eskiden kömür alan insanların poşetlerinden dökülen kömürleri topladığın meydanlarda insanların gülerek oynadığını görmek.
iki günde bir alabildiğin ekmeğin her markette satıldığını, yıkık dökük harabe evlerin artık lüks apartmanlar olduğunu, soğuktan donduğun evlerde insanların merkezi sistemle ısındığını, eski 2 katlı okulunun artık olmadığı, yerine süper teknolojik bir okul yapıldığını, çocukken kardeşinin sütün pahalı olmasından dolayı şekerli su içtiği, leş gibi olan parklarda artık çocukların ellerinde kola şişeleriyle, meyvesularıyla dolaştığını görmek.
memleketinin o umutsuz, her an birinin ölebileceği bir kent olmaktan çıkıp bir büyükşehire dönüştüğünü görmek.
sonra büyüdüğün kasabaya gitmek. terk edilmiş evleri, dükkanları, parkları görmek. dedenin yaptığı kırık dökük tahta evinizin yıkılmak üzere olduğunu, içinde size dair hiçbir şey kalmadığını görmek.
çocukluğunuzun geçtiği sokaklar artık bir hayalet şehir, sanki orada kimse yaşamamış gibi, hiçkimse gülmemiş, kimse ağlamamış gibi. tek bir insanı bırak tek bir kedi dahi olmadığını görmek.
benim annem işe başlama kararı aldığında ben 9, kardeşim de 8 yaşındaydı. bizi anneanneme bırakma kararı almışlardı. yaz tatilindeydik çünkü anneannemler de pek uzak sayılmazdı. cuma akşamından babamla gelir, bizimle vakit geçirip tekrar giderlerdi. anneannem farketmesin diye sessiz sessiz yastığa gömülüp ağlardım. biliyorum çünkü duyarsa gelicek "nooldu yavrım? niye ağlıyosun. a aaa kocaman kız oldun sen ağlanır mı anne için?" vs. diyecek. ama ben yine ağlayacağım. boğaz düğümlenmesinin ne olduğunu o zamanlar anlamıştım işte. annem gelicek diye balkondan içeri girmezdim cuma günleri. onu yolda gelirken gördüğümde sevinçten uçardım. hediyeler falan alınırdı ama hiçbiri annemi görmek kadar mutlu etmezdi. annemle önce kim uyuyacak diye tartışırdık kardeşimle. genelde ben baskın çıkar cuma akşamı annemle ben yatardım. ** pazar günü vedalaşma vakti geldiğini anladığımda tuvalete girer ağlardım. sesim titrer konuşamazdım. anneme sarılırken güçlü gibi görünmeye çalışırdım. "görüşürüz" bile demezdim çünkü sesim titrerdi konuşursam. boğazım düğümlenirdi. bi kez dayanamadım. "anne nolur gitme" dedim titreyen sesimle. sonra anlaşılınca başladım ağlamaya. ardından da annem... aradan yaklaşık 10 yıl geçti. hala aklıma geldikçe ağlarım. şimdi bile. "ilerde çocuğum olduktan sonra asla çalışmam" diyorum şimdi.
daha iki hafta önce "dizime yat, saçlarını okşayayım" diyen bir sevgilim vardı, bana bakarken gözlerinin içi parıldıyordu. ama iki gündür kalbim de ellerim de sensiz kaldı be meleğim. yakışmadı sana böyle gitmek.
"seni kendimden bile çok önemsiyorum. sen gidersen ben sağlığımı kaybederim" dediğimde keşke beni ciddiye alsaydın... dinletemedim.