Eylemsel gerçekliği düşünmekten geçer. Bi insan neden yazar, bi insan yazdıklarıyla bir şeyleri değiştirebilir mi? Taslak olarak büyük ölçekli olarak mercek altına alırsak "yazmak bir gereksinim midir?" diye sorulabilir mesela. Ama kime, beyaz sayfalara mı? Bilinçaltına mı? Yoksa bu parmakların ve beynin arasındaki, ruhunu kandıran kaçamaklı bi oyun mu? Sanıyorum bu her şeye hükmeden beynin, hükmü altında tuttuğu parmaklar tarafından kendisinin rahatlatılması eylemi. Beyin düşünüyor, parmaklar yazıyor. Hangi çıkarım veya etkileşim bu kadar sessiz olarak bir şeyleri oluruna bırakabilmiş ki?
Hayal etmeyi düşünelim mesela. Hayal neydi ki? Mutlu olmak için mi hayal kurardık, düş bahçelerinde dolaşma amacımız tamamen mutluluk muydu? Peki hayal kelimesi pozitif bir anlam mı yüklü? Kafamızın içine çöreklenmiş birkaç gramlık et ve kas yığınının nasıl bir idamesidir bu? Tamamen bir mastürbasyon gibi görünebilir fakat, atılacak adımların gücünü bu soyut gerçeklikler verir. "Yazıyorum, öyleyse varım." çıkarımı da yapılabilir pek tabi. Beni, ben olarak kabul edebilecek yegane boşluk sayfanın genişliğidir belki de denilebilir. Hani "konuşsam yer yerinden oynar da, imzasız bir yazının etkisini kim üzerine alır, omuzlarıma ne gibi bir yük biner?" düşüncesinin kaçışı da olabilir.
Asla hüner değil, kişinin kalemle kavrulup, sayfalara servis edilmesidir. kısacası kimsenin umurunda olmayan * bi ruh boşalmasıdır. herkesin ihtiyaç duyduğu Oksijen ve su gibi bir şeydir yazmak.
yazmak ile içindeki herşeyi dökebilirsin. ayrıca içinde ne varsa onu görebilirsin. çünkü insan kendi içine bakamaz kolaylıkla. ama yazı gibi bir araç kullanırsa içini görebilir. ayrıca içinden gelen ilhamı da sistematik bir şekilde ortaya dökebilir. yani kendinden birşeyler üretebilir. buna yaratıcılık diyorlar ve yaratıcılık kavramının şirk olduğunu söylüyorlar. ama cüzi iradenin varlığını göz önüne alacak olursak yaratıcı bize kendinden bir parça vermiş bu bir irade ve bu iradeyi de kendimiz istediğimiz gibi kullanabiliriz. elbette bu kullanım sadece onun bize verdiği algılar çerçevesinde olmak zorunda bu sebeple bu bir yoktan var etmek olamaz. ama en azından onun çizdiği sınırlar içerisinde ama kendi irademizle yapabildiğimiz bir eylem olabilir.
şu yaşamım boyunca yazısı güzel olanlara imrendiğim kadar başka bir şeye imrenmemişimdir. lan bi beceremiyorum. harflerim ecüş büçüş oluyor hep. resmi bir evrak doldurmam gerektiği zaman moralim bozuluyor. çirkin yazacağım çünkü belli. kendimi bildim bileli böyle. çok uğraştım yazımı düzeltmek için. kalemi çeşitli tutma teknikleri bile geliştirdim ama yok hala mal gibi yazıyorum. yalan bile söylüyorum yazımı görenlere. "zeki insanlar çok hızlı düşünürler. bu düşündüklerini hemen yazmak isterler o yüzden kötü yazarlar. hızlı düşünüp hızlı yazmak yaniii" bak lan yalana. ne kadar da saçma. hem de zekiyim ben demeye getiriyorum. böyle gelmiş böyle gider bu hafız. yazım düzelmez benim.
bir de imza atamama durumu var o apayrı bir vaka. lanetliyim lan ben...
arkadaşlar tarafından " olum duygu * sana fena yazıyor, git götür kızı" şeklinde bir cümlenin yüklemi olarak kullanılırsa insanın götüne kaldırma konusunda on kaplan gücünde olan, mastarlı, güzide kelime. yalnız, bu yüklemin yarattığı özgüven , duygu'nun -sen beni yanlış anlamışsın canım ya, ben seni kendime yakın görüyorum ama o manada değil- tandaslı konuşmalarıyla içe doğru patlarsa, baştan cesaret veren arkadaşlar arasında " nooldu don juan, duyguyu başkası yiyo lan sen yine tavşana niyet çektirmeye devam ehe ehe" gibi yaratıcılıktan yoksun cümlelerle taşak geçme eyleminin öznesi olunmayla sonuçlanır.
okudukça yazmak istemek ama her yazdığında, yazdığını beğenmemek, anlatmak istediklerinin zaten anlatılmış olduğunu- senin kurgundan çok daha iyi bir şekilde hem de- düşünmek çok kötüdür. ne kadar okursan o kadar çok yazmak istersin, ben de iyi-kötü yapabilirim diye düşünürsün ama iş bir kere aklındakileri aktarmaya -kağıta, ekrana her ne skime yazacaksan işte- gelince sulu yemek yememekten kabız olmuş, masabaşı iş yapan adamın bağırsaklarında duyduğu rahatsızlığı beyninde duyarsın. nasıl o adam ikide bir tuvalete koşarsa bi umutla -aha kaka uç verdi sanki- diye sen de ikide bir yeni konular kurgulamaya çalışırsın kafanda, demin yaptığıma benzer hoş olmayan metaforlar kullanmaya çalışırsın, aman okuyan birileri olursa etkilensin, "vay anasını arkadaş adam nasıl da bütünden parçaya inmiş, ilmek ilmek işlemiş olayı, james joyce'un durmaksızın 15 sayfa yazıp yarattığı hissiyatı dolaylı tümleç kullanmadığı bir cümlede vermiş, zamanında kafka okusaymış şu kelimeler şölenini, yancısı max brod'a: max'ım yiğidim, öldükten sonra yayınlama dedim bu veremli halimle yarattığım külliyatı ama yayınlarsan yayınla mına koyim, şu yazını okudum okuyalı üstümdeki kirli,paslı hava gitti poğaça gibi insan oldum, ver eserleri matbaaya dağıtımını da yaysata yaptır, sebeplensin varoluş sancısı çeken garibanlar " desinler istersin ama içten içe de ulan daha baştan hayvan gibi düşünerek nasıl olur da söze dökemediğim duygularımı yazıya dökeceğim, daha baştan, sahip olmak istediğim sanatçı duyarlılığını kaybedip, cebindeki bozuk paralarla minibüs parasını denkleştirmeye çalışan adam havasına büründüm diye geçirirsin. kısacası zordur yazma isteğini bastırmak, ikilemden ikileme depar attırır, maymun eder insanı.
''Bazı fikirleri kanıtlamanın en iyi yolu ringe çıkıp dövüşmektir, bizim ringimiz de şiirin kendisi tabii ki. Benim çalışma alanım bu. Ringe çıkar ve kendimi yerde bulduğumda hakem ona kadar saymadan kalkıp devam etmeye çalışırım. Şiir yazmanın öğretilebileceğine inanmıyorum, teori rahat ve güvenli pozisyonda olanların oyun bahçesidir. Yazmayı öğrenmenin tek yolu yazmak, yazmak, yazmak ve yazmayı yazmazsan delirecek ya da banka soyacak ya da ölümüne içecek ya da arabanı uçurumdan aşağı sürecek kadar çok istemektir. Yazmak insanı tutsak eder, başka bir şey yapmak söz konusu olamaz. Bunun dışındaki bütün yaklaşımlar yararsız zırvalamalardan başka bir şey değildir. Budur işin özü, bu yüzden de ya iyidir ya da kötü. Arası yok.''
yazdıklarıma uzaktan uzun uzun bakıyorum. kargacık burgacık şekillerle dolu sayfalar. ahenkli ama anlamsız. hiç bir nedeni yok saatlerce sayfalar başında beklememin. ilk başladığım cümleye geri dönüyorum. tek sevdiğim, sayfanın böyle renkleniyor olması. karışıyor. güzel duruyor. napıcam bilmiyorum? bir elime yazmak yazdık bir elime yazmamak. hangi elim ağırsa onu seçecektim. hangi elim ağır bulamadım. sonra bunu yazdım. saçma anlamsız boş buruşuk karışık.. ama uzaktan bakınca renkli. mürekkebin akışkanlığı büyüleyici.
-yazdığını bilmiyordum. ne yazıyorsun, öykü mü, roman mı?
-ikisinden de. iki elimi de aynı ustalıkla kullanabilirim ben.
-öyle mi, bunu da bilmiyordum.
Oduncu Thomas,
öldü bindokuzyüzde,
yazması yoktu.
Hiç mektup yazmadı,
hiç şiir yazmadı,
hiç özgeçmiş yazmadı.
Baltayla yazdı
izini ormanların içine,
Daha yeni
itiyatla sürgün veriyor.
büyük yalnızlıktır yazmak. altında " birileri beni okusun ve bana aksın bende olan ona da ulaşsın ve bulaşsın " isteği taşıyan bir tür var olma çabasıdır.
bir hayat biçimidir. zamana ve mekana sığdıramadığınız bir eylemdir. bazen toplumda alkışlanmanızı, bazen yuhlanmanızı ve bazen de ölmenize vesile olan bir eylemdir. ama ne olursa olsun, hayatı ve kendimizi anlamak için en ideal bir eylemdir yazmak.
sessiz kelimelerle birşeyler demektir, o birşeyler ki kimse duymaz onları dile düşmedikçe. nedeni olması gerekmez, ders notu değildir sadece, veya bir yazarın-şairin kaleminden çıkan. belki bakkalın veresiye defterindeki ahmet beyin 20 liralık borcudur, belki yanındaki kıza uzattığın peçetedeki seni seviyorumdur. bir ihtiyaçtır yazmak evet, arşimetin evraka! sı gibi bulmak birşeyleri. başkalarının duyması da önemli değil, görmesi de bazen, kendi iç dünyana seslenişin olur bazen yazmak günlüğüne.
belki tanrının seslenişiydi yazmak, ve o yüzden ilk önce oku demişti. tüm herşeyin başlangıcıydı, sağır-dilsiz-ama ayırmıyordu öyleki elleri olmayanlar ayaklarıyla yazıyordu hala inadına.
altı üstü buydu yazmak galiba, içinden geçeni söyleme isteği.