki ruh halimizin de bir özetiydi.