yaşamak

entry431 galeri15
    1.
  1. 2.
  2. acı çekmek, hüzünlenmek, sevmek, sevilmek,aşık olmak ....
    yaşam belirtileri. bunları hissediyorsanız yaşıyorsunuz demektir.
    2 ...
  3. 3.
  4. beyin ve kalbin ritmidir,uyumlu uyumsuz...
    3 ...
  5. 4.
  6. 5.
  7. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine

    (bkz: nazım hikmet)
    12 ...
  8. 6.
  9. zamanla birlikte ilerleyebilmek.
    2 ...
  10. 7.
  11. bir parçaya göre yaşamak ölmek demekmiş zaten. serin serin düşünülürse gerçekten de bir taraftan yaşarken diğer taraftan ölür insanoğlu.

    (bkz: ölene kadar yaşamak istiyorum)
    1 ...
  12. 8.
  13. bir orhan veli şiiri. şöyledir:

    yaşamak

    I

    Biliyorum, kolay değil yaşamak,
    Gönül verip türkü söylemek yâr üstüne;
    Yıldız ışığında dolaşıp geceleri
    Gündüzleri günışığında ısınmak;
    Şöyle bir fırsat bulup yarım gün,
    Yan gelebilmek Çamlıca tepesine…
    -Bin türlü mavi akar Boğaz’dan_
    Herşeyi unutabilmek maviler içinde.

    II

    Biliyorum, kolay değil yaşamak;
    Ama işte
    Bir ölünün hâlâ yatağı sıcak,
    Birinin saati işliyor kolunda.,
    Yaşamak kolay değil ya kardeşler,
    Ölmek de değil;

    Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.
    2 ...
  14. 9.
  15. 10.
  16. zülfü livaneli şarkısı.

    gözünde bir iz bulur
    aydınlanır genişler ufuk
    bir gün kapanır bütün kapılar
    öksüz bir dünyada
    yalnız bir dünyada
    bakar kalırsın çaresiz

    işte böyle hüzün dolu
    işte böyle kırık bir şey yaşamak

    tanıdık geceler bildik kaygılar
    kentler köprüler uzayan yollar
    kendi düşlerinden yorgun bir ozan
    direnir acıya tek başına
    işte böyle onurlu bir şey yaşamak

    damarda akan kanın hışırtısı
    penceremin dışında tomurcuk bahar
    havada taze somun kokusu
    her şeye rağmen ayakta kalmanın mutluluğu
    işte böyle delicesine
    işte böyle coşkulu bir şey yaşamak
    3 ...
  17. 11.
  18. berrak mavi göğün altında çocuklar için savaşmak.
    1 ...
  19. 12.
  20. 13.
  21. Yaşamak değil bizi bu telaş öldürecek,
    Bırakın Paris'te ılık rüzgarlarla
    Taratmayı saçlarımızı,
    Sevgilimizle doyasıya sohbet bile edemedik biz, Gözümüz saatte söyleştik hep, Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
    Hep yetişilecek bir yerler vardı,
    Aranacak adamlar, yapılacak işler,
    Bir sonraki günün telaşı,
    Bir öncekinin terine bulaştı,
    Başkalarının hayatı bizimkini aştı,
    Kör karanlıkta çalar saat sesi,
    Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu,
    Veya yavuklu öpücüğü ile uyanma düşlerini, Hababam erteledik, 20 li yaşlardan 30 lara kurduk saatin alarmını.
    30 lardan 40 lara, sonra 50 lere
    Öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
    Kuşlukta uyuma imkanı sunduğunda size,
    Artık uyku girmez oluyor gözlerinize,
    Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek
    imkanına kavuştuğunuzda,
    Söyleşecek sevişecek kimse kalmıyor yanınızda Özenle yarına sakladığınız Bir sarı lira gibi ömrünüz, Vakti gelip te sandıktan çıkarttığınızda, Birde bakıyorsunuz ki Tedavülden kalkmış.
    1 ...
  22. 14.
  23. "bütün büyük anlar yalnızlıktan yontuldu"
    "sizi görmeliydim"
    (bkz: ne çok acı var)

    tarihe mıh gibi giren sözlerden müteşekkil cahit zarifoğlu kitabı.
    7 ...
  24. 15.
  25. YAŞAMAK YAVAŞ YAVAŞ ÖLMEKTiR. HERGÜN BiRAZ DAHA YAKLAŞMAKTIR ÖLÜME. GERiDE ESKiLER BIRAKMAK VE iLERiDEKi YENiLERi ESKiTMEKTiR. ESKiMEKTiR.
    3 ...
  26. 16.
  27. 17.
  28. an itibariyle yaşamına devam eden herkes şanslıdır. şanslı olduğunun farkında olanlar ise gerçekten şanslıdır.*
    2 ...
  29. 18.
  30. bazısı bunu sevinçle birleştiriyor. bakabilip gören de "vaaay" diyor. kıskanmak başka bir coğrafya...
    0 ...
  31. 19.
  32. hangi dilde yazıldığını bilmediğin bir hikayenin berbat bir çevirisini anlamaya çalışmak gibi, kendini rahatsız etmek için yazdıklarını tekrar okuduğunda...
    1 ...
  33. 20.
  34. karanlık geceye rağmen buğulanmış pencere camına güneşi çizebilmek..
    2 ...
  35. 21.
  36. Aristoteles bir yazısında ırmakta yaşayan küçük canlılardan söz eder: Ömürleri bir gündür. Bunlardan sabah 8'de ölen genç ölmüş sayılır; akşam 5'te ölen ise yaşlı. Montaigne ünlü "Denemeler"inde sorar: "Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimize gülünç gelmez? Sonsuzluğun, dağların, nehirlerin, yıldızların, ağaçların yanında bizim hayatımızın uzunu - kısası da böyle gülünçtür."

    Son yılların en gözde akımlarından biri "uzun yaşam hırsı". Modern tıp, ömrün sınırlarını zorlayan buluşlar elde ettikçe, tarihi boyunca "ölümsüzlük iksiri"nin peşinde koşmuş insanoğlunun iştahı kabarıyor. "Antiaging" denilen "yaşlanmayı geciktirme" iddiasındaki hücre tedavileri, hormonlar, ilaçlar, diyetler hep aynı hedefin peşinde: Ölümü erteleyebilmek. Biraz
    daha fazla yaşayabilmek....

    Geçenlerde Haşmet Babaoğlu yazdı: "Modern insanın uygarlığın temeline koyduğu her tuğla, onu ölüm fikrinden biraz daha uzaklaştırıyor". Köylerde göz önünde, hayatla iç içe "yaşayan" mezarlıklar, kentte varoşlarda ıssızlığa terk ediliyor. "Dirilerin şehri, ölülerin şehrini kovuyor". O, günler süren taziye dayanışmaları bitti; internetten mezar yeri ayırtılabiliyor artık... Cenazeler bir şirkete emanet edilip apar topar defne gönderiliyor; camide ayaküstü sohbet ediliyor, telefonla kabre çiçek gönderiliyor, sulama işi 3 - 5 kuruşa mezarcılara havale ediliyor. Ve sonra herkes ölümü hafızasından silip "hayata", işinin başına dönüyor. insanoğlu
    yüzyıllar boyu tevekkülle teslim olduğu ecelle dalaşıyor. Azrail'e posta koyuyor.

    Ne yalan söyleyeyim, ölümcül bir diyetle tüm dünyevi zevklerden uzak durarak, sağlık merkezlerinde gençlik aşıları vurularak hayata biraz daha tutunmaya çalışanların nafile çabası, Aristo'nun ömrü bir gün süren küçük canlılarının "bahtsızlığını" hatırlatıyor bana...
    "Sağlıklı yaşam"a bir diyeceğim yok, ama "geç ölüm ihtirası", "Ne için" sorusunu getiriyor hatıra... "Niçin hayat sofrasından, karnı doymuş mütevekkil bir davetli gibi kalkıp gidemiyoruz?" "Niçin hayat meşalesini, yenilere devretmekte böyle zorlanıyoruz?" "Bunca yıl yapamadığımız neyi yapmak için ölüme direniyoruz?"

    Zincirlikuyu Mezarlığı'nın kapısına asıldığı günden beri tartışma konusu olan o ayet yüzünden yazdım bunları: "Her canlı ölümü tadacaktır". Kimi "Malumu ilana ne hacet" diye karşı çıkıyor yazıya; kimi "işe giderken insanın aklına eceli sokup moral bozmanın alemi yok" diye... Oysa benim ayetin devamında okuduğum mesaj gayet basit: "Nasıl olsa sonunda buraya geleceksiniz. Yan yana ve eşit büyüklükte çukurlara gömüleceksiniz Size bahşedilen hayatı doğru dürüst yaşamaya bakın". Ayeti böyle okuyunca, daha çok hayatta kalmak uğruna daha az "yaşayan"ların hali size de komik gelmiyor mu? Kainatın uçsuz bucaksızlığı karşısında, ha sabah 8, ha aksam 5, ("Ha 3 gün önce, ha 5 gün sonra") ne fark eder ki?

    Yine Montaigne ile bitirelim. "Hayatın değeri, uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır. Öyle uzun yaşamışlar vardır ki, pek az yaşamışlardır. Doyasıya yaşamak, yılların çokluğuna değil, sizin coşkunuza bağlıdır...

    *
    0 ...
  37. 22.
  38. şerefsize aymaza inat, yaşamak.
    2 ...
  39. 23.
  40. 24.
  41. bir şekilde yaşıyoruz, ama hangi şekil de? hangi duygu'yu temsil ediyoruz? hangisi bizim yaşamak istediğimiz hayat? hangi renk görmek istediğimiz baktığımızda ve bize bakıldığın da hangi renk görünmek isteriz?...
    1 ...
  42. 25.
  43. yaşamak sanattır.

    bir de yaşlanmak(yaşadığını sanmak) vardır.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük