güvenlik görevlisi. o adamlar bana çok karizmatik gelirdi öyle kapıdan geçen herkese posta koyarmışcasına dur! demeleri hoşuma gider ki belinde birde cop varsa tamam bu dünyanın en yetkili ağabeyi diye söylenirdim kendi kendime. tabi sonradan anlıyor insan ne kadar ezilen insanlar olduklarını her nekadar olmak istemediğim meslekler arasında olsa bile hala içimde bir burukluk vardır sizi ezenlere o cop girsin diyorum nerede azarlanan bir güvenlik görevlisi görsem.
tır şoförü. cumartesi günleri mahalle pazarının kurulduğu evimizin karşısındaki meydanda hafta içi tırlar olurdu bazen. abimle paylaşırdık balkondan bakıp. sonra elimizdeki bonibon kamyonlarının o tırlar olduğunu hayal ederek oyunlar oynardık. hayal ettiğim mesleğin benim için imkansız olduğunu öğrendiğimde dünya başıma yıkılmıştı.* artık sorulduğunda klasik cevaplar versem de, içten içe hep "tır şoförü olcam işte görürsünüz siz" derdim. şuan yaptığım işi de düşünerek bazen hala keşke demiyor değilim. tır şoförü olamadım ama, bizimkilere sağlam malzeme vermişim, hala kafa bulurlar benimle.
doktor ve simitçi. doktor herkesindir. simitçi olma hayaliyse çocukken tezgahında gördüğüm aşırı sandığım bozuk ve onlarca bir milyonlar 5 milyonlardır. şimdi de bir bok olamadık. gidiyoruz kıyamete.
subay olmak isterdim hep. 12 aylığına oldum da... aslında her zaman askerliği sevdim... disiplin, üniforma, sözünü dinleyen insanlar... ama insanların ölebileceğini hiç düşünenemiştim. ilk ölümü anneannemde görmüştüm ben. sanki birazdan kalkıp eve gideceğiz, bana para verecek ve ben o parayı atari salonunda çarçur edeceğim gibi düşünüyordum. ölüm bu kadar uzaktı bana. askerdeyken de hep öyle düşünüyordum. hiçbirimize hiçbir şey olmayacakmış gibi... sanki güneş doğunca hepimiz çıkıp eve gidecekmişiz gibi... askerlik çok fenaymış... çok...
ben keyfine düşkün öyle sıkıntıya gelemeyen bir çocuktum.
çocuk kalıp ekmek elden su gölden yaşamak isterdim. yaşıtlarım büyümek ve bir şeyler olmak isterken onlara bıyık altından gülerdim.
boş gezenin boş kalfası olmak isterdim .
kalecilik. valla lan kaleci olmak istiyordum. herşey tsubasa'nın ilk ve ikinci bölümlerini izleyip genzo wakabayashi'nin artist hareketlerinden etkilenmemle başladı. sonra mahalle maçlarında millet en son benım yea, ben geçmem hocu diye ağlarken dünyayı kurtaran adam edasıyla hep kalelere ben gecmeye başladım. bir süre sonra mahallenin büyüklerinin maçlarına transfer oldum. ortama yabancı olan ama sevilen küçük çocuk tiplemesine bürünmüştüm bir anda. maçlarda adımla değil, kaleci olarak hitap edilir olmuştum. sonra gel zaman git zaman derken okulda takım kaleciliğine soyundum. artık bizim takımın maçlarda tek kalecisi vardı. sonra liseydi üniversiteydi derken meslek olma idealinden uzaklaştı tabi. artık hobi olarak halı sahalarda sadece. potansiyel mesleğimle de kaleciliğin ilişkisi çikolatayla mayoneze bandırılmış salatalık turşusu kadar alakasız.