henüz yoktuk, mutlak bir sonsuzluğun akışı içinde sürüp gidiyorduk ve bu bizi hiçbir şekilde rahatsız etmiyordu. sonra var olduk, geçici bir varoluş, bir aldanma, bir oyun. ardından ikinci sonsuzluk gelecek. bu ikincisi çoğu insana zor, hatta dayanılmaz gelir. bunun nedeni şu anda burada bulunmamızın isteği ve tadı çoğumuza cazip gelmesinden mi? hayır. insanların tutkuları akıllarına galip gelir, bilinçlerini yok eder. oysa yıllarca bu dünyada dolaşıp duranlar, hayaller kuranlar, daha iyi bir dünya umud edenler, ruhun ölümsüzlüğüne ve sonsuzluktaki cennete inananlar da onlardır. bunun anlamı açık aslında.
her yeni doğan çocuk, her yeni bahar, sabahları her yeni uyanış, her yeni kitap, gezilen her yeni yer, maviye dönen gökyüzü, susuz geçen günlerin ardından hızla yaklaşan kara bulutlar, bunaltıcı bir günün akşamına çöken serinlik, günün geceye dönüşü hep sonsuzluktaki cennetin yansımalarıdır.
çoğu insan büyük bir ıstırap içindeyken birçoğu da asla umudunu yitirmez. hepsi haklıdır ve hiçbiri mutlu değildir. hepsi daha iyi bir dünyayı umut ederken nasıl bir çilehanede olduklarının da farkındadır. işte bu bize ölümden korkmamayı, geçip giden dünyaya tapınmamayı ve sonsuzluktaki cennetin izlerini fark etmeyi öğretir.
Bu yüzden bu dünyada schopenhauer'in dediği gibi bir insanın elde edebileceğinin en iyisi bencilce bir mutluluk değil ‘kahramanca’ bir yaşamdır.