sadece içinde kendimi mutlu ve huzurlu hissedebileceğim bir evim olsun istedim. şöyle balkonuna çıkınca nefes alabileceğim. aradım, buldum; altı kez ayrı günlerde gezdim evin içini. herşeyi hayal ettim; perdelerimi, koltuklarımı koyacağım yeri, yatak odasındaki fransız camın doyasıya aldığı güneş ışığıyla apaydınlık güne uyanacağım sabahları, mutfağımdaki zebra perdeyi, güneş batana kadar apaydınlık odalarımı, sıkıldığımda kendimi on adım ilerideki avm'ye atışımı, hiç ama hiç evden çıkmak istemeyişimi... hiçbir konuda bu kadar kararlı olmamıştım. çok didindim, çok istedim ama olmadı, olmadı... evin yarısından fazlasını peşin vermem gerekti. bulamadım, buldum, vicdan yaptım, hesapladım, muhtaç kaldım. olmadı, oluyordu ama çok zordu.
satılık yazısını kaldırmışlar. sordum, evlenecek doktor bir çift kiralamış. benim hayallerimi süsleyen odalarda başkaları kahkaha atacak, iş dönüşü kahvelerini o balkonda içecekler. bakamıyorum önünden geçerken. içim sızlıyor. her defasında biz her türlü yardım ederiz ev alırken deyip, beş kuruş ortaya atmayanlara sayıp sövüyorum. başka evleri de beğenemiyorum. sizin de hevesiniz kalsın kursağınızda. çok isteyin de birşeyi, olamasın inşallah !
çok şey kaldı be içimizde. dile gelmeye kalksa kelimeler yetmez, yol olsa fizan kısa kalır. uyumadan önce kurulan düşler, yazılan ve asla gönderilemeyen şiirler, almak istediğimiz hediyeler, bir defterin gözyaşlarıyla ıslanıp akan mürekkepli dolu sayfaları, solumuzdaki acı, eğlenceli bir ortamda kahkaha atarken birden aklımıza gelişi yüzümüzün düşüşü başımızı öne eğişimiz, en önemliside sevgimiz. ona en ihtiyacımız olan bir anda telefonu eline arayıp arayamama, sesini duysak düzeleceğiz belki ama numaraya bakar yutkunur sonra da kilitleriz işte ekranı. onsuz aldığımız nefes bile içimizde kalır bazen, şuramızı acıtır. işte bunlarda hep içimizde kalanlar. içimizde kalmaları en uygunudur; çünkü karşımızdakinde bunları anlayacak yürek yoktur.