avrupa'da enthousiasme olarak bilinen şevk ve heyecan duygularının analizini yunancası theos içimizdeki ilahi kuvvetle bütünleştirerek ortaya çıkan fikir akımı diyebiliriz sanırım. bir yazar müsfettesinin kaynaklarına göre ilk olarak doğu ile batıyı ayıran roma uygarlığında benimsenen bu düşünce, günden güne avrupayı olduğu gibi içine alarak, doğu ile ayrılmasının en büyük sebebi olmuştur, niye mi ?
şöyleki; insanoğlu enerjisinin onda biri dahi kullanılamayan en büyük kaynaktır ki bu kaynağıda çıkarmak için sadece heyecan denilen vasfın tüm bünyeyi kapsamış, hegemonyasına almış olması gerekir. yer ve zaman faktörü olmaksızın bir şeyler yapabilme isteğini sınırlamayan insanlar, heyecanına bariyer çekmemiş, öğrenilmiş çaresizliklerinin gölgesini üzerine düşürmemiş kimselerdir. yani uzun lafın kısası amaçları yaşamak ve yaşatmaktır.
özünde bu felsefe birey ve devlet yahut birey ve millet arasındaki bağı empoze edecek şekilde gösterilebilir, ancak ikili ilişkilerinde hemen hemen temelini oluşturur, hele hele kapitalist bir dünyada, tamamen geçerliliğini korumakla beraber neredeyse tüm ilişkileri tasvir eder. hatta bunu artniyetli olarak düşünürsek çıkar ilişkisi olarak kabaca tarifini bile yapabiliriz.
buraya kadar işin birçok okuyana göre sıkıcı kısmı idi. şimdi biraz ilgi çekecek kısmına gelelim. "hımm" nasıl çekebiliriz o ilgiyi düşünürken her ne hikmetse aklım uçkuruma gidiverdi. evet, buldum! sanırım "one night stand" ilişkiler birebir ve olayı en basite indirgemiş örnekleridir bu felsefenin. düşününki, güzeller güzeli bir hatun. tüm amacı sizi baştan çıkarmak. siz ise ona çoktan abayı yakmış ve ilişkinizin devamını onu kelepçeldiğiniz bir yatakta hayal etmekle meşgulsünüz. bu durumda onunla tanıştığınız yere göre biraz kendinizi kullandırttıktan sonra, ne bileyim birkaç yanardöner meyve, bir iki şişe şampanya bilemedin bir chivas iş görür ölçülerdir. tüm bunları hali hazırda sağlayıp yaşattıktan sonra sıra bir boş eve geçmeye gelirki, yaşattıklarınızından sıra yaşamanız gerekene geçsin...
etik olarak yukarıda örnek kulağa hoşgelmesede fikrin temel prensipleri arasındadır. bu konuyu üç aşağı beş yukarı çekerek farklı örneklendirmelerle vatana millete faydalı olabilecek karşılıklı "mutualist" bir ilişkiye sokulup sonunda tebessümle ayrılınabilir.
ve son olarak yaşa ve yaşat akımı mı desem felsefesi mi desem yoksa fikri mi desem, ben bilemedim siz karar verin, yaşama sanatı ile bağdaştırılıp daha özgün fikirler sentezlenebilir.
tanım: yaşayarak yaşatma üstüne kurulu bir felsefi akımdır.
ps: yazar müsfettesi ibaresiyle yazar kendine iltifat etmiştir, çok görmeyin.
dale carnegie'nin dost kazanma kitabında ise bu fikir akımı şöyle pekiştirilir;
-yapacağın şeyi severek tam manasıyla inanmak
-içimizdeki heyecanı sürekli telkin etmek
-heyecanlı insanlarla ilişki kurmak
-kafamızdaki kyvvet ve heyecan düşünceleri yaratmak.
bu 4 maddenin belkide anahtarı sayılabilecek son madde klişe mesajlardan lügatımıza giren; kendini değiştirmek istiyorsan, fikirlerinden başlamalısın mantığıyla birebir özdeşleşir gibime geliyor an ve an itibariyle. yalnız burada parmak basılan ya da basıldığına inandığım kavram heyecanın yaşama olan katkısıdır. işin daha özü; yaşayıp yaşatmak isteniliyorsa mutlaka heyecana inanılmalı, içindeki ilahi kuvveti ayyuka çıkarmalıdır kimse...
bir ideoloji ya da inanışın yaygınlaşması ve yaşatılabilmesi için, insanlara aktarılması için kabul edilen temel uygulama biçimidir. ilk başta kendin yaşarsın, kendin örnek olursun ve sonrasında ise insanlardan bunu yaşamalarını bekleyerek yaşatmalarını beklersin. işin zahmetli kısmı yaşa kısmıdır. yanlış yaşarsanız ya da yaşayamazsanız yaşatamazsınız da. bu ideolojik ve felsefik anlamdan tutun da, hayatın temel kurallarına ve gönül ilişkilerine kadar böyledir. bir anlamda fedakarlık yaparsın yaşarken, insanlara bir örneklem sunarsın ve sonrasında yaşatmaya çabalarsın kuralları, ideolojini, inanışını, ilişkini...