ancak çok film izlemiş birinin isteyebileceği garip durum. bizim bir arkadaşın da en büyük fantazisi yağmur altında sevgilisiyle kavga etmekmiş, bilirsiniz klasik film sahnesidir bu da...
uzun uzun anlatmaktan bıkmadığı memleketindeyiz, bana her yeri gezdiriyor, çarşısını, pazarını, kalesini..
gecenin geç bir saati, aylardan aralık. taksi ile döne döne yukarılara tırmanarak hep anlattığı ünlü tepeye varıyoruz, uçurumun en ucuna kadar yürüyoruz. yüzlerce metre yükseklikten, önümüze uzanmış ışıl ışıl yanan şehri seyrediyoruz. bir ılık rüzgar, biraz yağmurdan başka kimse bizi görmüyor.
sağ kolunun altına alıyor beni, sıkıca kendine yaklaştırıyor, uzanıp en sevdiğim yeri, boynunu kocaman öpüyorum. kokusunu içime çekiyorum. hadi anlat diyorum, şurdaki mavi ışıklı yer ne ? uzaktan seçebildiği heryeri anlatıyor.
içine almak ister gibi sarılıyor bana. hep öyleydi zaten, o kadar güçlü sarılırdı ki kaburgalarım kırılacak diye her seferinde korkup elinden kurtulmaya çalışırdım. sıkma bu kadar, ölüp başına bela olcam sonra diyorum yine.
yüzümü ellerinin arasına alıyor, usulca dudaklarıma eğiliyor. ne güzel öpüyor, biz nasıl da güzeliz böyle. yüzünden süzülen yağmur damlalarını hissediyorum. beni sevdiğini fısıldıyor kulağıma ve birkaç hoş cümle daha. onu öpmek, sarılmak neden bu kadar güzel bu gece, yerden yüzlerce metre yüksekte, yağmur altında... o da çok farklı bu gece, ben de. bir şeyler var çözemediğim. tutku mu, aşk mı, delilik mi... herşey bir arada sanki. iki eliyle kalçamın altından tutup beni kucağına alıyor, bacaklarımı sıkıca beline doluyorum, dudaklarımız sonsuza dek hiç ayrılmayacak gibi. dakikalarca beni kucağında taşıyabilmesine şaşırıyorum ve biz ne zaman bu kadar uyumlu hareket etmeyi öğrendik, biz şiir miyiz ?... ne kadar sürdü bu bilmiyorum, ama o yağmurun tadını, o dudakların kokusunu, şehrin tam ortasından bir anıt gibi yükselen o iki bedeni hala hatırlıyorum.