insan ne kadar öğüt alırsa alsın bazı şeyleri yaşamadan anlamıyor.
en güvendiğim iki insana hiç güvenmemem gerektiğini aylar öncesinde öğrendim, şimdi ise yeni yeni kavrıyorum.
aslında görmek istediklerimizi görüyoruz, kendi hayal dünyamızda yarattığımız karakterleri gerçek hayata uyarlamaya çalışıyoruz. sonra gerçeğin tokadını yiyince rüyadan uyanmak biraz zaman alıyor.
zeki demirkubuz'un “Dünyada bir insana inanabilmek kadar mükemmel bir şeyin henüz icâd edildiğini düşünmüyorum.” dediği o mükemmel duygu artık yok içimde. her şeye şüphe ile yaklaşır oldum.
dünyanın bütün acıları bir yana kırgınlık bir yana. tam geçti sanıyorsun beklemediğin bir an o yara göğsünün daralmasına sebep oluyor.
eskiden ben işten çıkınca yanıma gelirdi, bilmem kaç saat yürür genelde bize giderdik. yol boyunca türlü salak şakalar yapar güzel sohbetler ederdik. işten çıkıp bir kaç adım yürüyüp onu görüp sırıttığım bir yer vardı, tam orada dururken sarstı beni. beni mutlu olduğum yerlerden birinde hayal kırıklığına uğratmıştı. şimdilerde aklıma geldiği zaman kafamın içinde funda arar şarkısı çalıyor; nasıl beklerdim seni ah nasıl koşardım sana...
çok yürürdük. akşam çıkar geceye kadar yürürdük sonra eve gelir fare gibi mutfakta bir şeyler kemirirdik. uyuyamaz boşboğazlık yapardık. camsil içerdik. * babam hala niye uyumuyorsunuz diye kızardı.
artık yürümüyorum, boşboğazlık yapmıyorum, camsil içmiyorum, gece bir şeyler yemiyorum ve geceleri erkenden uyuyorum.
kendimi çok piç, popüler, 100 tane kızla konuşurken-flörtleşirken bir bok sanıyordum. şimdi ise geriye dönüp baktığımda ne kadar iyi, bana değer veren, beni ben olduğum için seven kızları harcamışım. kaç sene geçmesine rağmen hala bazıları aklıma geliyor çok üzücü.
iyi bok yedin porsuk hayatında hiç kimse yok, yalnızsın.