yavuzum backs

    20.
  1. en son anasından emdiği süt burnundan gelmiş olan godoşvari amma zat-ı şahanemsi görünümlü olsa da dirayetsizliği dilden dile dolaşan, kulaklara küpe olan, dünün yobazı bugünün ateisti yarının agnostiği. omuzlarındaki yükü taşırken zorlanırmış gibi yapsa da sekerek kaldırımları ezdiği fark edilemeyen aciz.

    Açıyorum gözlerimi, karanlık... ellerim üşüyor ve derin bir sessizliği yaran çığlıklar sallıyor ayaklarımın altındaki toprağı. Bir kalabalık var uzakta, bulanık... korku düşmüyor içime.

    bir zulmün ordusu alaylara bölünmüş üstüme yürürken son seferine uçan bir concorde gibiyim. bir f16 gibi atik, bir b2 kadar benzersizim sayenizde. son tugay görünüyor ufukta. beni tarihten silmeye gelmişçesine hırs dolu bakışları ayrı ayrı her askerin. kör kılıcımla koskoca bir orduya kafa tutmanın cesareti var yüreğimde. bir an olsun tereddüt etmiyorlar üzerime mermiler yağdırmakta. güneş batıyor, gökyüzü kan kırmızı, denizin üstünde altın rengi bir örtü... takatim yetmez kaldırmaya karanlığın resmini duvarlarımdan. kararlıyım son kan damlası yere ismimi kazıyana kadar savurmaya kılıcımı ve savunmaya elimdeki son kaleyi.

    Vücuduma aitmişçesine, sımsıkı kavrıyorum kılıcımı. Ufku bölüyorum tam ortasından tanıdığım herkes bana acırken. işte diyorum, işte başlıyoruz. işte savaşımız başlıyor kıldan daha ince bir köprünün üzerinde. Yorulmaya başlıyorum. Kan içindeyim ve vücuduma bulaşan kan senin kanından başkası değil. Her seferinde daha ağır geliyor kollarım omuzlarıma ve bedenim bacaklarıma. Son kez kesiliyor gökyüzü. Usulca isyanını haykırıyor ve yere düşüyor cansız bedeninle birlikte. Savaşın sonu görünüyor. Cesedine sarılıp son defa bağırıyorum kalan bütün gücümle sensizliğe.

    ve bir film bitiyor. yaklaşan final sahnesinde sırtı seyirciye dönük bir erkek batan güneşe selam duruyor, gözlerinden tek bir damla acı, denize kavuşmanın telaşıyla yanaklarını aşıp boşluğa kendini bırakırken.
    6 ...
  2. 13.
  3. kolay değil koskoca 22 sene. bomboş 22 sene doldu bugün. saatler 22:15'i gösterdiğinde yeni bir şeyler bekliyor olacağım hayattan. sanki o an değişecekmiş gibi her şey. hayat zor, kısa ve çok manasız. haksızlık edemem çok güldüğüm, mutlu olduğum zamanlar da oldu. bazen sabaha kadar ağladım, kimi zaman da sigaranın, alkolün ellerine bıraktım kendimi yarını umursamazcasına. fakat bitti.

    sevmeyenlerimden daha fazla ise sevenlerim bu bir mutluluk sebebidir. birçokları için manasız olan bu günümü kutlayan ve bana değer verdiğini gösteren, beni unutmayan arkadaşlarıma, dostlarıma teşekkür etmek bir borçtur bugün.

    kimse darılmasın hepiniz gerçekten kıymetli insanlarsınız. bugüne kadar kimi üzdüysem, kimin sinirlerine dokunuysa söylediklerim ya da yazdıklarım, kimin hakkımda kötü sözler söyleyecek kadar yanılmasına sebep olduysam özür dilerim.
    grand ekinoks,enderun sevgiler,ben bir garip yazarım, abberline, hatırlayamadığım daha nicesi

    ve dostum abmfu...

    sen gerçekten bambaşka bir insansın. seni tanıdığım güne lanet ediyorum çünkü hiçbir zaman hareketlerinin bir sonraki adımda nereye varacağını bilemiyorum.

    çünkü kolaj, zehri çoğulluyor
    çünkü birbirimizi işitmiyoruz
    çünkü...

    oha daldım gittim oğlum biriniz dur desin. o küçük iskender şiiriydi. neyse! çünkü sen her sözünde ters köşe yapmayı başarabilen, muhteşem bir adamsın. içinde hiçbir art niyet taşımayan ve bu bayrağı taşıyan son insanlardansın. senin dostluğunu, içindeki hayvan herifin kalitesini asla bilemez.

    doğum günüm kutlu oldu. hem de her zamankinden daha mutlu bir şekilde.
    7 ...
  4. 27.
  5. uzun bir süre muhabbetinizle ısınamayacak olan adam.

    ah özgürlük! ne çektiysem senin elinden... dost sandığım, arkadaşım dediğim insanlar özgürlük kandırmacasında yitip gitti. öz babam özgürlük istedi, git dedi. büyüdüğüm eve, düşüp burnumu kırdığım, şakaklarımı kana buladığım, duvarında bir kurşun deliği açtığım evime tekrar gelemeyecek olmak ne acı. annem, kardeşlerim... ne kadar saçma şu sözlüğe bunları yazmak.

    elveda baba! sana layık olamadığım için hiç üzgün değilim.
    10 ...
  6. 32.
  7. -bil ki sevmek, sevişmekten daha güzel. ve benim için sevmek, sevişmekten daha kolay.

    en birincil anlamda işteş bir fiil; sevişmek. karşılıklı sevmesi birbirini iki insanın. bütün anlam burada kayboluyor ve bir karşılık bulduğunda değersizleşiyor her şey. bir sevgi, karşılığında bir sevgi vücuda geldiği için, belki de oluşma ihtimali sayesinde varmış gibi. ışık aydınlattığı, var olduğu için vardır ya bütün renkler. sanki o sevdiği için seviyormuş gibi, sanki sadece o hak ettiği için seviyormuş gibi olması çok can yakıyor. öyle olmadığını bilmekse kafa karıştırmak namına tek başına dahi yeterli bir sebep. gibilere, acabalara ve keşkelere takıldığım da oluyor seyrek aralıklarla ve periyodik olarak.

    bu yüzden, ruhum yokmuş gibi geliyor bazen. belki de bir süreliğine saklanmıştır benden ya da bizden. yokluğunda bedenimi deniyor sadece. kendi yokluğuyla, onun yokluğunu harmanlayarak bir görkemli sanat eserinin cazibesine kapılmamı da istiyor olabilir. düşünceler, o olmadan akıyor bu zamanlarda. kendi varlığını ve çevreyi sorguluyor, zamanı sorguluyor. evet işte tam burada sorgulayıcı bir salaklığı eyleme döküyor. sorgulayarak gerçeği bulma telaşında yitip gideceğini hiç fark edemeden durdurulamayacak bir sona doğru ilerliyor. gerçeği bulduğunda onun gerçek olduğunu anlayamayacak kadar kaptırıyor kendini. gerçeklik kavramını da sorgularına karıştırıp yerle bir etmek için heyecanlandığını şimdiden görür gibiyim.

    ben, şizofreniden doğurduğu karakterlerine nefret yağdıran bir ruh hastasıyım!

    kurduğum cümlelerin yüklemleri uzak diyarların sevdasına kapılmış. kaçmayı tercih eden bir kadını sevdiğim için düşman kesilmiş içimdeki ben olmaya and içen herkes bana. bölünen kişiliğimi bir jiletle ince ince kesmek isterdim onun yokluğunda. kaçarak problem çözmek güzeldi çünkü onun için. her zaman haklı çıkmanın yolunu bulurdu. kadınlardan bu sebeple nefret ettiğimi söyleyemedim ona hiç. ağlayarak konunun değişmesini sağlamaları, blöfler yapıp aldanmamızı seyrederek içten içe şuh kahkahalar atmaları beni günden güne nefretle dolduruyordu onlara karşı. sen başkasın dediğim için başkaydı bakışların, ve benim sana bakışlarım. hayatımda gerçek aşkı; mutluluk, hüzün ve şüphe ile harmanlarken ruhumun derinliklerinde sakladığım sevgimi görmemekte ısrar ettiğini düşündüm hep. hiç kimseye tam anlamıyla güvenmedim ve ne yazık ki buna sen de dahildin.

    nasıl güvenebilirdim ki başka adamların yanında beni sevdiğini söyleyemeyen bir kadına? kaçamak cevaplar giriyordu cümlelerinin arasına, kimi zaman saçmalıktan ibaret bir hal alıyorlar. diyaloglar kendi kendime kurduğum monologlara dönüşüyor senin ilgisiz söylemlerinin arkasından. öyle konuşmalar geçiyor ki aramızda, aldığım her kararı ellerinle yerlere vurup parampaça edebiliyorsun. baksana dün gece yaşadığımız diyaloğa!

    -sesini duymak istedim, o kadar mesaj attım bir cevap dahi gelmedi. yarın da aksilikler yüzünden görüşemeyeceğiz. en azından bir kez çaldırsaydın telefonumu.
    +ya işte bizim kemaller filan var ya...
    -peki! bana, bir mesajı çok görmüş olabilirsin. keşke yarın görüşebilseydik ama en azından sesini duymak istedim.
    +tamam, oldu!

    ve bu çürümüş konuşmaların ardından kapatılan bir telefon var. seni kaybetmekten korkuyorum uzun zamandır ve sen hiçbir garanti veremiyorsun tekrar gitmeyeceğine dair. bana hissettiremiyorsun gitmeyeceğini. benimle öleceğine dair verdiğin sözleri unutacakmışsın gibi yaşama alıştırmaları yapıyorum. sonra yanaklarım ıslanıyor. yanımda olmadığını haya etmek bile ağlamam için yeterli bir sebep olarak şekillenebiliyor.

    düşün! kaçışları her defasında yüzümde bir tokat gibi şiddetle patlayan birisine nasıl güvenebilirdim ki beni bir daha üzmeyeceğine dair? tehditlerini kaçmalara entegre eden birisini en yürekten bir aşkla seviyor olmam ikna edebilir miydi sence beni? her tartışmada gitmeyi, kaçmayı düşünen birine ne yapabilirdim ki? saklanan bir şeyler olduğunu hissetmek, yaraların üstüne tuz basmaktan farklı olmadı ezelden bu yana. sen sakladıklarına yeni çekmeceler bulurken ben sebebini sordum her defasında. sonu gelmeyen sorgulamalarımın tek suçlusu benmişim gibi bütün ağırlığın altında kalacak olmak geri çekilmeye razı edemez beni. sonsuza kadar korkusuzca kalelerimi savunmaya kararlıydım kanımın son damlasıyla birlikte. perdelerin arkasına baktığında insanlar, görebilirdi suç ortağımı dünya gözüyle.

    en ufak açıklar devasa saklambaçlar gibi şimdi. her geçen gün daha kaçamak cevaplar, açıklama yapmaktan uzak. kendi hayatından köşe bucak kaçan bir zavallı oluverdin aniden. ağlamanın çözümlemede etkisiz olduğunu fark edeli uzun zaman oldu ve ben bu yüzden duygusuzlaşıyorum. saniyeler içinde, gelecekteki gerçekle yüzleşmeye daha da hazır olmak için dalıyorum bu uğraşın tam merkezine. birkaç şerefsizden, birkaç haysiyetsizden, birkaç orospu çocuğundan saklıyorsan bunları... lanet olası paranoyalar hep peşimde. öylesine emin hissettiriyor ki bir şeyler sakladığına beni, kafatasımın içinde düşüncelerimi kemirirken çıkarttığı gürültüyü duyabiliyorum kuşkuların.

    ve sen! sen hala bana kızabiliyordun sana güvenmediğim için. oysa en bilinen anlamıyla; ben haklıydım. güvensizliğimin haklı olduğunu göre göre nereden buluyorsun ki beni sorgulama yetkisini kendinde? seni, bana yalan söylemiş olmana rağmen seviyordum. beni aldatmış olmana rağmen sevgine inanıyordum. martılara simit atmak istemiştin de ben mi engel olmuştum sarı saçlı küçük kız? benden iyi olan nesi vardı ki o piç kurusunun? zihnimin örümcek ağı tutmuş köşelerinde canlanıyor o sahneler. ağlamaklı oluyorum, ağlamıyorum. defalarca söylüyorum. beni kandırabilirsin ama inandıramazsın!

    biliyordum aldatıldığımı, konduramıyordum. ben, bana yalan söyleyemeyeceğin kadar sendim. her cümlemde kendini gördükçe irkilsen de usta oyunculuk performansınla belli etmedin, okuduklarının sana çektirdiği ıstırabı. kalbimin sancısını bilemezsin asla. hayatımın en güzel hatıralarının toplamı olmasan, hayatının diyaloglarını yaşardın bugün. hatalıydın! saklanamadın! bak brian molko ne demişti?

    i'm coming up on infra-red,
    there is no running that can hide you
    cause i can see in the dark
    i'm coming up on infra-red,
    forget your running, i will find you...

    lakin canımın yanması sevmek için asla bir engel değildi. saklandığına ve sakladığına böylesine saplantılarla emin olarak inanmak engel değildi. engel değildi gözlerinin içine baktığımda duyduğum mutluluğu terk etmeye. gözlerin için de sevmedim seni. bakışların, ellerin, güzel yüzün ya da cümlelerin olmadı sana kapılmama sebep. yalnızca ve en yalın haliyle seni sevdim ben. bütün bu karakter yıkımlarının yüzlerce sebebinin hesabını sana sormaktan korktum ben. yalnızca biraz yorgunum. hepsi bu. şüpgelerimde haklıydım ve artık söz benimdi. yine de her şeyden çok seviyordum seni.

    haftalardır uyku girmiyor gözüme. hiç kimse bilmiyor geceleri gözkapaklarımı kapatıp uyumak için neler hayal ettiğimi. uyuduğumu sanmaları için elimden geleni yapıyorum ve bu işte çok iyiyim artık. ışıklar söndüğünde o kesif yalnızlık kokusu çöküyor salonun tam ortasına. altın varaklı çerçevelerde bütün görkemini algılarımıza hançerleyen grotesk bir tablonun basitliğinde arıyorum öteki ben'leri. bir sigara istiyorum, yanıtsız kalıyor isteğim. bir sigara ver bana, çürümek istiyorum diye yalvarıyorum. ellerim titriyor, masanın diğer ucuna uzanıyorum. çatlak dudaklarımın arasına sıkıştırıyorum sigaramı ve çakıyorum kibriti. nihayet ulaşıyorum, usul usul yükselen ince mavinin asaletine.

    aniden o beliriyor zihnimin kırık camlı pencerelerinde. -yine ben! çok kereler hastane odalarına düştüğümü hatırlıyorum onu def etmek namına. çok kereler alkol ile zehirlemek istediğimi anımsıyorum bedenimi, onu öldürmek adına. sigaramın ince mavisi ihtişamlı bir şölenin ön gösterimi edası ile rutubetten sararmış tavana doğru ilerlerken bana bütün hiddetiyle sesleniyor fahişe bir hayal;

    -seni senden daha iyi tanıdığım için nefret ediyorsun benden! en kudretli zayıflıklarını senden daha iyi bildiğim için korkuyorsun. aslını söylemek gerekirse; seni senden daha iyi tanıyor olamam. çünkü ben, bir yabancı değilim! çünkü ben, seni tanıma derdinde değilim! çünkü ben, senden başkası değilim!

    keskin bıçaklar fırlatıyor üzerime, ciğerlerime saplanması için. geceyi gönderiyor yatağıma beni boğsun diye. dünyada üzgün olmaya değer ne varsa bir bir elden geçiriyorum hepsini. rotasından çıkmak zorunda kalan bir geminin denize mağlubiyetini betimler gibi ürkütücü hikayeler anlatıyor en tehlikeli yerlerde. sakin sularda köpükleri seyretmenin huzurunu bana çok görüyor. iskeleyi ve şehrin ışıklarını gösteriyor, asla ulaşamayacağımı söyleyerek. kırbaç vuruyor kendimi maviliklere bırakmak ve ışıkları kucaklamak arasındaki kararsızlıklarıma. küçük hikayeler sıkıştırıyorum düşüncelerimin arasına. diyaloglara hayat veriyorum, kısa kısa.

    ben, korkak bir paranoya kölesiyim!

    Bir öykü var nasıl başladığını en iyi o biliyor. Çünkü ben bilmiyorken henüz bir masaldı aklında, anlatınca öykü oldu.
    Kalın çelik duvarlar inşa ettim çevreme koca bir çerçeve olsun diye ve içine almadığım bir zindana çevirdim sonra. Etrafından dolaşanların seslerini duyunca yüzümde oluşan tebessüm güven duygusundandı. O duvarlar gerçekten işe yarıyordu. Kalbi kırık öykülerin son sürat ruhuma saplanacak sivri birer mızrakken o duvarlara çarpışı ve parçalanışı bir süreç oluyordu.

    o, sebeplerin zincirleme çarpışmalarına sebep olacak güven cümleleri telaffuz ederken yıkılan duvarlar, düşündüğümün aksine, üzmedi beni. duyduğum her yeni sözde daha bir anlamsızlaştı o duvarlar. daha bir gereksizleşti ardına saklandığım karanlık zindanlar. bastırılmış paranoyalarımı tek tek öldürüyordu ve korkumdaki karanlıktan kahraman bir aşık doğuyordu. doğan güneş bir süre sadece benim için doğuyor. bulutlar benim için şekilden şekle giriyor, rüzgarla beraber dünyayı dolaşıyorlardı. amaçsız hayatımda artık hedeflerin bir anlamı vardı. düşünce balonlarımda adanmış günlerin mutluluk çığlıkları... acısız yaşayamayan bir fıtratın etrafında şekillenmiş hava kabarcıkları gibi insan. acısız tutunamıyor hayata o insan. o, mükemmeliyetin rahatsızlığıyla unuttu sözlerini, kusursuz düşüncelerden rahatsızlanıp yıktığı duvarlara kustu bu aralıkta.

    Düşünce balonları artık beyaz değildi tam burada. Düşünce balonlarında kırmızı ve büyük puntolu korkak çığlıklar vardı bu kez. o, farkında değildi yıktığı duvarlar tekrar yükselirse, bu kez ardında kalabileceğinin.

    şizofreninin şiddetini hissettirdiği bir karaktersin besbelli diyordum. gerçek olma ihtimali hep sevindiriyordu beni. evet diyor gözlerim, evet! Kanlı canlı karşında duruyor, yanında yatıyor, gülüyor, ağlıyor. Parmaklarım teninde gezinirken kendi kendime korkular yaşıyorum acı dolu. geldiği ilk günü hatırlıyorum. aniden ve hiç şaşırtmadan, usulca. mutluluktan ağladığımı hatırlıyorum sessizce. volkan gibi patlayan her damla yaş sevdasına olan inancımdı.

    öyle çok sevdim ki onu, var olduğuna inanmak zor geliyordu. kendi kendime çizdiğim bir karikatürden kollarıma atlamış, tasvirine dahi hayran kaldığım bir roman karakterinden kaçıp dudaklarıma konmuş gibiydi. bütün prensiplerimi, inançlarımı, kurallarımı saf dışı bırakabilecek birisini benden başka kim yaratmış olabilirdi ki zaten?

    lanet olsun çok korkuyordum gidişinden. hiç gelmemiş de olsan, benimle kalman için ruhumu satabilirdim beş kuruşa diye fısıldıyordum geceleri o yanıbaşımda uyurken. öyle bir geçti ki rüzgarın üstümden, duvarlar yetmedi durdurmaya. her çarptığım duvarda bir sonrakinin acısını düşünüyordum. ağlamak fayda etmeyecekti, biliyordum. herkese seni, gidişini, devrilişimi anlatıyordum. öylesine arzuluyordum ki; 'ben giderim meraklanma!' diyebilmeyi. batmaz sandığım gemilerim, gücüne kandığım fırtınalarımda perişan olmuştu. gururumu yerin yedi kat altına gömecek kadar çok sevmiştim ellerini. o güne kadar bildiğim ne varsa unuttum. Bu kez dedim, bu kez gerçekten sevmişim, bırak mutlu olsun.

    sonra bir gün telefonum çaldı, sen aradın ve ben hala zihnimin bana oynadığı onursuz oyunlardan hangisi olduğuna karar vermek için kendimi paralıyordum. birbirimiz için herkes içinden birileri mi olmuştuk, yoksa herkesin bizi kendileri gibi sandığı dünyada birileri olmak mıydı çabamız? çözemiyordum paradoksal paranoyanın beni soktuğu şizofren ruh halini. mide krampları, alkol, sigara, uykusuzluk ve kabuslar...

    uzun süredir korkularım bambaşkaydı. ya eskisi kadar sevemezsem? ya haysiyetsiz düşüncelerim sevdanın önüne geçmek için yakaladığı o benzersiz fırsatı tanrının insanları kandırdığı kelime oyunları kadar kusursuz kullanırsa? belki de aşağılık birer hırstan ibaretti bütün bu yaşananlar, ne dersin? paçavralardan saklanmak mıydı kaderimiz? haksız mıydı bu paranoya sence? her halükarda, döktüğün harflere dahi şüpheyle yaklaşmak bir hastalık belirtisi miydi?

    sorularımın cevaplarını asla bilmek istemedim. bilirsin çok soru sorarım. bilirsin ne kadar çok konuşup, aklımın sınırlarını zorlamak için gecelerimi yıprattığımı. acıyan sabahlarıma batan kirpiklerinin suçu yoktu inan bana. inan bana gözlerime damlayan bakışlarının mükellef olduğunu söyleyemem bu paranoyak sitemlerin kölesi olan dilimden. sadece sormak, sormak ve sorgulamak... bütün istediğim bu.

    korkma diyordum sana hep. senin korkularından daha çok korktuğumu biliyor olman kesiyor şah damarımı. olabildiğince sağlam, dimdik ayaktaydım ama düşmekten korkuyordum. milyonlarca engelin arasında ufacık bir taşa takılıp yerle yeksan olmaktan korkuyordum. bana güven diyordum sana hep. kendim bile güvenmiyorken rezil karakterlerime, bunu söyleyebilmek, en derin yaralar içinde bırakıyor ruhumu. ben de insanım ve insan aşağılık bir varlıktır diyordum. güvenmenin mantıksızlığını kendime açıklamak için uyanıyordum yağmurla birlikte her sabah. sonsuz uykuya dalmak için çok şeyimi feda edebilirdim. çünkü yoruyordu beni her gün bu kabusları yaşamak üzere uyanmak.

    çok şeye alışabildiğini gördüm insanoğlu denen pespaye varlığın. sarılıp ağladığı kadının yokluğuna, yarım porsiyon acıyla katlanabilecek kadar alçak olduğunu...

    hiçbir yerde, hiç kimseye, hiçbir zaman güvenmenin gerekliliğine inanamam ben. çünkü gördüğüm hareketler birer blöf, her davranış bir çıkarın etkisinde. yeterince aptal olduğum için seviliyor, gereğinden fazla akıllı olduğum için nefret ediliyorum. sevecek kadar aptal, güvenemeyecek kadar aklı başında bir adamın paranoyasıyım ben.

    ve ben, aşağılık bir megalomanım!

    kendi adıma methiyeler düzmeden övüyorum benliğimi. gerçekleri söylemem yeterli, ne kadar muhteşem olduğumu gözler önüne sermeye. yükselmek için diğer aşağılıkları merdiven olarak kullanmaktan çekinmiyorum. başkalarını küçümseyerek çıkıyorum yola. güzelliklerimi anlatan milyonlarca cümle kurabilirim. mükemmele en yakın erkek benim idealler söz konusu olduğunda. benim gibi bir sanat eserini dahi yerle bir edebiliyorsa kadın, saygıda kusurlu davranmak haddim değildir bundan sonra. ölü bir narsistin tanrıya kafa tutması kadar anlamsız da olsa yaşatacaktır beni ebediyen o sevgi.

    biliyorum! o, yine ağır adımlarla gelerek yaşatacak beni. belki de sekerek gelecek bilemiyorum. fakat tenimden ruhuma aktığı vakit dirilecek zaman ve umutlar. umut demişken... neden umut hisseder ki insan? hepsini bir kenara itip yeniden baş başa kalınca kendimle, söyleniyorum belki duyar umuduyla;

    ne sen eski sensin ne de ben aynıyım artık. aslında hiç gelmemiş bile olsan, bir daha gitme!
    11 ...
  8. 39.
  9. sözlüğe ilk geldiğim anda dikkatimi çekmişti;
    vıcık vıcık bir nick altı prensi!

    zirveye ilk geldiğimde gözüme çarpmıştı;
    sinsi bir bohem-cik!

    zirveden sonra dikkat ettim;
    aslında muhabbeti güzel bir eğlence adamı!

    birkaç karşılaşmadan sonra artık görmezden gelir oldum;
    boğucu, güvenilmez bir zât!

    git, çürük fildişi kulende veletlerle, kankitolarınla eğlen...

    bir daha bana benzeme angel!
    6 ...
  10. 36.
  11. türkiye turuna başlamış, an itibariyle ılgaz doğruyol dinlenme tesislerinden bildiren insan evladı.

    yavuzum backs

    çankırı
    4 ...
  12. 28.
  13. bursa'lara kadar giderek, doğal ortamında görme şansına eriştiğim bir dost, yazardır. kendisine uzatılan onlarca dost elden bir tanesi de benim elimdir ve kolay kolay bırakmayacağımı da buradan da tescil ediyorum. aşk; biz erkeklerin en büyük belasıdır hafız. şeytanın oyunudur aşk-meşk ilişkileri... sırf biz erkekleri içki masalarına oturtmak için yapar bunu*. daha önce de demiştim gül hacım hayatın tüm sikkoluklarına rağmen gül... gül ki hayat senin karşında aciz kaldığını farketsin, hayat senin karşında dirençsiz kalsın, "ulan gene mi beceremedim" desin bütün hışmı ile...

    bir de subjektif mesaj: olum bu baskılı t-shirt işine girelim lan*.
    4 ...
  14. 11.
  15. doğum gününü kutladığım küpeli, tiky şeriatçı.
    4 ...
  16. 21.
  17. (#5086123) kendisini kendisinden daha iyi anlatan ortalama bir ortamda tam ortada oturan fevkalade bir dosta sahip olduğunu gördükçe gururdan göğsü kabaran adam. koskoca adam...
    5 ...
  18. 15.
  19. yüzyüze oturup konuşmanın memnuniyetini ayrıca yaşadığım yazardır. kendisi ile buradan açık bahse girmekteyimdir ki yeniden tanımlayacaktır o kaybettiği duyguyu. * gülüp geçmeli bazen hacım. inadına değil, kinaye yapar gibi değil, mesaj verir gibi hiç değil! boş boş gülmelisin hafız. o gülüş elbet bir anlam bulacaktır bir kulun bir çift anlamlı bakışlarında. sen yeter ki gülmek iste... ve fakat sonra gene ağlayacaksın ki hayat dediğimiz de işte bu. biz erkeklerin, bir kadının çocuksu gülüşünde gördüğümüzü sandığımız "hayatımız" bundan ibaret topu topu... daha çok şey yazılır yazmaya da bilirim anlamsız şimdi. tüm şiirler, tüm şarkılar da suratlarını asmışken hani... sen onlara aldırmamalısın ve gülmelisin. malum bunu yapabilmek için çok şansımız olmayabiliyor. gül ve geç, basit ve işlevsel hem de...
    4 ...
© 2025 uludağ sözlük