Yolda yürüyorsun; sağında direnen insanlar etrafı yakıp yıkıyorlar solunda polisler çoluk, çocuk, yaşlı demeden gaz atıyorlar. Sonra kaldırıyorsun kafanı, gökyüzüne bakıyorsun... Tanrım, bu ne güzel bir ortam diyorsun usulca. Biber gazıyla karışmış havayı içine çektiğinde ciğerlerine teneffüs eden kimyasal madde oracıkta ağlatıyor seni. Sahte gözyaşların yer çekimine karşı gelemediğinden bir sel edasıyla aşağıya süzüldüğünde, ne kadar mazoşist bir ruha sahibi olduğunu anlıyorsun ayrıca. Hemen 2 metre ötene düşen molotofla orgazm oluyorsun ve iki tarafın ortasına geçip daha fazla diye bağırıyorsun. Bağırışların kulaklara âdeta tecavüz ediyor ve birden telefon çalıyor o hengame arasında telefonu eline alıyorsun. "BABAM ARIYOR". Açıyorsun titrek bir ceylan gibi. Nerdesin ulen eşoleşek diyor baban ve telefonu suratına kapatıp daha sessiz bir ortama geçip tekrar arıyorsun ve sana Londra'ya gideceklerini söylüyorlar. Seni de götüreceklerini bunun içinde eve gelmen gerektiğini ve acele etmeni söylüyorlar ama bir kaç saat içinde Afganistan'dan Okmeydanı'na gitmek imkansız gibi. Neyse ki F16 adlı uçağın seni bekliyor...
yataktan usulca doğrulduktan sonra saati kontrol ederek ayağa kalktı. belinden düşmek üzere olan beli lastikli pijamasını duzeltmeden mutfaga gitti ve kahve için su isitti. kahveyi koymadan önce bilgisayarını calistirdi çünkü böyle bir takintisi vardi. film baslamadan mısır yemez, bilgisayar açılmadan kahve içmez, eline sabun dokmeden suyu acmazdi. mutfaga geri döndü ve kahvesini hazirlayip bilgisayarinin başına oturdu. yatarken calisayim derken yataktan dusurdugu zamandan kalma fanın kırık parçası bilgisayara surterek ses yapmaya başladı. umursamadan uludağ sozluge girdi. basliklara baktiktan sonra yazarlardan uydurma hikayeler adlı başlığa girdi. sosyal mesaj vermeye calisan insanları gördükten sonra yukari doğru kisa bir bakış atti ve hizlica nefes vererek bu yazıyı yazdi. evet yazdi. tipki birazdan seni oldurecek adamin şuanda arkanda belirmesi gibi.
... sonra, sevinçleri yerle yeksan olmuş adam gökyüzüne baktı. 'yalnızım' dedi. gerçekten de yalnızdı. katran karası bir perde inen yüreğini duydu. 'umut var' diyordu o ses. adam koştu. kilometrelerceymiş gibi gelen yollarda saatlerce koştu. bir banka oturduğunda baygınlıktan uyudu. gözlerini açtığında, gün kızıllığını yaymak üzereydi.
son maçlarını da kaybederlerse küme
düşeceklerdi, işleri zordu, çünkü bir hafta
sonra lig şampiyonluğuna oynayacak olan
takımın sahasında mücadele edeceklerdi.
maç olmayan günlerde bomboş olan o
sahada bizler top koştururken kümeye
düşecek olan takımın teknik direktörü
dirseğini duvara yaslamış, sigarasını derin
derin çekerek bizi seyrediyordu. tam
sigarasını ağzına götürüp tekrar içine
çekecektiki benim akıl almaz golümü görüp
sigarasını yere düşürdü ve alelacele ayağıyla
ezdikten sonra ıslık çaldı bana, döndüm,
yanına gittim. oyunumu beğendiğini ve
takımın çalışmalarına katılıp
katılmayacağımı sorduktan sonra gelecek
sezon benim takımda iyi işler
yapabileceğimden söz etti. bense onu
gülümsetecek şu sözleri sarfettim "hocam
haftaya küme mücadelenizde bana yer
verseniz". "düşmüşüz olm zaten, girsen ne
olacak, teklifimi unutma, çalışmalara katıl,
seneye kadroda görmek istiyorum seni"
dedi. "hocam ciddiyim, son maçınızda görev
verin bana, madem kaybetmişsiniz öyleyse
ne kaybedersiniz beni denemekle" dedim.
elini omzuma koydu ve gülümseyip gitti...
aradan bir hafta geçti, şampiyonluğa
oynayan takımın sahasında, küme
mücadelesi veren takımın formasını giymiş
orta sahada başlangıç düdüğünü
bekliyorum. karşı takım kendinden emin,
küfürbaz taraftar 10, 10, 10, 10 diye
bağırıyor. nihayet maç başladı, ilk atağı
karşı takım yaptı, geriye dönüp ataklarını
öldürdüm. atak sırası bizdeydi, orta sahaya
kadar paslaşmaları sürdürdüm, orta
sahadan sonra ise bizim takımdan bir tek
adam bulunmadığından sağdan atıp soldan
kaçmalar, bacak arasından atmalar, şekilli
çalımlar derken karşı takımın kalecisiyle baş
başa kaldım, kaleciyi yatırıp 7 metrelik
dikdörtgene yuvarladım topu, karşı takımın
kaskatı kesildi, neye uğradığını şaşırdılar,
birbirlerine kızdılar, gol sevincimizi
yaşadıktan sonra kendi sahamıza geçtik.
maçın 2. dakikasında attığım golü sırasıyla
10, 25, 45, 46, 64, 76, 82, 90+1. dakikada
attığım goller izledi. şampiyonluğa oynayan
takımı 9 - 0 yenerek tarihinin mağlubiyetini
yaşatırken takımı kümeye düşmekten
kurtarmış, teknik direktörün ve takım
arkadaşlarımın omuzlarında bulmuştum
kendimi.
yaz boyu çalıştık, takım oyununu içimize
çektik. gerçek bir takım olma yolunda
doğru istikamette emin adımlarla
yürüyorduk, takımın bana güveni tamdı.
nihayet sezon başladığında namımı
duyanlar başta olmak üzere, stadın her
tarafı doluydu. onlar verdi coşkuyu ben
attım golleri, her gol atışımda bağrına
bastılar beni, rüya gibi bir sezon geçirdik.
22 maçta 334 gol atmıştık, bunların 328'i
benimdi. gazetelerin spor sayfalarının
amatör liglerinde ismim geçiyordu artık, bir
sonraki sezonda üst ligde mücadele
ediyorduk, gücümüzden hiçbir şey
kaybetmemiştik, daha iyi bir performansla
yine şampiyon olduk ve bir üst lige çıktık.
süper lige çıkmamıza bir adım kalmıştı,
keşke zaman su gibi geçseydi, kendimizden
emindik. gün geldi ki süper lige çıktık,
mahalleli çılgın atıyor, mahalle takımı süper
lige çıkmıştı, gül abla fanatik ile röportaj
yapıyor beni çok sevdiğini mahallenin uslu
çocuğu olduğumdan söz ediyordu, yusuf
abinin de ondan aşağı kalır yanı yoktu,
bizim dükkanda çalıştı diyordu. işte gün
geldi, süper ligde ilk maçımız. gözler bize
çevrilmiş, en çok ben merak ediliyorum,
çünkü golleri daima ben atıyorum,
kalecimizden aldığım topu ileri sürüyor,
karşı takımın hepsini çalıma diziyor ve
golleri atıyordum. bu performansımı süper
ligde de sürdürünce ilk maçımızı 15 - 0
kazandık. "süper ligde dökülürler" dedikleri
takım süper lig devini kendi sahasında
tarihi hezimete uğratmıştı.
sayılı fikstürler tez geçer derler, geçti gitti,
hiç gol yemeden her takıma en az 10 gol
atarak ligi şampiyon olarak tamamladık.
gözler artık şampiyonlar ligindeydi, ispanyol
basını, ingiliz basını ve dünyanın diğer
medya kuruluşları benden bahsediyorlardı.
birkaç sene önce küme düşecek amatör bir
mahalle takımını bugün şampiyonlar ligine
taşıyan adam gazetelerin ilk sayfasına
yerleşmişti. başarımı kıskananlar "ahaha
messi, ronaldo çıksın karşısına da görelim"
diyorlardı. işte şampiyonlar liginde ilk
maçımız, rakip porto, yazık oldu ki 17
golümüze karşı bir gol atamadılar.
ilerliyorduk, deliydik, çıldırıyorduk, çıldırttım
takımı. dünya güneşin ve kendi ekseninin
etrafında döne döne tarih yapraklarını bir
bir çevirme görevini bizlere verirken,
şampiyonlar ligi finali geldi çattı. rakibimiz
barcelona'ydı. bayern münih'i evinde 6-0
yenip bizlerle final oynama şerefine nail
olmuşlardı. maç başladı, iniesta ile çavi
paslaştı, messi'ye bir ara pası düşüncesi,
top bende, messi ayağımdan topu almaya
çalışırken hooop pazara, arkasında pike,
ona da bir çalım, çalım üstüne çalım derken
kaleci valdes ile baş başa kaldım. ispanyolca
"brezilyalı ronaldo'nun neyi oluyon" diyip
lafa tuttum, omuzlarını kaldırıp "hiç" dedi,
boşluğundan faydalanıp bacaklarının
arasından kaleye yuvarladım topu,
gooooool. dünya devi barça 1-0 yenikti
mahalle takımımıza, yüzlerinde korku
okunuyordu hepsinin. birbirlerine
kızıyorlardı, aralarına girip "beyler sakin,
sıkıntı yok". diyip topu orta sahaya doğru
yuvarladım. santra ile oyuna başladılar.
henüz şaşkınlıkları ve korkuları dinmemişti
ki topu yine kapıp tek başıma hepsini
çalımlayıp kale çizgisinde topu durdurup
yere yattım ve kafamla vurup golü attım.
mahalle futboluyla dünyayı dize
getiriyorduk, ötesi yoktu artık. şampiyonlar
ligi şampiyonu olduk barcelona'yı 23 - 0
yenerek, tüm goller benimdi, dünyanın
gelmiş geçmiş en iyi futbolcusunu
konuşuyordu herkes...
işte bu düşüncelere dalıp giderken selimiye
spor ile paşabahçe maçının bitiş düdüğüyle
irkildim. maç berabere bitmişti, seyirci yavaş
yavaş ayrılıyordu, ben de ayrıldım, ayrılırken
telefonuma sarıldım, arkadaşı aradım ve
dedim ki "maç alalım mı lan halısahada,
çoktandır oynamıyoruz, 11-12'ye alıyorum,
oynarsın dimi"
Çocuktan al haberi
bir sonbahar sabahı dünyaya lanet getirerek sabahın altısında sokağa çıktım evin karşısındaki parktan yukarı doğru yurumeye başladım ortalıkta kimse yoktu kedinin biri çöpleri karıştırıyordu kendi kendime bir gün de bu coplerden kedi yerine daha sempatik bir hayvan çıksa diye dusundum sonra aklıma çocukken kedilerden ne kadar korktuğum geldi ah şu çocuklar diye bir mırıldanma çıktı dudaklarımdan yolun ötesinde oturan küçük bir çocuk gördüm altı yaşında ya var ya yok ne arıyorsun oğlum burda sabah sabah kimin kimsen yok mu dedi yok abi ben çok açım dedi küçük çocuğa çok acimistim hirkami cikarip ona verdim yanaklarindan öptüm masmavi gözleri vardı içinde acınin umudun ve sevginin pırıltıları vardı onu aldim kahveye götürdüm aklıma gelen en sıcak yerdi niyetim çocuğun ailesini bulmadan önce karnını doyurup isitmakti ali abiden çocuğa sahip cikmasini istedim simit pogaca alıp geldim çocuğun adını sormayı telastan unutmustum senin adın ne oğlum dedim sinan abi dedi iyi bakalım al bu simitleri ye ali abi sende ordan bize iki çay getir dedim çocuğa kimin kimsen var mi dedim doğrusu çocuğun giyiminden ve temizliginden sokak çocuğu olmadığı belliydi sokak çocuklarına çok acırim sinan pogacalari iştahla yerken senin adın ne abi dedi bende mustafa dedim iyi ki de beni buldun abi çok açtım dedi senin kimsen yok mu dedim sinan artık karnını doyurduğu icin sıra ailesini bulmaya gelmişti var ama bilmiyorum nerde olduklarını dedi nasıl yani dedim onlarla yaşamıyor musun çocukcagiz birden çığlığı bastı ağlamaya başladı tamam oğlum dedim ağlama sen hem niye agliyorsun dedi ki ben babamı sevmiyorum neden dedim beni hep dövüyor sabah beni dışarı atti doğrusu çok üzülmüştüm ya annen dedim o da hep ağlıyor dedi az sonra polisin biri geldi yanında bir kadın ve bir adam vardı kadın sinani gorunce cocugu kaptığı gibi ağladı yavrum dedi babası da oğlum niye çıkmışsin erkenden dedi sinan ama ne yapayım siz çok geç uyaniyorsunuz kimse benimle ilgilenmiyor diye bağırıp çağırmaya başladı annesi bana düşman gözlerle baktı ne yapıyorsun çocuğumu niye aldın diye üstüme yürümeye başladı kocası onu tutup hanım sakin ol dedi doğrusu bu adam çocuğunu dövecek birine benzemiyordu bende beyefendi çocuğunuz sizin ona şiddet uyguladığınızi söylüyor dedim o da yok böyle bir şey benim işlerim yoğun sinanla fazla ilgilenemiyorum o da üzülüp böyle şeyler söylüyor dedi doğrusu beynimden vurulmuştum hani çocuklar hep dürüst olurdu hani o meşhur laf çocuktan al haberi...
2016 yılı ağustos ayında meksika'da esrar kartellerinin eline düşme hikayemdir.
turistik amaçla gitmiştim. başkent meksika city'de kiraladığım araba ile gezerken lambalarda bir adam can havliyle kapıya vurmaya başladı. açmadım önce ama elindeki silahı görünce açmak zorunda kaldım. oturdu yan koltuğa. ve ben sürmeye başladım...