- alo, nilüfer... telefonu oğlumuza verir misin çok özledim onu...
- hamdi boşandık seninle bitti o iş oğlunu unut artık... yarın başka bir şehire taşınıyoruz peşimize düşme bizi bulamayacaksın... ne benim ne de oğlunun yüzünü görebileceksin artık...
- nilüfer... Yasini benden kaçıramazsın...
- hamdi... sana yasini göstermeyeceğim...
buradaki tüm fikirlerinizi yikmak istiyorum. biraz vakit gecirdikten sonra anlasilir kisinin yasi. ilk bakista ise makyajimi az yapiyorum, minyon degilim ama 26 yaşinda degil 18 yaşinda gosteriyormusum. o yüzden kimse evli degil mi diye soramiyor kih kih.
hep olumlanır lakin sıkıntısı yok mudur? bi düşünelim... işyerinizde, toy olarak görülüp ciddiye alınmayabilirsiniz. ilişkinizde, yaşı sizden küçük biriyle çıkınca ergen tarzına maruz kalabilirsiniz. arkadaş ilişkilerinizde, aslında genç göstermediğiniz, sadece kısa ve zayıf olduğunuz şeklindeki triballik barındıran iddiaları dinleyebilirsiniz. bidi bidi, vıdı vıdı... uzatılabilir. genç göstermek ya da göstermemek.. bütün meselemiz bu mu olmalı yani? post-modernizm zırvaları bunlar. gençliğe olan bu vurgu, addedilen bu değer, tüketim çılgınlığımıza işaret ediyor. bilgi çağı dediğimiz bu çağda imgelerin ve anlamların ömürleri çok kısa, derinlik kazanamadan tükeniyorlar. bu yüzden yaşlılık, yani deneyim; eskiye ait, ilkel olan oluyor. dünya fazla hızlı dönüyor. biraz yavaşlamalı. durun bir dakika, inecek var!