günlüğüme,"insan, kendisine verdiği sözleri tuttuğu sürece mutlu olacaktır" şeklinde not düştüğümde yaşım on dörtmüş. kendime verdiğim sözler içerisinde meslek lisesini kazanmak falan yoktu.
akıl hep beş karış havadaymış. ta o zamanlardan.
bugün kendime verdiğim sözleri tuttum. aferin bana.
daha fazla ertelemeden, aldım elime notları felsefe çalıştım. tek kişiyle kurulan şirkete "anonim" ismi verilmemeli değil mi ya?
zeliş, çay ısmarladı. zeliş, yemek ısmarladı. zeliş, yol paramı verdi. bütün bunlar paramı kimse bozmadı diye, "bozuk yok mu abla?" dediler diye. "hiç mi yok abla?" şeklinde direttiler diye. işte bütün bunlar varlık içinde yokluk.
kedilere karşı içimde bir korku barındırdığım için mi bilinmez ama kedilerin benden korkmadığını söylüyorum, inanmıyorlar. sanırım kediler ve benim aramda korkunç bir sır olarak kalacak bu.
iş hayatını hiç özlemiyorum. ama renkli insanlar vardı. herkesle eğleniyordum.
çok gülerdim. onlarda bana gülerdi. iki taraf gülünce gül gibi geçiniyorsun işte.
kötü olan hiçbir şeyi net hatırlamıyorum. hafızamın bana bir kıyağı olsa gerek. o günlükte de yazmamışım hiç.
yazılmayan unutuluyor. hafıza yerinde duruyor. yazmayınca unutuyorsun. yazma.
ne güzel yazardım defterlere.
burada duraksıyorum. radyoda "ah bu gönül arzu eder seni" diye şarkı söylüyor kadın. "seni seni yar seni" . samimiyet, tekrarlanan "seni"lerde gizli. şarkıdaki iç çekişler onlar.
şikayet etmek yok. günde en az 55 kere tekrarlıyorum içimden.
senin yakınma adı altında ne dedikodular yaptığını biliyoruz. yapmayacaksın.
kimsenin kimseye söz vermediği zamanlardayız. ama ben kendime verdiğim sözleri tutacak kadar güçlü olacağım.
e şimdi bu kahramanlığa, bi çay demlenir. değil mi günlük?
mutlu bir insanım.
mutluyum, her yıl artarak devam ediyor mutluluğum.
şikayetçi değil miyim halimden, çok şikayetçiyim. şu an olmasını istediğim ama olmayan onlarca şey sıralayabilirim. ama şikayet etmek istersen, neler var der benim hilal'im. canım hilal'im. doğum günü hediyemi elime tutuştururken söylediğin sözler, bana en büyük hediyendi aslında. "sen bizim akrabalarımızın yapamadığı çok şeyi yaptın bize; güzel anlamda. evimizin ikinci kızı oldun daha ne olsun. annem kendi ağzıyla ,ikinci kızım, diyor düşün."
insan bir şeyleri seviyor bağlanıyor da, bir şeyler karşılıklı olunca başka oluyormuş.
çocukluğumu özlemiyor değilim, çok özlüyorum. o zamanlarda her şeye anlam yüklemeye çalışırdım. ötüşen kuşları duyunca, "canım kuşlar sizi öyle seviyorum ki" dediğimi ve ardından balkona minik bir serçenin konup ötmeye başlamasını sevinçten uçarak seyredişimi hala unutamam. demek sen de beni seviyordun kuş, ah canım kuş!
halam, sevmek için yaratılmışız kızım, dediği gün bana herkesi sevmeye yemin etmişim sanırım. yeni insanlar tanımak, sevdiklerimi tüm kusurlarıyla sevmek, kusurlarına sabretmek bana eğlence gibi gelirdi. onca insanı tanıyınca yıpranıyorsun ister istemez ama kötü olmadı bu. beni en çok yıpratan insan bile bana çok şey kattı. geldim yirmi beş yaşıma, ne değişti? çok şey. ben artık uçarı düşünemiyorum, mantığım girdi devreye. artık çok kişi olmasına gerek yok hayatımda, diyorum. öyle diyorum da, sonra yine içimden; bu dünyaya sevmeye geldim, diyorum. bazı şeyler hiç değişmeyecek belki de. aman be değişmesin napalım ölelim mi?
ağlamayı hiç zamanında yapamadım, hep tuttum kendimi. hani birinin yanında ağlıyorsam kıymetini bilsin, çünkü ağlamam öyle herkesin yanında. duygusal olduğumu kabul ediyorum ama duygusallık sürekli ağlamak değil ki. iki yıl öncesine kadar biri bana "duygusalsın" dediğinde onu hakaret addediyordum.
bir defasında çok üzüldüğüm bir şeyi hilal'ime anlatırken, hilal ağlamıştı benim yerime. o beni hep kendi önüne koydu zaten; "en"im dedi, dostum dedi, kardeşim dedi, sırdaşım dedi.
o zaman atakum sahili'nde sesli sesli düşman çatlatanından söylenen şarkılardan "elbet bir gün buluşacağız" gelsin bize.
elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak...
biz o sahilde suya ayaklarımı sokarken, küçük şeylerden mutlu olmasını bilmeye söz vermiştik bi nevi. öyle ya, bu hayat çok kısaydı ve biz mutlu olmalıydık.
şimdi gözlerimden yaşlar boşanırken hatıralar da boşanıyor bir bir. annemin avuçlarının içinde ellerim, ne kadar sıcak elleri, ne kadar güven verici. bazen bunları hatırlayınca ve gözlerinin içine bakınca anneciğimin, ağlayacağım tutar. zaten ben bir anneme hiç dayanamam, kıramam. öyle diyorum ama yine de bu hayatta en çok kırdığım annemdir herhalde.
yine akan yaşlarımla hayal meyal hatırlıyorum her şeyi. kardeşlerime sarılmalarım, onlara olan sevgim. ne güzel kokuyorlar, kendilerine has o güzel kokuları.
deniz, canım deniz. "belki bir deniz kenarında, el ele maziyi konuşacağız" diyor zeki müren şarkının bu kısmında. ne olurdu şu uzaklık olmasaydı, ne olurdu. ama şikayet etmiyorum yine de, şükrediyorum. ne demiştik, küçük şeylerden mutlu olacaktık. her şey koca bir yalan dahi olsa, bu yalan hiç rahatsız etmiyor. zaten ben de yalancıyım, olur öyle arada.
öğrencilerimden biri yazdığı mektuba, "öğretmenim sen şirine'den daha şirinsin, çok şirinsin, çok tatlısın" yazmış. bir başkası da "bitmeyecek sevdan mezarda bile" yazmış.
bir başkası da "bu mektuba bir artı verecekmisiniz? diye sormuş. sonra da, şaka şaka, siz bizim en büyük artımızsınız" yazmış. kuzucuklarım benim, umarım çok güzel yerlerde olursunuz. çok güzel ve mutlu olduğunuz yerlerde. cafer gibi bazılarınızın ailesini gerçekten çok merak ediyorum, böyle efendi çocuğu nasıl yetiştiyorlar diye. pırıl pırıl yeşil gözleri. hepsi çok güzel çocuklar, hepsi pırıl. ben bu yıl hiç birinize çok bağlanmayacaktım ama öyle bir şey benim kanunlarıma ters.
bu dünyaya sevmeye geldim, diyorum yine içimden. yılmak bıkmak yok. çekmen gerekiyorsa birilerini, idare etmen gerekiyorsa, sevdiğin için onları idare edeceksin. neden hep ben demek yok, sitem yok. yaşanan onca mutluluğu güzel anıların içinde saklamak var. herkesin beklentilerini karşılamam zor. ama ben beklentili olmamayı öğrendim. öyle diyorum da yine bekliyorum, kim beklentili olmaz ki.
ama işte hayatın ne çıkaracağını kim bilebilir? mühim olan, karşına çıkan her şeyden memnuniyet duymak.
zeki müren bitiriyor şarkısını, sanırım hatıralarımın da çoğu aktı gözlerimden. ben hala aynı yerdeyim, dünden bu güne değişen pek bir şey yok. mutluyum, mutlu bir insanım işte.