yaşananların gerçek ve hayal arasında kalma evresi

entry9 galeri0
    1.
  1. Koltuğun kenarına en makamında okunan ezan vaktinde sinmiştim, ne kadar süredir böyleyim; bilemiyorum. Gözlerimi biraz daha kenetliyorum ve kalbim organlarımla işbirliğini bozmuş. Gözlerimi biraz daha bastırıyorum, bir ter damlası şakağımdan bu delilik halinden sağ çıkmak ister gibi yastığa ulaşmaya çalışıyor. Zihnimin köhne kenarına yok edilme vaktimde sinmiştim, ne kadar süredir böyleyim; bilemiyorum.

    Kemiklerim yeni varolduğumdaki gibi değişken, kafamın içi stabil. Yoruluyorum, avuçlarım yoruluyor hareketsizlikten. Kainat dikkatimi dağıtmak için seferber olmuş ya da ben kainattan kendimi ayıralı uzun bir süre. Bir tavla zarı yakalıyorum önce, ardından bir elma şekeri. Dolanıyorum. Bol ışıklı bir yer, bir mezarlık, beyaz önlükler, renkli balonlar ve birkaç kırmızı sıvı. Şaşkınlıkla bağlantı kurmaya çalışıyorum ama ipler kopuk yahut hiç yok. Birinin peşine takılıyorum göçük altında kalan diğerlerine ulaşmak için ama kainat tedirgin. Eğer ki ben hayal ve gerçek ayrımı yaparsam volkanlar patlayacak, denizler taşacakmış gibi. Bedenler asıl akrep ve yelkovan olmaktan vazgeçecekmiş gibi. Bana hiç olamayan zaman yok olacakmış gibi. Her dikkat dağıtıcı seste tutunduğum ipucunun ipinin ucundan kayıyor ellerim. Tırmanmaya devam ediyorum, gözlerim sıkı, ellerim kan, kainat revan.

    Yükseğe zıplıyorum, daha da yükseğe. Hepsi havaya dizilmiş uzansam tutacakmışım gibiler fakat bir ses daha. Sonra bir rüzgâr ve karışıyor yine hepsi kırmızı, mavi, sarı. Atlıyorum sonunda birinin peşine çengel takıp sürüklüyor beni her şey hava boşluğunda. Hevesle fazla hareket etmeden izliyorum hepsini. Soluğum yok, nabzım ter damlasıyla yolculuk etmiş. hareket ettikçe uzaklaşıyorlar benden olabildiğince kıpırdamıyorum. Baktıkça En sona kalan olduğumu hatırlıyorum, özlüyorum, tatları var mı diyerek kontrol etme isteği duyuyorum. Peki ya kokuları? Var mı? Daha doğrusu; var mıydı? Düş kıtlığından geldiğimi söylerken yine bir ses, yine koltuğun kenarındayım. Baştan çabalıyorum, aynı noktaya gelebilmek için göz bebeklerimi göz örtülerimle parçalıyorum, emekliyorum...

    Anılarımın en eskileri üzerine bir hayal vaktinde serilmiştim, ne kadar süredir böyleyim; bilemiyorum. Zihnimden alacaklarımı alıp çıkıyorum, gözlerim açık ama görüntüler düzgün yansımıyor. Ter damlasının yeri kaybolmuş. Ben hâlâ yaşananlar gerçekler miydi yoksa hayâl mi, çözemiyorum. Onca yolculuktan sonuç alamamak ürkütüyor. zoraki eskitilmiş bir eşya gibi alelade masanın birine zamansız bir döngüde bırakılmıştım, ne kadar süredir böyleyim; bilemiyorum...
    3 ...
  2. 2.
  3. -- harp sonrası --
    sadece biraz arandım, birkaç parça daha yaşadığıma dair kanıt arandım.
    -- harp sonrası --
    2 ...
  4. 3.
  5. arafta kalmak gibi.

    sabah serviste gelirken kafayı dayayıp saniyede 15 defa cama vururken tam olarak o devrede oluyor insan.
    1 ...
  6. 4.
  7. 5.
  8. uyku apnesidir.

    böyle uykuyla uyanıklık arası bişey. gözlerin yarıaçıktır, etrafındakileri farkedersin ama bir türlü kendine gelip, kalkamazsın. felçlisindir sanki.
    2 ...
  9. 6.
  10. cok sevdiginiz ve ozlediginiz insani gece ruyanizda gorup onunla muthis vakit gecirmek. o an gercek mi ruya mi bilememek.
    2 ...
  11. 7.
  12. akıllara memento ve shutter island yapımlarını getirendir.
    0 ...
  13. 8.
  14. zannediyorum ki bugünlerde kendiyle bu kadar başbaşa kalan sadece benim. gerçeklik ve hayallik durumunu sorgulamak durumunda kalacak kadar yapay ama öz. müzik, sigara ve karanlık dışında kimse yok. ''kimsem'' zaten hiç olmamıştı. biliyorum, bunu ben seçtim. insanlara güvenerek ''kimsem'' diyememişliğim büyük bir yıkımdan başarılı bir kaçış mıydı, yoksa yalnızca kendi zırhıma olan ahmak güvenimin ''kimsesizlik'' temalı bir cezası mıydı, bunu bilemiyorum. tek bildiğim müzik, sigara ve karanlık. ışıklar ve perdeler daima kapalı. perdemi açtığımda güneşin beni karşılayacak hiçbir vals sevinçli mizanseni yok. perdeler uzun zamandır kapalı.

    ''Beethoven's silence'' benzer sessizlikler mi paylaştık dersin bay Ludwig? benim sessizliğime hiç beste yapılmamış olsa da, bu benim gürültü sayılabilecek dahi bir kırıntıya sahip olamayışımı yadsıyamaz. ve seninki ağır ağır sinsice ilerleyen bir sessizlikken; benimki doğuştan yalnızca kalbimin kulaklarımın duyuyor olabilmesiyle cezalandırılmış bir sessizlik. bu sessizlik benim çağıma ait bir romantizm değil. ama senin çağına ait romantizmin tam karşılığı. yani benim çağımda buna pek de romantik bakılmıyor. kalbini vatan'ım dediği kadının kendi topraklarında olmasıyla ''ülkeme gömün'' diyerek aşkını ört pas etmiş chopin, ruhunu iyi bir kemancı olabilmek için şeytana satan paganini ya da dört mevsimi porteye ağlayarak akıtan vivaldi... ruhumun bu halinin birkaç katman evvelinde bana eşlik edenler bunlar. ama bu en son katmanda senin notaların var. koyu notalar... beni kolumdan tutup nullarbor'a götüren, tek bir hamle ile aşağı iten, sonra maviliğe çakılmama 1/32'lik bir nota bırakmışken tam orada yeniden bir armoniyle yukarı çeken notalar.

    bence tek farkımız; ben kulaklarım işitirken müziğin sadece koynuna girmekle yetindim. beethoven ise kulakları ona ihanet etmesine rağmen notalarla sevişebildi. onun sağırlaşan tek yönü kulaklarıydı. belki de kulaklarının bu ihaneti ona bir nimetti. bu yüzden yola sadece kalbinin işittikleriyle devam etmek zorunda kaldı. ve belki de en başarılı eserlerini ölümüne az bir zaman kala bestelemesinin sebebi buydu.

    ben ise tek arzumun müzik olmasına rağmen, daima müziğin kollarına yılgınca düşebildim. mecalim olduğunca ona dokundum, evet. ama çoğunluğunda bitaplığım galip geldi ve kalplerden çıkan notaları duyumsayarak dinlemek cezbetti beni. kulaklarımdan akan besteleri portelere aktarmak, çalabildiğim enstrumanlarla onlara yeniden soluk olmak da güzeldi. ama diyorum ya, yılgınlık galip geldi. notaları her ne kadar önüme almaya çalışsam da, her seferinde kanayan bir yarayla o bestelerin kapısına varıp sırtımı onlara yaslamayı seçtim.

    bu arada; mozart ile harmanlanmadığın daha iyi bir kaderdi bay Ludwig. ben olsam, ben de annemi seçerdim. ve kalbimi portelere hürriyetle nakşederdim.
    4 ...
  15. 9.
  16. Gözümü açtım, hafif sert bi bazanın üzerinde sızdığımı fark ettim ve kapıya yöneldi gözlerim, kapının ayaklarıma denk gelen kısmında bir küçük erkek çocuğu vardı, ağlıyordu, o ağladıkça gözünden akan yaşlar üzerime akıyordu sanki, ıslanıyordum, kalkıp çocuğa dokunmak istedim ve dokundum da, sonra gören gözlerime bir parazit girdi, çocukluğumuzdaki karıncalı televizyon yayınları gibi, artık yeniden yataktaydım, bir kez daha gözümü açtım ve algım bozulmuştu artık fakat parazit hala gitmiyordu, kendime gelmek için lavaboya gittim ve ışığı açtığımda parazit yavaşça çözülüyordu, neredeydim ben böyle?
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük