Babamın hastalığının ilerlediği ve yatağa bağımlı olmaya başladığı günlerde, daha çok, hayat ve ölüm üzerine konuşuyorduk. işin doğrusu, bu bahisleri özellikle ben açmaya gayret ediyordum. Yakında kaybedeceğimi bildiğim bir insandan, şimdiye kadar edindiği deneyimler ve tespitlerle ilgili bir “yaşam tüyosu” almaya çalışıyordum aslında. Bunca yıldan sonra, paylaşmak istediği bir şeyler olmalıydı, değil mi? Hayata, dünyaya ve yapacaklarıma dair bir şeyler, öneriler, birkaç ipucu belki.
“Baba, “hayatın nasıl geçti” diye sorsalar sana, ne söylerdin mesela, nasıl anlatırdın yaşadıklarını, geçen ömrünü?” diye sormuştum bir gün.
“Gece yarısı, ıssız bir tarladan, tek başıma geçmiş gibiyim oğlum” demişti.
Yaşamak bir denizdi önceleri
Şimdi olsa olsa yalnız sevinçtir
Ne acılar ne gözyaşları
Onun güzelliğini silebilir
Kayaları ellerimizde ufalayarak
Kurduğumuz küçük evlerde
Küçücük devler gibi ölesiye seviştik.
Ağaçlar diktik çocuklar büyüttük
Savaşmayı ve paylaşmayı bildik
Doğrudur her zaman bir şey eksik
Doğmadan ölmeye benzer
Bir şey var içimizde
inancı ve sevdası bize yeter
Ürkek bir gidiş gelişte
Benim sende aralıksız yaşadığım
Bilgelerin kitaplarda tanımladığı
Sonsuzluk budur işte...