zeynep tokuş iyi hoş tatlı kız ama olmamış. serdar orçin'i tebrik etmeli. sahne geçişlerinde, karakter sesleri film boyunca zayıfken, otobüs ve dış mekan sesleri rahatsız edici derecede patlıyordu. ve aynı sahnenin farklı açılardan çekimlerinde, ayrı zamanlarda çekildiği belli oluyordu. ne bileyim, o kollar havaya kalktıysa, diğer kamera açısında da aynı yükseklikte olmalı. o kalem masanın kısa kenarına paralelse, diğer kamerada da aynı olmalı. oyunculuklar zayıftı. çekimli fiillerden tiksindim. son savcılı sahne, en kafa açan bölümdü, düşünmeye en yatkın bölümdü, o da patır patır geçti. iyi ezber yapmışlar. bir de, ne bileyim abi, mearsault'un boşvermişliği zaten çok uç, çok absürd; sıradan türk vatandaşının "beni oyalıyorsun küstah, ne zaman boşanacaksın, benimle oynadın!" diyaloğu içine bizim musa'yı mearsault gibi yerleştirmek...
musa ile cezaevi müdürü arasındaki konuşmadan hemen önce musa'nın odaya girmesi ve ilk sandalyeye bakıp diğerine oturması dikkat çeker zira zeki'nin masumiyet filminde o sandalyede yusuf oturur. bu detay sadece bir selam gönderme değil aynı zamanda iki karakterin karşılaştırılması açısından önemlidir.
-intikam almayı düşündüğümü hatırlamıyorum. Böyle olsaydı hatırlardım ama öldürmeyi düşündüğümü iyi hatırlıyorum.
+Peki sağlıklı ve normal bir insanın böyle bir istek duymasına ne sebeb olabilir.
-Hapishaneler akıl almaz suçlar işlemiş sağlıklı insanlarla dolu.
bir zeki demirkubuz klasiği olan bu mükemmel filmde hayata kayıtsız kalan adamın tepkisizliği konu alınıyor.
birde demirkubuz'un klasikleşen bozuk kapı sahneleri bu filmde biraz abartılmış..
herkese renkli günler
ana karakteri musa'nın film boyunca yalnızca pilavının üzerinde olması gerekip olmayan kuru fasulyeye, kahvesinin sütlü olmasına ve dönerinin içinde olmasını istediği turşuya tepki verdiği film.
türkiye'de azdır böyle film, sadece bu yüzden bile değer vermek gerek fakat filmin sonundaki savcının oyunculuğu** ve kimi yerlerde kimi diyalogların fazla zorlama olması rahatsız edici. ki o savcı ve musa konuşmasının filmin sonunda açıklayıcı ve vurucu sahnelerden olduğunu düşündüğümüzde, o adeta kağıttan ilkokul merasimi edasıyla okuyan savcı filmin kendi bacağına sıktığı kurşundur kanımca.
yine de film kimi ahlaki ve sosyal algıları, değerleri sorgulattığı için değerli nihayetinde. varsın musa karakteri de çok uç ve amiyane tabirle "varoluşçuluk ve nihilizmin bokunu çıkarmış" olsun.
her ne kadar bir nihilistin böyle söyleme hakkı bulunmadığını düşünsem de filmdeki en çarpıcı diyalog yine sondaki savcı-musa konuşmasından:
--spoiler--
- peki bütün insanlık iki yüzlülük mü yapıyor?
- daha da beteri. insan olmanın tüm yükünü benim gibilerin omzuna yıkıp kaçıyorlar.
--spoiler--
Zeki demirkubuz' un kendi de kabul ettiği üzere eski filmlerinde diyaloglar yetersiz ve oyuncuların ağzına oturmayan cümleler var. Oyuncular direk senaryoyu ezberlemişler cümleler sanki başkası söylüyormuşçasına seslendirilmiş.Şu filmi yeniden çekse ve daha iyi bir kadroyla çekse bu film Türkiye'yi sallar.Romandan sapmış ki zaten Zeki Demirkubuz' dan beklenen buydu. Kadroda sırıtmayan bir tek Engin Günaydın vardı. Rolün fazlasıyla hakkını vermiş. Romandan farklı olarak ana karakter Musa,Haneke filmlerindeki rahatsız edici tiplerdendi.Halbuki Camus' un Yabancısındaki meursault karakterine daha çok kanım ısınmıştı.
1- cezaevi müdürüyle musa arasinda gecen konusma.
2- son sahnede musa nin evdeki cocuga duygusuzca bakmasi ve bu konuda hic bi soru sormamasi.
3- kendiliginden acilan kapilar.
4- hayatin bazilari icin bu kadar basit ve yüzeysel yasanabiliyor olabilmesi.
5- annesinin öldügünü önceden birasda olsa sezmesine ragmen musa nin bu konuda hic üzülmemesi hatta rahatlamasi ve bu olayi görmezden gelmesi.
6- engin günaydin in metresi hakkindaki konusmalari.
7- musa nin is arkadasiyla sinemaya giderken birden karar degistirmesi ve eve geri dönmesi, daha sonra tekrar vazgecip sinemaya gitmesi ve arkadasiyla karsilasmasi.
8- musa nin karisi ilk ziyarete geldiginde kadin aglarken yakani biras acar misin diye sormasi.
9- (bence) musa nin acikca dile getirdigi cogu duyguyu bizimde bazen icimizde hissetmis olmamiz ama ahlak, gelenek, dis baskilar yüzünden ifade edemememiz.
zeki demirkubuz'un albert camus'un yabancı'ndan esinlenerek çektiği enfes filmdir. musa'nın hayat karşısındaki umursamaz tavırları, olup biten olaylara hiçbir şey yapmadan seyirci kalması sanki kendi yaşamı değil de emanet bir yaşam sürüyormuş gibi davranması oldukça etkileyiciydi. ayrıca musa ve savcı arasında geçen konuşmalar, musa'nın soruları cevaplarken ki soğukkanlı tavrı insanı şaşkına çeviriyor ve izleyiciyi uzun uzun düşünmek zorunda bırakıyor.
zeki demirkubuzun 2001 yılında çektiği albert camusun yabancısının uyarladığı filmidir. uyarlama dediysemde kitabın belli bir yerden sonra zeki abi kendi çizgisini çizmektedir. ayrıca kızının adıda yazgıdır.
meursault = musa(serdar orçin), marie = sinem(zeynep tokuş), raymond = necati(engin günaydın) şeklinde kitap ve filmdeki karekterleri karşılaştırabiliriz.
musa nın annesi evde ölmektedir ama kitapda huzur evinde ölmektedir ama tepkiler bire bir aynıdır. filmde olan patronun sinem ile ilişkisi kitapta yer almamaktadır. demirkubuz sinemasında her zaman yer alan aldatma, ölümüne aşk , elde edememenin verdiği eziklik temaları her zamanki gibi kendini göstermektedir. kitabın bire bir uyarlaması yapılmış olsaydı çok sıkıcı olurdu bu yüzden kitap biraz daha türkçeleştirilmiştir. örneğin necatinin musaya mektup yazdırdığı sahnede kitapta iki şise sarap içilmektedir filmde ise esrar içilmektedir. kitaptaki köpekli komsu olgusu tamamen atılmıştır. sahil bölümüde aynı şekilde yoktur. kötümü olmuş tam tersine daha iyi olmuştur. mearsaultun dünyaya bakışı dışarıya karşı tepkisizliği çoğu camus kitapında oldugu gibi çok güzel yansıtılmış. raymondun yani necatini sahneleri kitapla birebir örtüşmektedir. musanın sürekli sütlü kahve içmesi gibi. ayrıca ne kadar dünyayı umurmasaz olursak olalım yinede kendi bazı özel tercihlerin oldugu simgesi vardır. kitaba ek olarak yapılan patron olgusu filmi tamamen başka bir yere götürmüştür. çekim açısında begenmediğim taraf kameranın cep telefonu gibi çekim yapmasıdır. odanın içindeki nesneleri gösterme olayı keşke olmasaydı yada geniş açıyla çekildikten sonra yakın plan cekimlerde odaklama yapılarak çekilseydi.
zeki abinin dostoyevski hayranı olduğunu bilmeyen yoktur. işte bu noktada suç ve cezanın ikinci bölümünde olan işlemediği suçu işlenme bölümüde filme çok güzel bir şekilde nakşedilmiştir. burası 2003 yapımı the life of david gale adlı flimdede çok güzel işlenmişti.
tam anlamıyla mükemmel bir filmdir. savcı ile geçen konuşmalar günümüz toplumsal olaylarını çok iyi bir şekilde anlatmıştır. aynı zamanda bir insanın hayatı tamamen boşvermiş, herşeyi oluruna bırakmış ve herkesin görüşüne, düşüncesine, fikrine saygı duyan, başkaları hakkında fikir yürütmeden sadece izleyici olarak durabileceğinin kanıtıdır...